Güney Kürdistan’da yaşam siyasi, toplumsal ve ekonomik sistemlerin nasıl çürüyebileceğini çok iyi gösterir insana. Aslında iktidara dayalı sistemlerin hepsi çürüme ile başlar. İktidarın kendisi çürütücüdür. Fakat 1992’den bu yana Güney Kürdistan’da bir sistemin kuruluşundan bahsedecek olursak, 24 yıl içinde bu denli bir çürümüşlük yaşanmasının temel bazı nedenleri vardır. Bu nedenler sadece Güney Kürdistan ile izah edelimez elbette. Ortadoğu’nun din, dogmalar, tekeller, cinsiyet ayrımcılığı, liderlik, aşiretçilik, mezhepçilik, ailecilik gibi kavramlar çevresinde örülen yapısallaşması zaten çürümüşlüğü de beraberinde getirir. Sadece Güney Kürdistan’da bu biraz hızlı işlemiştir. Bunda konjektörün ve Ortadoğu’ya biçilen yeni rollerin de etkisi vardır. Eğer sistem güçleri isterse tekrar diriltebilir mi bu sistemi? Evet, diriltebilir. Çünkü toplumsal alışkanlıklar Güney’de iktidarın sürdürülebilirliğine açık. Bu sistem 5 yıl önce de çürüktü, bugün de çürük. Ve 5 yıl önce toplum bu çürüme karşısında refleksiz ve tavırsız kaldı, bugün yaşananlara karşı hala ciddi bir tutum gösterilmiş değil. Aslında her şeyden önce Güney Kürdistan’daki sosyal yapının doğru tahlili gerekiyor. Güney toplumunun belli kıskaçları var. Kaanatime göre bunları tarihsel/toplumsal bağlantılarıyla birkaç başlık altında toplayabiliriz.
Kıskaç 1:
Maaş ile devlete bağlanan insanlar
Bunlardan birincisi; devletçi yapılarla aşırı iç içe geçmişlik. İlk devlet yapılarının oluştuğu bugünkü Irak toprakları, Sümerlerden başlayarak günümüze kadar devletçiliği en koyu biçimi ile yaşadı. Bu siyasi geleneği kadar toplumsal yapıda da izlerini bıraktı. Güney toplumu bu yönleri ile tüm diğer parçalardan farklı olarak devletçilikle fazla haşır neşir olmuş yani devletçiliğin fazla yedirildiği bir toplum olmuştur. Örneğin; Kuzey Kürdistan’da devlet denen şey uzun bir dönem neredeyse insanların en çok muhattap olduğu muhtarların temsil ettiği bir kurumdu. Devlet, insanların hayatına bu denli nüfus etmemişti. Oysa Irak ve Güney Kürdistan’da devlet, insanların en üst kurumları ile yıllardır haşır neşir olduğu bir aygıt.
Devlet dışı toplum yok mudur? Elbette vardır, fakat bu devlet dışı yapılar sınırlı olarak varlık göstermektedir. Aydınlarından yazarlarına kadar insanlar olaya devlet gibi bakmaktadır.
Ve devletçilik başlığı altında Baas rejimlerinin toplumu üretimden koparan tarzını sorgulamak gerekir. Baas rejimleri bir nevi Avrupa’nın sosyal devlet tarzını kullanarak aslında üretimi azaltan ve bağlılığı büyüten bir yapıdadırlar. Toplum fazlası ile devletten bekleyen bir konuma düşürülmüştür. Devlet denilince “biz ses çıkarmazsak, bize bakmaktan yükümlü olan bir kurum” biçiminde bir algı söz konusudur. 1991 yılı sonrası iktidara gelen Güney Kürdistan yönetimi tam bu noktada Baas rejimini taklit ederek, üretimin neredeyse hiç olmadığı ama neredeyse her aileden iki kişinin maaş aldığı bir toplumsal sistem yarattı. Tarım-hayvancılık yok, fabrika yok, tekstil sanayi yok, üretim yok, fakat her ailenin arabası ve maaşı var. Zaten Güney halkı bu durumu “maaş xwar” diye tanımlıyor ve bu sosyal kesimin varlığını onaylıyor. Yani maaşı hak eden değil maaşı yiyen bir kesim var.
İşte genişletilebilecek bu başlık altında devletçilik kavramının yarattığı toplumsal sisteme karşı bir mücadele yürütülmesi lazım. Ve elbette devlet dışı kalmış temel kategori olarak da kadınların buna önclük yapması lazım. Var olan kadın kurumları bunu yapabilirmi, bu tartışma konusu. Bunu daha sonraya bırakarak ikinci önemli toplumsal yapıya gelmek istiyorum.
Kıskaç 2:
Dinin siyasallaşması
Kıskacın ikinci ayağını ise din oluşturuyor. Din, Güney Kürdistan’da erkenden siyasallaşmış ve kurumsallaşmıştır. Bunda Irak ve İran devletlerinin etkisi vardır. Fakat uzun süren savaş ve özellikle de KDP ve YNK arasındaki savaşların toplumun maneviyatında yol açtığı yaralardan, Yekgurtu ve Komela gibi islami partiler üçüncü yol olarak çıkış yapmıştır. Ayrıca komünist partilerin halk nezdinde “din düşmanı” olarak görülmesi ve bu partilerin yenilgileri, din dışı siyasi seçenekleri neredeyse yok kılmıştır. Ve bugün Güney toplumu 20 yıl önceye göre daha fazla dindar, kadınlar daha fazla tesettürlü, cami sayısı daha fazladır. Irak anayasası hala kanunların şeriat yasaları ile çelişmeyeceği hükmünü anayasanın üçüncü maddesi olarak kabul etmiş durumdadır. Yani aslında dolaylı olarak şeriatla yürütülen bir yasa ile yönetilen bir toplum gerçeği vardır. Çok sınırlı olarak Avrupa çıkışlı laikliği taklit etmek isteyen aydınlar olsa da, var olan siyasi partiler arasından hiç kimse bu durumdan pek şikayetçi değildir. Hatta bu konuyu tartışmak dahi istemiyorlar. Kadınlar dinin eziciliği altında evde, sokakta, mahkemelerde ötelenen, yok sayılan ve “ikinci sınıf vatandaş” konumunda görülmektedir.
Kıskaç 3:
Devletten beslenen partiler
Üçüncü kıskaç ise Güneyde’ki iki temel partinin aslında parti olmayı aşarak biriktirdikleri güç ile devlet olmasıdır. KDP ve YNK aslında sadece iki parti değil, devlettirler. Devlet ekonomisi, silahlı gücü, kurumları olan yapılardır. Her iki partinin de silahlı gücü, kimsenin denetleyemediği ekonomisi, maaş verdiği onbinlerce insan, denetiminde petrol yolları, bakanlıklar var. Yani bu iki parti devlettir. Devlet olmaları nedeniyle aşılması kolay olmayan iki yapıdır. İnsanlar, bu iki devletleşen partinin yıkılması sonucu maaşsız kalmayı ve daha başka yaşanacak karmaşayı düşündüğü için “bu haliyle iyi” diyerek suskun kalmayı tercih etmektedirler. Toplumsal muhalefetin gelişmesi için, başka siyasi partilerin ortaya çıkmasını beklemek de zor. Küçük parrtilerin büyük çoğunluğu (Goran hareketi dışında) daha büyük partilere bağlıdır. Goran hareketi ise çevresindeki dürüst kadrolarına rağmen, aynı zihniyetten beslendiği için muhalif güç olamadı.
Kıskaç 4:
Aydın sorunu ve refleks yitimi
Dördüncü kıskaç ise işte tam bu noktada başlar. Aydınlar ve öncülük yapacak çevrelerin durumu belirleyici rol oynar. Maalesef Güney’de aydınlar sistem tarafından sindirilmiştir. Güney hükümeti, herkese bir şeyler vererek kendine bağladı. Aydınlar da bu sistemden epey nemalandılar. Şimdi büyük çoğunluğu öne çıkmaktan çekniyor. Yani şu anda Güney’de “acaba öne çıkarsam ne olur, bu partiler yine anlaşır mı” gibi bir kaygı var. Aydınlar soruna radikal yaklaşamıyorlar. Aslında Güney’deki aydın çizgisi radikal demokrasiden çok, iktidarın biraz el değiştirmesini isteyen reformcu bir çizgidedir. Üç yıl öncesine kadar belli aktivitesi olan sivil toplum örgütleri o zaman da yeteri kadar işlevli değillerdi, şimdi varlık bile gösteremiyor. Aydınlar, birilerinin bir şeyler yapmasını bekliyor. Yani herkesin “kim başlatacak” diye birbirine baktığı bir durum söz konusu.
Güney toplumu travma yaşıyor
Bu durum aşılamaz mı? Elbette aşılabilir. Kadınlar, gençler, kırsal kesimler bu durumun öncüsü olabilecek yapıya sahip. Ve Rojava devriminin yansımaları Güney için umut verici bir örnek. Özellikle de Rojava devriminde kadınların rolü toplumsal uyanışı derinden etkiliyor. İşin ilginç yanı toplum şunu tartışıyor; “neden bizim kadınlarımız Rojava’daki kadınlar kadar güçlü değil.” Bu tartışma ve söyleme birçok ortamda tanık olabilirsiniz. Oysa işin ele alınışında dahi yanlışlık var. Mesele “bizim kadınlarımız”da başlıyor. “Kadınlar bizimdir, yasalar, dinler, ekonomik yapılar, yani hepsi bizimdir” zihniyetinde sakatlıklar başlıyor. Kadınlar işte bu handikaplarını saydığımız toplumundur. İşin en kötü tarafı da kadınlar da bu duruma kader olarak bakmıştır. Hiç mi isyanı yoktur, tabii ki vardır. Burada kadınlar tepkisini ve isyanını ya kendini yakarak, ya da susarak ifade etmiştir. Ama gerçek şu ki; yukarıda saydığım handikapların hepsi kadın üzerine kurulu olsa da, kadına hiçbir şey sağlamadığı görüldüğü için en çok kadınları buna karşı ikna etmek kolay olabilir. Özellikle son iki yılın krizi kadınların yaşadığı baskıyı daha da katladı. Şu anda Güney toplumu ciddi bir travma geçiriyor. İnsanlar her an ülkelerini terk edebilecek gibi iğreti duruyor, geleceğin net olmaması ve beklentili ruh hali asabi bir toplum yaratıyor. Ve travma sonucu erkekler önce kadınlara yöneliyor. Kadınlar şimdi daha fazla öldürülüyor, daha fazla şiddete maruz kalıyor. Fakat savaşın ve ekonomik krizin içindeki bu toplumda artık bunlar çok haber bile olmuyor. Kimse kendini yakan veya yakılan kadınları haber değeri dahi görmüyor. Kadın örgütlerinin büyük çoğunluğu maddi olarak bağımlı oldukları için ekonomik kriz nedeni ile onlar da iş yapamaz düzeyde. Zaten kadın örgtlerinin çoğunluğu üst siyasete odaklı olduğu için salon çalışmaları, ve belli bir kesime ulaşan pozisyondaydı, ama en azından meseleyi medya yolu ile canlı tutubiliyorlardı.
Köyler ve kasabalar örgütlenmeli
Yazdıklarım umutsuzluk mu veriyor? Bence hayır. Çünkü bir şeyin uçurumun kenarına gelmeyinceye kadar, yeni bir yol aramayacağına inananlardanım. Bence Güney Kürdistan şu an en çok değişim için koşulların olgunlaştığı bir pozisyonda. İlk cümlelerde yazdığım gibi sistemin büyük güçleri Güney’i tekrar diriltebilirler mi? Evet, diriltebilirler. Ama hiç kimse artık hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Ve sistem güçleri artık bu diriltmeyi 50 yıldır kullandıkları partilerle yapamazlar. Yani Güney Kürdistan’da iktidarın sürekliliğinde bir kesinti oluştu. İktidarın kesinti zamanları özgürlükçü güçlere zemin açabilir ve birçok şey değiştirebilir.
Güney’de işte şimdi yapılması gereken halk hareketliliğini sağlamaktır, halk örgütlülüğünü yaratmaktır. Süleymaniye, Hewler ve Duhok gibi şehirlerden değil; Ranya, Qaladize, Duzxurmatu, Dakuk gibi kasabalardan ve buraların köylerinden başlayarak halkın örgütlemesini gerçekleştirmek temel yoldur. Ve buralarda kadınlar kabul edilmez bir hayat yaşadıklarını fark etmişlerdir. Bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındalar. DAİŞ ile burun buruna kalmış olan bu kasabalarda kadınlar kendilerini savunmak gerektiğini fark etmişler, kendini savunmak için mevcut yaşamlarının değişmesi gerektiğini biliyorlar. Yeterli bir bilinç düzeyi var mı, belki yok ama yanlışın farkındalar. İşte burda hesapsız ve kaygısız mücadele edecek kadın hareketlerinin rolü ortaya çıkıyor. Kadın hareketi yaratabilecek kararlı ve inaçlı çekirdek bir gurubun ihtiyacı en çok burada başlıyor. Bunu yapacak kadar inanmış kadınlar var. Daha fazla örgütlenme, daha fazla birlik, daha fazla inanç, daha fazla kararlılıkla önce kadınlardan başlanmalı. Güney toplumunun yukarıda saydığım bütün kıskaçları kadına yaklaşım ve ele alışta uzlaşmış ve ittifak kurmuşlardır. Kadınların en ufak bir kıpırdaması bile bu ittifakın kirli yüzünü açığa çıkaracak kadar aydınlatır Güney Kürdistan’ı…