Toplumun eğitim ve sağlık sorunları

- Abdullah ÖCALAN
774 views

Fazladan bir konu gibi gözükse de, eğitim ve sağlığın tıpkı bilim gibi iktidar ve devlet tekeline geçmesinin yol açtığı sorunları kavramak önemlidir. Devletleşmiş bilim nasıl ideolojik hegemonyanın en etkili aracı konumunda ise, iktidarla bütünleşmiş eğitim ve sağlık da aynı karakteri yansıtır.

Eğitim toplumun deneyimlerini teorik ve pratik bilgiler halinde mensuplarına, özellikle gençlerine özümsetme çabası olarak tanımlanabilir. Çocukların toplumsallaşması toplumun eğitim etkinliği ile yürütülür. Çocukların eğitimi iktidar ve devletin değil, toplumun en önemli görevidir. Çünkü çocuklar ve gençler kendisinindir. Hem hak hem görev olarak çocuklarını ve gençlerini kendi geleneklerine, toplumsal doğa özelliklerine göre yetiştirmek ve kendisine dönüştürmek yaşamsal bir konudur; kendi varlığını sürdürme sorunudur. Hiçbir toplum varoluş hakkını ve bunun için gençlerini eğitme görevini başka bir güçle paylaşamaz, bu görevi başka bir güce devredemez. Söz konusu güç devlet veya çeşitli iktidar aygıtları bile olsa, bu hak ve görevini devredemez. Aksi halde kendini egemenlik tekellerine teslim etmiş sayılacaktır. Eğitim hakkının kutsallığı varoluştan kaynaklanmaktadır. Başta anne ve baba olmak üzere, hiçbir güç toplumu kadar çocukları ve gençlerine ne yakın olabilir, ne de onlar kadar yakın olma gereğini duyabilir. Tarih boyunca uygarlıkların en büyük toplum karşıtlıklarından biri, toplumu çocuklar ve gençlerden yoksun bırakma eylemidir. Bu eylemlerini iki yolla gerçekleştirirler: Ya büyüklerini imha ederek köleleştirir, ya da iktidar katında değerlendirmek için sözde eğitmek amacıyla alırlar.

Devşirme ocakları

Savaşların en önemli amaçlarından biri, en değerli mal olarak çocukları, kızları ve genç erkekleri bu iki yolla içlerinde eriterek devşirme ocakları oluşturmaktır ve oluşturur. İlkel bürokrasinin temeli böyle başladığı gibi, uygarlık tarihi de bir açıdan bu yöntemle hem toplumu zayıflatma, hem de bürokratik aygıtların gücünü oluşturma eylemidir: Topluma karşı toplum oluşturmak, doğal topluma karşı iktidar ve devletin toplumunu oluşturmak. Bu oluşumda öz toplumundan soyutlanmış çocuklar ve gençlere bambaşka bir dil, kültür ve tarih öğretilir. Özüne yabancılaştırma temel hedeftir. İktidarsız yaşamaları imkânsızlaştırılır. Hem ideolojik hem maddi olarak kendilerine en devletçi kimlik kazandırılır. Devlet ve iktidar onlar için varoluşun tek geçerli yolu haline getirilir. Devşirilen bu kesimler hem kendilerini devlet ve iktidar sayarlar, hem de böylelikle doğal toplumla zıtlaştırılırlar. Bazen devletin toplumuyla toplumsal doğa aynılaştırılır. Bu aynılaştırma yanlıştır, çelişkilidir. Uygarlık tarihi bu çelişki üzerine bina edilmiştir. İktidarların eğitimi gasp etmelerinin altında bu tarihi gerçeklikler yatar. Yoksa topluma karşı eğitim görevi umurlarında bile değildir. Bir sermaye sahibi işçilerini ne kadar eğitiyorsa, iktidar da hükmettiklerini o mantıkla, kendi kul-işçileri olarak eğitir. Adı bürokrasi de olsa, mensupları en alt düzeyden en üste kadar kul olarak yetiştirilir.

Kültürel fetih ve sömürgeciliğe karşı direniş

Özellikle ulus-devlet iktidarları toplumun tüm çocukları ve gençleri üzerinde tekellerini öncelikle eğitim yoluyla örerler. Kendi tarih ve sanat anlayışı, dinsel ve felsefi zihniyetiyle yoğurdukları kişiler artık eski ailelerinin değil, iktidar sahiplerinin öz çocukları, mallarıdır. Büyük yabancılaşma böyle kurumlaştırılır. Burjuvazi eğitim açısından tüm halk toplumu üzerinde en yoğun tekeli kuran sınıftır. İlk ve orta eğitimi mecbur kılıp, iş bulmak isteyenlere de üniversite diplomasını hatırlatınca, toplum gençliğinin üzerindeki yabancılaşma ve bağımlılaşma kıskacı, kafese alınma süreci zorunluluk kazanmış demektir. Zor, maddi güç ve eğitim, toplumu sömürgeleştirmenin dayanılması güç silahları haline gelmiş demektir.

Dolayısıyla toplumun uygarlık tarihi boyunca devlet ve iktidarın eğitim aracıyla kendine karşı yürüttüğü savaştan en çok darbe almış olduğu rahatlıkla belirtilebilir. Toplumların eğitim hakkı gerçekleştirilmesi en zor haklarıdır. Ulus-devletin ve ekonomik tekellerin devasa güçleri karşısında eğitim yoluyla toplumun varoluşunu sağlamak, tarihin en zorlu dönemine girmiştir. İdeolojik hegemonya son iletişim devrimiyle birlikte tüm toplum üzerinde yürüttüğü medya savaşıyla (sömürgeleştirmeyi askeri ve ekonomik yönü kadar, belki de ondan daha yoğun ve çaktırmadan yürütmesi nedeniyle) daha başarılı bir yeniden kültürel sömürgeciliği yürütmektedir. Bu kültürel fetih ve sömürgeciliğe karşı toplumun en temel varoluş araçları olan kendi öz ahlakı ve politik mücadelesiyle direnmesi tek özgürlük ve kurtuluş yoludur. Gençlerini kaybeden toplum veya tersine, toplumunu kaybeden gençlik yenilmiş olmaktan öte kendi varlık hakkını kaybetmiş, ona ihanet etmiş demektir. Gerisi çürüme, dağılma ve yok olmadır. Buna karşı temel toplumsal görev, varoluşunun temel araçları olarak kendi eğitim kurumlarını geliştirmektir; içerik olarak bilimsel, felsefi, sanatsal, dilsel yorumlarını bilim-iktidar yapılanmasından ayrıştırmaktır; anlam devrimini başarmaktır. Aksi halde toplumsal varlığın ahlaki ve politik dokularını görevsel kılmak mümkün olmaz.

Böylelikle eğitim sorunu özünde toplumun ahlaki ve politik kurumlarını (dokularını) zorunlu kıldığı gibi, ahlak ve politikanın görevi de esas olarak toplumsal eğitimi gerçekleştirmektir. Kendini eğitmeyen toplumun kendi öz ahlakını ve politik kurumunu geliştirme ve ayakta tutma imkânı ortadan kalkacağı gibi, sürekli tehlike altında yaşamaktan, çürümekten ve dağılmaktan kurtulamaz.

Öz sağlık kurumları ve uzmanlarını oluşturmak?

Toplumun sağlık sorunu da oldukça hassas bir konudur. Eğitim kadar önem taşır. Sağlığını kendi öz imkânlarıyla koruyamayan toplumun temeli, varoluş ve özgürlüğü ya tehdit altındadır veya tümüyle yitirilmiştir.

Sağlık bağımlılığı genel bağımlılığın bir göstergesidir. Fiziki ve ruhi sağlık sorunlarını çözmüş bir toplumun özgürleşme imkânı elinde demektir. Sömürge toplumlarındaki yaygın hastalık hali, yaşadıkları sömürge rejimiyle bağlantılıdır. Kendi sağlık kurumları ve uzmanlarını oluşturmak, toplumun temel hak ve görevi olarak görülmelidir. İktidar ve devletin bu görevi elinden alması ve tekelleştirmesi toplum sağlığına indirilmiş büyük bir darbedir. Sağlık hakkı mücadelesi kendine saygı ve özgürlüğü konusundaki hassasiyet demektir.

Kapitalist modernite eğitim ve sağlığın ulus-devletleştirilmesini yaşamsal saymaktadır. Toplumun varoluşsal, sağlıklı ve aydınlıklı gelişmesinin bağlı olduğu bu iki alan denetim altına alınmadan, üzerinde tekelci hâkimiyet inşa edilmeden, genel egemenlik ve sömürünün sürdürülmesi çok zordur. Sadece çıplak militarist zorla toplumun mülkleştirilemeyeceği bilindiğinden, eğitim ve sağlık üzerindeki denetim tekeller açısından olağanüstü önem taşır.

Bir kez daha görüyoruz ki, toplumun varoluşsal tüm sorunlarının temelinde tekelci devlet ve iktidar yatmaktadır. Kâr-sermaye bu iktidar tekeli olmadan sürdürülemez. Buna karşı demokratik uygarlığın sistemsel mücadelesi olmadan da toplumun hiçbir sorunu kalıcı çözüme kavuşamaz.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Özgürlüğün Sosyolojisi’ kitabından derlendi.