Zaman içerisinde değişen, gelişen ve giderek ağırlaşan “İmralı tecrit sistemi” hepimizin gözü önünde hukukun keyfiyet ve kuralsızlıkla, siyasetin çıkar amaçlı yaklaşımlarıyla çeyrek asrını doldurdu. 25 yıllık bu sürecin son 3 yılı ise Sayın Öcalan’dan haber alamadığımız bir zaman dilimi oldu. Son haber alma tarihi olan 25 Mart 2021 yılından bu yana Öcalan’ın,
hafta içi her gün mesai saatleri içerisinde var olan avukat görüş hakkı; iki haftada bir gün var olan aile ziyaret hakkı, iki haftada bir gün var olan telefon hakkı, sınırsız mektup, faks ve telgraf gibi iletişim araçlarından faydalanma hakkı yasadışı bir biçimde engellenmeye devam ediliyor. Kendisi ile birlikte aynı hapishanede ve fakat farklı hücrelerde tutulan Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş ile görüştürülüp görüştürülmediği, sohbet ve etkinlik hakkından faydalandırılıp faydalandırılmadığı hususları ise belirsizliğini koruyor. Dünyada emsali görülmemiş bu hukuksuzluk ve gayri ahlakiliğin tüm çabalara rağmen son bulmaması karşısında, dünyanın dört bir yanından “Öcalan’a Özgürlük” kampanyalarına hız verildiğini görüyoruz.
Dünya çapında sayısız konferans ve kampanya
İtalya başta olmak üzere Avrupa şehirlerinde Öcalan’a verilen onursal vatandaşlıklar, İngiltere ve İtalya ile başlayan dünyanın en kalabalık ve etkin sendikaları tarafından verilen onursal üyelikler, akademisyen-yazar-sanatçı-düşünürlerin kurduğu özgürlük inisiyatifleri; yüzlerce panel, konferans, etkinlik; Afrika’dan Avustralya’ya Öcalan’ın savunmalarının okunduğu atölyeler, sanatsal çalışmalar ve imza kampanyaları gün geçtikçe büyümekte.
Newroz’da verilen mesaj
Türkiye’deki hapishanelerde başlayan açlık grevleri, buna paralel tutsak yakınlarının özelde de kadınların öncülük ettiği adalet nöbetleri, Avrupa’da, Rojava’da yüz binlerin sokaklara döküldüğü yürüyüşlerle yükselen sese 8 Mart ve Newroz eklendi. Newroz kutlamalarının şiyarına uyarak, “Şimdi Özgürlük Zamanı” diyerek meydanları dolduranlar, “milyonları hücreye sığdıramazsanız” diyerek iradesini ortaya koydu. Şüphesiz ki tecridin kırılması da, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü de ortaya koyduğu paradigmanın, ortak yaşam iradesinin, barış ve demokrasinin hayata geçirilmesi ile yakından bağlantılı. Ve bu da bölgesel ve küresel düzeyde mücadele birlikteliği ile mümkün.
Bunun farkında olan Öcalan, yüz yılı aşkın süredir varlığı, dili, kültürü başta olmak üzere tüm hakları inkâr edilen, kendi kaderini tayinden yoksun kılınmış olan Kürt halkının kolektif ve anayasal haklarının tesisi için başlattığı mücadeleyi özellikle 1993 yılından itibaren demokratik yollarla ve uluslararası bir düzlemde tartışma ve çözüm bulma arayışında olmuştur. Nihayetinde 1 Eylül 1998 tarihinde ilan ettiği tek taraflı ateşkes, ardından Avrupa’ya geçtiğinde kamuoyuna duyurduğu ‘Yedi Maddelik Çözüm Paketi’, 9 Ekim 1998-15 Şubat 1999 tarihine kadar geçen bir bütünen Avrupa süreci bu arayışın bir parçasıydı. Öcalan, BM ve AB ve diğer ilgili uluslararası kurumlara ve dönemin İtalya Başbakanı D’Alema, İngiltere Başbakanı Blair ile ABD Başkanı Clinton başta olmak üzere ilgili tüm devlet başkanlarına, başbakanlarına ve dışişleri bakanlıklarına mektuplar göndererek Kürt sorununun Türkiye ile demokratik siyasi çözümüne destek verilmesi ve diplomatik ve arabuluculuk rollerini oynamalarını istemişti.
Avrupa devletleri parçası oldu
Başlangıçta gelişmeler olumluydu. İtalya’da politik güçler ve şahsiyetler ile yapılan diyaloglarda, Kürt sorununun çözümü için uluslararası konferansın yapılması konusunda hemfikir olunmuştu. Avrupa parlamentosunda bu yönlü bir karar da çıkmıştı. Yine İtalya’nın zorlamasıyla da olsa Almanya ve İtalya, uluslararası bir mahkeme kararına da varmıştı. Alman ve İtalyan hukuk komisyonları inisiyatifinde çalışmalara da başlanılmıştı. Ancak ABD ve İngiltere, Öcalan’ın Kürt sorununu Türkiye ile demokratik siyasi yoldan çözme girişimlerini terörize ve kriminalize ederek bu çabalara yanıt verdi.
O dönem ABD Dışişleri Bakanı Albright ve yardımcısı Talbott uluslarası komplodaki yerlerini adeta şu sözlerle itiraf ediyordu: “Başarılı bir şekilde Suriye üzerinde baskı yaparak (Öcalan’ın) sınır dışı edilmesini sağladık. Aynı politika Ekim ayında Rusya’ya karşı da uygulandı. Öcalan’ın 12 Kasım tarihinde İtalya’ya varışından bu yana hem kamuoyunda hem de İtalya ve Almanya ile giriştiğimiz yoğun diplomatik temaslarla Öcalan’ın adalet önüne çıkarılıp yargılanması çağrısında bulunduk.” ABD ve İngiltere’nin yaklaşımları nedeniyle gelişmeler tersine döndü. ‘İstenmeyen Adam’ ilan edilen Sayın Öcalan’ın yasadışı biçimde Türkiye’ye kaçırılmasının yolu böylelikle açıldı. Avrupa devletleri, o süreçten itibaren ABD koordinatörlüğündeki uluslararası komplonun ve İmralı tecrit sisteminin bir parçası oldular. Kürt meselesinde bağımsız bir politika ve duruş sergileyemediler. Beklenen demokratik tavrı gösteremediler.
Öcalan’ın paradigması sömürü düzenini sarsıyor
En nihayetinde uluslararası komplo Sayın Öcalan’ın çabaları ile esas gayesine ulaşamamış, aksine tüm ağır tecrit koşullarına rağmen demokratik çözüm çabası sadece Kürtler özelinde değil, Ortadoğu ve dünyadaki tüm halklar lehine geliştirerek, halkların binlerce yıllık özgürlük ve eşitlik ütopyasını gerçekleştirebileceği bir çözüm modeli sunmuştur. Halka umutsuzluk aşılayıp, kendilerine mahkum kılmak isteyen hegemonik sistem karşısında alternatif bir sistem sunduğu, bu şekilde de bin yılların sömürü düzenini sarstığı içindir ki, sistemin sürdürücüleri Öcalan fikriyatına düşmandırlar.
Öcalan’ın kapitalist moderniteye karşı demokratik çıkışı temsil eden mücadelesi, gerek evrensel gerekse de bölgesel boyutuyla halklar adına farklılık temelinde bir arada yaşamın izdüşümüdür. Bu yönüyle, O’nun fikirlerinin temel motivasyon kaynağı olduğu Rojava deneyimi ve mücadelesi, farklı etnik, dini, kültürel ve başkaca toplumsal tabakaların bir arada özgürce yaşamasına ilham olmuştur. Rojava, halkların ortak yaşamını inşa etmenin yanı sıra hegemonik güçlerin insanlık değerlerine saldırısına karşı da ortak direnişin vücut bulduğu bir örnek.
Halklar ve dünya kadınlarında karşılığı
Rojava deneyiminden sonra, paradigmanın kadın özgürlükçü yanının yansıması olan “Jin Jiyan Azadî” felsefesi de dünyanın dört bir yanında özellikle kadınlar tarafından sahiplenilen bir başka örnek. Sadece bu iki örnek dahi Öcalan’ın yarattığı paradigmanın halklarda nasıl bir karşılık bulduğunu çok açık bir biçimde gözler önüne sermekte. Yaklaşık bir yıl önce Avrupa’da ortak bir çalışmada tanıştığım Mısırlı bir kadın avukat, “ben Kürtlere kızıyorum, Öcalan’ı sadece kendi liderleri olarak görüyorlar. Halbuki yarattığı paradigma aynı zamanda benim/bizim için. Biz Mısırlılar da onu önderimiz olarak görüyoruz” sözlerini sarfetmişti. Geçtiğimiz Şubat ayında İtalya’da Sayın Öcalan’ın düşüncelerinin konu edildiği konferansta genç bir kadın akademisyen olan Sosyolog Marie Mies ise, Öcalan’ın en eski sömürge kadın tezinin karşılaştırmalı olarak sunumunu yaptı. Sunum ardından kendisine “Öcalan’la karşılaştığımız ilk anda sunumunuzu O’na anlatacağım” dediğimde gözleri doldu. İşte bu iki örnek, deneyimlediğimiz ve tanıklık ettiğimiz bir hakikatin, Öcalan’ın paradigmasının evrensel düzeyde nasıl sahiplenildiğinin bir yansıması. Paradigmanın evrenselleşmesi elbette daha baştan bu yana uluslararası bir karakterde olan hegemon sistemin saldırılarının artmasını da beraberinde getiriyor. Ve dolayısıyla buna dönük mücadelenin de evrensel boyutta daha güçlü yürütülmesini şart kılıyor. Özellikle Avrupa’da bulunan ve demokratik değerleri koruduğunu iddia eden kurumların misyonlarına denk bir tutum sergilemeleri için baskılar artırılmalı, Kürt sorununun uluslararası hukukun gerekleri ve demokrasi ilkeleri çerçevesinde çözümüne destek verilmesi sağlanmalıdır. Bu mücadelenin ilk ve en önemli ayağını ise etrafımızı saran tecrit duvarının yıkılması ve milyonların iradesini yansıtan Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması oluşturuyor.
*Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından