Yaşamı kavgayla kucaklamak

- Sakine Cansız
31 views
Zap’ın batı kıyısı boyunca uzayıp giden patikada bir süre yürüdüm. Fırın ve mutfakta çalışan arkadaşların gürültüleri ve balta sesleri dışında ortalık sessizdi. Arkadaşların tümü okulda ders görüyordu. Zap’ın tam kıyısındaki kocaman bir mağarada dört yüzün üzerinde arkadaş bir aradaydı.

Derin, dar bir vadiydi; bu yüzden okul daha da soğuk oluyordu. Özellikle sabahın ilk saatleri ve akşam üzerleri buz gibi bir esinti vardı. Buna rağmen Zap’ın güzelliğine doyum olmuyordu. Her iki yakada karşılıklı Zap’a akan çok güzel şelaleler vardı. Yaz kış, çevresi her zaman yeşillikti. Bu yoldan her geçtiğimde, kendimi bu manzaraya kaptırmaktan alamıyordum. O kadar derin bir vadide, bu kadar güzel tonda akan Zap suyunun yeşiline salıyordum düşlerimi. Gürültülü akışı bendeki yoğunluğu etkilemiyordu. Soğuğu kesmiyordu gözlerimdeki sıcağı. Sessizce seyre dalıyordum bu yüzden. Bazen böyle doluca düşüncelere dalmak ne güzeldi, çok ihtiyaç duyuyordum buna arada bir.

Yazmaya ikna olmak 

Noktadan fazla uzaklaşmadan geri döndüm. Yol boyu yazma konusunda kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Hatta bir isim arıyordum. ‘Kavga’ sözcüğünü çok seviyordum. İlk aklıma gelen, ‘Hep kavgaydı yaşamım’ oldu. “Fakat tuhaf, hep başkası anlattı” diyorum ardından. Adımlarım hızlanıyordu, daha çok yürümek istiyordum. Sanki bir şeyleri yakalamak için acele ediyor, zamanı uzatmak istemiyordum.
Uzun süre inatla ve büyük bir zevkle günlük yazıyordum. Genellikle yazdıklarım monolog biçimindeydi, kendimle konuşmalardı. Sessiz, karmaşık bir çatışmayı, bir iç hesaplaşmayı içeriyordu. Her şeyin ilk etkileri, ilk tepkiler, sınır tanımaz duygular, iz bırakan yanıyla her olgu, günlüklerde dışa vuruyordu. Bu nedenle yazarken ruhsal bir rahatlığı yaşıyordum. Bir görev gibiydi adeta, yazmayınca rahatsızlık veriyordu. Bu nedenle, arada kimi kopukluklar olsa da, sürekli yazdım. Günlük adeta ayrı bir dünyaydı benim için. Köklü alışkanlıklar edinmeme de yol açmıştı. Ben savaşımı hep bu zemine çekmiştim; içte hep kavgaydı; okların tüm uçlarını kendime yöneltmiştim.  

En güzel yaşamayı bilerek gitmek…

Yazmada yaşamın üretkenliği önemlidir. Emek varsa, bir şeyler yapılabiliyorsa ve onun huzuru içindeysen yazılır. Yazmadığını anlar, bu nedenle ya tadında çalışamadığını ya da sevincini, hazzını büyük duyduğum, çok coştuğum anlardı. Tezat gibiydi ama yazmanın tadı da, kavgası da bu şekilde anlamını buluyordu. Yaşama hükmetmeyi sağlamak, yazmak, anılara zevkle, heyecanla ve bilinçli uzanmak olacak ki kesinlikle böyle, büyük bir haz duyarak, en güzel yaşamayı bilerek gitmek istiyordum.

***

Henüz neler yazacağıma, nasıl yazacağıma dair bir taslak oluşturmuş değildim. Önceden tasarlayarak girmek gibi bir düşüncem de yoktu. Yılların, olayların bir yerinden işe başlamak lazımdı. Fakat bugünün etkileri de hala üzerimde yoğundu. Gelişmelere, olaylara kendimi kaptırmam, kendimi onların akışına teslim etmem doğru olmazdı. Bundan sakınmaya çabalıyordum. Tam tersine hepsine hükmetmek gerektiğine inanıyordum. Yaşama hükmetmeyi sağlamak, yazmaya, anılara büyük bir zevkle, heyecanla ve bilinçle uzanmak olacak ki, kesinlikle böyle derin haz duyarak, en güzel yaşamayı bilerek girmek istiyordum. Başka türlü olmazdı, ne başkaları zorlamalıydı ne de ben kendi gerçekliğimden o kadar uzaklaşmalıydım. Ve ben hala kendimi iknaya çalışıyordum. Pablo Neruda’nın ‘Yaşadığımı itiraf ediyorum’ kitabını Zap vadisinde bulmak, okumak güzel bir şans! Aslında çok güzel, çok değerli eserler var. ’95 baharında depolardan çıkarılan tonlarca kitap var. Dünya Devrimler Ansiklopedisi diziler halinde. Birçok klasik, yine roman çıkmıştı depolardan. Okulda kütüphane olması lazım fakat kitaplar eksik. Operasyon ve son Güney Savaşı sürecinde herhalde yeniden toprağa gömüldü onlar.

Zap’tan Dersim’e uzanmak

F. arkadaşta bir hikaye kitabı vardı. Borges’in ‘Yolları Çatallanan Bahçe’si. Arada onu da karıştırıyorum. Kurguları, düş dünyası çok zengin ama fazla çekici gelmedi. Mizgin okurken dayanamayıp sesli pasajlar sunuyor bize, zorla dinletiyor. Böylece hep beraber okumuş oluyoruz. Sessizliğimizi en çok Mizgin bozuyor, çok canlı, dolu dolu, sabırsız, mutlaka bir şeyler konuşur. Kendisi Pazarcıklı ama en çok Dersim’i konuşur, anlatır. Sorularıyla, anlatımlarıyla beni Dersim’e götürüyor genellikle. “Tarihimizi, yaşayanlardan öğrenmek daha güzel” diyor ve beni konuşturmaya çalışıyor. Yıldız Durmuş (Jiyan)’la kalmış. Onu da sıkça katıyor sohbetlerimize, birçok şeyi onun şahsında izaha kalkışıyor, adı eksik olmaz Yıldız’ın. Etkilenmiş, onun bazı özelliklerinde yakalamaya çalışmış yaşamı. Evet, tarihimizde bir parçaydı Yıldız.
“Eski arkadaşlardaki bazı temel özellikler hep ilgimi çekti, farklıdır. Yaşanınca bu görülmüyor ama biz sonradan daha iyi anlıyoruz. Yıldız’a sonradan çok daha saygı duydum” diyordu Mizgin. Beni zorluyor. Anlatmak, oraya girmek istemiyorum. Fakat o beceriyor, Dersim’deki bazı olaylar söz konusu olunca, oraya akınca sohbet, çocukluğuma kadar gidiyorum. Köyümüzü, civar köyleri, dağ isimleri, gerillanın kodladığı adlarla anılıyor şimdi. Çok azı eski adla anılıyor. “Sibirya, Çiyaye Sor, Ş. Rojvan, Ş. Dilovan” böyle gidiyor isimler, şehitlerin adıyla. Kendisinin tarifleriyle eski adlarını anımsıyorum. ‘Düzgün Baba’yı hiç unutmamışım ama. Orada Nazimiye kuş bakışıyla izleniyordu. Hele Ovacık. Kırk Gözeler, o buz gibi harika sular, Munzur’un kıvrımları, Laç deresi. “Oralarda olup da yazmak daha mı sürükleyici olurdu!” diye düşünüyorum sessizce. Dersim coşturuyor insanı. Zap ve Dersim! Hem birbirine çok uzak hem de yaşandıkça birbirine yakınlaşan güzel iki alan. Zap’ta Dersim’i yaşıyorum. Aynı heyecanı veriyor hem de.  Ama bir türlü yazmaya başlayamıyorum. Duygulardaki deli doluluk bazen yoğunlaşmayı engelliyor.

Yazmak beni değiştirmeli 

Yazacaksam savaşmasını bilerek, onu yaşayarak yazmalıyım. Yoksa yazılanların hiçbir değeri yok, olamaz. Yazmak aynı zamanda kendimi yeni baştan donatmamı gerçekleştirmelidir, o rolü oynatmalıdır. Günlük küçük şeylerden başlayarak ve giderek yaşamın her anında devrimci radikal ruh halini hakim kılmak, onun reflekslerini yeniden kazanmak yaman yazdırır.

***

Gezgör gibi anlatabilmek, yazabilmek

Günlerdir diretiyorum. Yazma istemimi kilitleyen inatçı bir ruh hali içindeyim. Aynı zamanda kendimle yoğun bir çatışma halindeyim. Duygu dünyam deli-dolu! Olmazı arıyorum, olmazı özlüyorum. Gezgör’ün (Mustafa Gezgör) hasretine ulaşılamıyor biliyorum ama yine de arıyorum. En kabıma sığmaz anlarda onlarla tartışırdım. Gezgör böylesi anlarımda, küçük not defterine çirkin yazısıyla yazdığı notları okur, beni o öfke cenderesinden çıkarırdı. Sert ama yerinde eleştiriler yapardı. Benim kendimde patlamamı önlerdi. Söyledikleri, nükteleri, betimlemeleri çok netti. Senin düşündüğün ama ifade edemediğini zengin tasvirlerle çok güzel dile getirirdi. Seni sana anlatırdı hem de çekincesiz, bir çırpıda, mertçe ve hiçbir kaygıya kapılmadan ortaya koyardı. Konuşmaları, yazmaları böyleydi. Kavgaysa, en yaman biçimde tutuşurdu. Küfürse, en büyük küfürü ederdi. Hem de alnının ortasından vururdu sözleri. Yoldaşlıkta aranan tüm sadelikler, en isyankar biçimde onda yaşam buluyordu. “Kavgaysa Gezgör’le kavga gibi olmalı” diyordum her zaman.

***

Kuşkusuz yazmak, duygularda coşmaktır. Yaşamı kavgada kucaklamaktır. Yazamadığım zaman demek ki, coşku yaralanmış, kavga tadında akmıyor yüreğime. Günlerdir dağınık da olsa, yazma istemi ağır basan çok yoğun bir duygu, düşünce atmosferi içindeyim. Ancak nereden ve nasıl başlayacağımı kestirmiş değilim. İşte bu oldukça zorluyor. Alışılagelmiş tarzda yazmak kolaylık sağlar, bunu biliyorum. Bu kendine özgü bakış acısı, onun duygu düşünce örgüsü içinde bir anlatım olacak ki, en çok bu noktada ‘ayrıksılığı, başkalığı’ yaşadım. O halde işi tersinden ele almak ya da ‘çubuğu tersinden bükmek’ nasıldır, nasıl olacak, onu bulmak zorundayım. Düşünüyorum ve sonuçta hiçbir kalıba sığdırılamayacak kadar zengin ve dolu bir yaşamı iliklerime kadar yeniden yaşayarak, duyumsayarak her zerresine büyük bir içtenlikle uzanmaya karar veriyorum.
‘Yazmaya karar verdim bir kez’ diyorum. Ne olursa olsun, yazacağım. Kavganın içinde ve kavgayla yazmaya başlıyorum.

*Sakine Cansız’ın ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ kitabının 3. cildinden derlenmiştir. Alıntılanan bölümlerde Cansız’ın kitabı yazmaya başlama sürecindeki iç monologları yer alıyor.