Yeni dönemin savaş tarzı ve Paris katliamları

- Rûşen Samsat
42 views
Yeni yüzyıl bütün çarpıcılığıyla kendisini her açıdan görünür kılarak somut bir şekilde hissettiriyor. Gümbür-gümbür geliyor demek yerindedir. Geçen yüzyılın hegemon ideolojik-politik yapıları, kalıpları ve kurumsal nizamı yerini büyük bir hızla yeni yapılara ve kurumsallıklara bırakmaktadır. Kurumsallıklar derken; aslında uluslararası hukuk ve alışılagelmiş yapılar, ilke ve ölçüleri kastetmiyoruz. 

Esasında geçen yüzyılın bilinen, açık olan nizam-resmi ilişki-anlaşma ve ölçülerinden ziyade, küresel düzeyde örtülü-gizli askeri-istihbari ve operasyonel işbirliği, geçici veya kalıcı ortaklıklar temelinde yapılar oluşmaktadır. Geçmişin diplomasisi günümüzde askeri-istihbari ve operasyonel ilişkiler ve mali operasyonlar sistematiğine dönüşmüştür. Eskiden de kimi askeri-istihbari ortak operasyon koordinasyonları veya birimleri vardı devletler arasında, fakat bunların bile işleyişi ve hareket alanları ve yöntemleri sıkı denetim çerçevesinde uluslararası hukuklara bağlanmış durumdaydı. 

Uluslararası ilişkilerin dönüşümü

Bu geçiş döneminde bunların hepsi rafa kaldırılmış durumdadır. İstihbarat örgütleri arasında, hatta resmi istihbarat örgütleri de değil, direkt çok gizli, resmi olmayan örtülü, hiçbir uluslararası hukuk bağlayıcılığı olmayan, fakat devletler eliyle oluşturulmuş kontra-paramiliter yapılar eliyle ortak uluslararası operasyonlar yapılabilmektedir. İstendiği ve çıkarları uyuştuğu noktada; bütün devletlerin böylesine geçen yüzyıldan bildiğimiz hukuk normlarına göre illegal yapılar ve bunların yaptığı işler vardır. Eskiden de vardı, fakat gelinen aşamada “uluslararası ilişkiler” dediğimizde bunun içeriği ve biçimi tamamen askeri-istihbari ve operasyonel bir ilişki sistematiğine dönüşmüştür. 

Liberal argümanlar bile ortadan kalktı

Dönüşümün niteliği/derinliği ve çapı oldukça sarsıcı. Kapitalist modernite neredeyse hiçbir liberal söylem-ideolojiye ve uluslararası kurumsal nizam ve hukuk çerçevelerine ihtiyaç duymaksızın, çok açık ve yıkıcı bir varlık/yokluk savaşını yürütmektedir. Geçen yüzyılın “sosyal devlet”, “insan hakları”, “toplumsal ve kültürel haklar”, “uluslararası hukuk normları” gibi liberal burjuva ideoloji argümanları ve bunun üzerine şekillenen bütün kurumsallıkları ve normları yerle bir edilmekte. “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı”ndan tutalım, bu hakka bina edilen ulus-devlet yapıları bir çırpıda darmadağın edilebilmektedir. 

Gelişmelerin odağındaki Ortadoğu

2020’lerin başından itibaren bu dönüşüm bütün hızıyla ve giderek tüm bünyeyi sararak ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmelerin en dikkat çekici ve bütün gözlerin de üzerinde olduğu bölge kuşkusuz Ortadoğu’dur. Ulus-devlet yapıları dağıtılmakta, onbinlerce insan soykırıma uğramakta, uluslararası veya ulusal çapta hukuk normlarının tümüyle neredeyse ortadan kaldırıldığı, halkların her türlü demografik, kültürel ve toplumsal kırımlara uğradığı, sistematik kadın kırımının geliştirildiği bilinmektedir. Fakat kapitalist modernite merkezlerinin de bu konuda yaşadığı şeyin, geçen yüzyılın çözülme/çöküş süreci olduğu açıktır.  Bunun somut örnekleri çok fazla.

Kadın hareketleri hedefte

Fakat en çarpıcı olanı esasta kadın hareketlerine karşı geliştirilen siyasi-kültürel ve ideolojik kırım ve bununla bağlantılı gelişen baskılar, suikastler ve şiddet sarmalıdır. Avrupa istihbarat örgütleri dünyanın her yerinde kadın hareketlerine karşı geliştirilen siyasi suikastlarde, özellikle kadın hareketlerinin öncülerine dönük istihbarat çalışmalarında ve operasyonlarda kesinlikle önemli bir rol sahibidir. Hatta bunu söz konusu devlet ile maddi çıkarlar-ihaleler, rüşvetler de dahil olmak üzere istişare ederek yürüttüklerini bilmek gerekiyor. Bu konularda Almanya, Fransa, İngiltere ve giderek Hollanda istihbaratları çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu yöntemlerin ve ortak operasyonel çalışmaların daha fazla geliştirileceğini öngörebiliriz.

İstihbarat örgütleri yan kol gibi çalışıyor

9 Ocak 2013’teki Paris’te Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’nin kurucularından Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez yoldaşlar şahsında gerçekleştirilen kadın katliamı, 23 Aralık 2022’de yine Paris’te Kürt Kadın Hareketi’nin öncülerinden Evîn Goyî yoldaş ile birlikte Kürt yurtseverleri Mir Perwer ile Abdurrahman Kızıl’ın katledilmesi böylesi operasyonların somut örnekleridir. 10 yılı aşkın bir süre üzerinden geçmesine rağmen, hala herhangi bir yargılamanın yapılmadığı bilinmektedir. Çok özenle her iki katliamda da suçun ve suçlunun gerçek tespiti yapılmamaktadır. “Tetikçi”ye atfedilen; bireysel suç kapsamında bırakılmakta, dolayısıyla katliamın arkasındaki uluslararası istihbaratların ortak işbirliği, illegal yapılanmaları ve ortak çıkarları özenle gizlenmeye çalışılmaktadır. Bunun katliama varmamış, fakat giderek Avrupa’daki Kürt yurtsever halkına ve kurumlarına karşı baskı, kriminalize etme, terörize etmeyi içeren saldırılar daha fazla artmaktadır. Avrupa istihbarat örgütleri adeta faşist-soykırımcı Türk devletinin bir yan kolu gibi Avrupa’nın ortasında kendi hukuklarını da hiçe sayarak saldırı gerçekleştirebilmektedir. 

Aynı düğmeye basılmışçasına operasyonlar

Neredeyse Hitler faşizminin SS’ini aratmayacak yöntemlerle, gecenin bir yarısı kapı-pencere kırılarak özel kuvvetlerle baskınlar yapılmakta, insanların gözü korkutulmaya ve mücadeleden vazgeçirtilmeye çalışılmaktadır. Tam da faşist soykırımcı TC’nin Kürdistan’da geliştirdiği saldırı dalgasına paralel bir zamanlama ve biçim ile aynı düğmeye basılmışçasına bunlar yapılmaktadır. Başta Paris katliamları olmak üzere, bütün bu saldırılar araştırılsın, kesinlikle arkasında TC’nin bir şekilde -ihalelerle, rüşvetle veya siyasi tavizler vererek- bu ülkelerin istihbaratlarıyla veya gizli birimleri ile somut operasyon için anlaşmaları vardır. 

İdeolojik bir tehdit olarak görülüyor

Özellikle Kürt Kadın Hareketi’nin giderek daha sistematik bir şekilde hedeflenmesi oldukça ideolojik-siyasi bir yaklaşım ve hegemon sistemin küresel düzeyde kendisine en büyük tehlikenin nereden geldiğini görmesinden kaynağını almaktadır. Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’nin küresel düzeyde yarattığı ideolojik-siyasi etki, genel Kürt Özgürlük Hareketi’nin toplumsal gelişimi üzerindeki etkisi, yine erkek-egemenlikli, iktidarcı sistemin temelini oluşturan kadın köleliğini kökünden sarsması-sorgulatması ve radikal mücadele perspektifini somut ortaya koyması, Kürt Kadın Hareketi’ni ve genel olarak da devrimci kadın öncülerine karşı saldırılar daha sistematik bir şekilde geliştirilmektedir. 

Daha fazla örgütlenme daha fazla öz savunma

Başta Kürt Kadın Özgürlük Hareketi olmak üzere, bütün kadın hareketlerinin bu saldırılar karşısında daha fazla örgütlü ve birlikte ortak öz savunmalarını geliştirme ve mücadeleyi yükseltme sorumluluğu vardır. Kuşkusuz bu tür uluslararası operasyonlar ve saldırılar karşısında hukuk zemininde mücadele yol ve yöntemlerini daha fazla geliştirmek gerekiyor. Bu konuda hukuk mücadelesinin önüne bilinçli bir şekilde devasa bürokratik engellerden oluşan bir duvar örülmektedir. Buna karşı hukuk mücadelesini daha geniş ve toplumsal zemine yayarak geliştirmek önemli olmaktadır. Geçen yüzyıldan kalan liberal mücadelenin en önemli sivil toplum alanı olarak “insan hakları” kurumları ve mücadele perspektifini gözardı etmemek lazım. En geniş toplumsal-siyasal kesimlerin desteğini, aynı zamanda en geniş kamuoyuna ulaşma ve duyarlılık yaratmak anlamında bu alanlarda güçlü bir mücadele ve eylem perspektifini de oluşturmak önemli olmaktadır. 

Bir günde sönümlenen gündemler

Bununla birlikte bu tür eylem ve mücadele zeminlerinin erkek egemenlikli-iktidarcı sistem tarafından hızla sönümlendirildiğini, kalıcılaşması, örgütlü gelişimi ve toplumsallaşması engellenerek sonuç almaması için işleyen bir öğütücü çarkın oluşturulduğu belirtilebilir. Dolayısıyla bir günde hızla dünyanın baş gündemi haline gelen dünyanın herhangi bir yerindeki dehşet düzeyindeki “insan hakları ihlalleri”, ertesi gün olmamış gibi sönümlendirilmektedir. Birçok uluslararası insan hakkı ihlali raporlarda işlenmekte; biraz çalışma ile başta BM olmak üzere uluslararası kurumların gündemlerine koyulabilmektedir.  Fakat bu ihlal, kırım ve insanlık suçları olduğu yerde kalmakta; ikinci gün böyle bir gündem hiç olmamış gibi sonuçsuz bırakılmaktadır. 

Hukuk mücadelesi toplumsallaşmalı

Bunun yeni yüzyılda erkek egemenlikli ve iktidarcı sistemin geliştirdiği halklara, doğaya ve kadına karşı savaş yöntemleri ve tarzı ile bağları olduğu açıktır. Dolayısıyla kadın özgürlüğünün her açıdan kendini bu yöntemler karşısında öz savunmasını örgütlü ve bilinçli bir şekilde geliştirmesinin aciliyeti her zamandan daha fazladır. Bunun en önemli ayağı kuşkusuz kadın özgürlüğünün kendisini toplumsallaştırması ve her alanda öz savunmasını geliştirmesidir. Hukuk mücadelesini de bu çerçevede ele almak gerekiyor. “Avrupa’dır, insan hakları, hak hukuk sistemi vardır” dememek lazım.