Bir bakışta aşk değil, bir bakışta ölüm

- Vildan Dirik
895 views

SOKAK COCUGU

Hiç bir bakış beni hayatımda böylesine etkilememişti. Bu kadar direkt, bu kadar içime işleyen, bu kadar sarsan, utandıran, düşündüren, öfkelendiren, yüreğimi sızlatan, isyana sürükleyen, korkutan, acıtan, kahreden, boğazımı düğümleyip, gözlerimi dolduran bakışlarla hiç karşılaşmadım.

Yaşamımız boyunca farklı zamanlarda bakışlarıyla bizleri etkileyen ve duygulandıran insanlar olmuştur. Bu bazen bir bebeğin gülen gözleri, bazen canı acıyan bir çocuğun dolu dolu gözleridir. Bazen evladını kaybeden bir ananın bakışları derinden yaralamıştır bizi, bazen yoksulluğun gözleri.

Tehditkar ve nefret dolu bakışlar, sevgi ve aşk dolu bakışlar, merhametli, şefkatli, neşeli, üzgün ve de mutlu bakışlar. Hepsinin yarattığı duygular başka başkadır. Her bakış içerdiği duyguları karşıya da yansıtır çoğunlukla. Bu yüzden sevgi dolu bakışlar yüreğimizi ısıtır, üzülenle üzülür, dertlilerle dertleniriz. Karşımızda ağlayan insanlara duyarsız kalmaz gözyaşlarımızı beraber akıtırız.

Gülen insanların yaydığı pozitif enerjiye kapılır, gülüşlerimizi buluştururuz. Mutluluk gibi bulaşıcı bir duygu daha yoktur. Beraber mutlu olmanın verdiği doyum duygusu insanın başına gelebilecek en güzel olaydır.

Bir de aşk vardır. Yakan, sarsan ve de çarpan. Denilir ki; ilk bakışlar vurulur birbirine, ilk bakışta aşık olunur ve aşıklar bir başka bakar birbirine. Aşkla bakan, aşkla çalışır, aşkla çalışan aşkla yaratır. Aşkın gözü kör değildir. Aşık olanın bambaşka bakması, herkesten farklı görmesidir sevdiğini. Bu yüzden unutulmaz ilk aşklar.

Yıl 2016. Tüm bakışlar anlamını yitirmiş. Ne aşıkların birbirinin yüreğine işleyen bakışları, ne açlık ve yoksulluğun gözleri… Ne acı dolu ne de neşe dolu bakışlarda bir anlam var. Dünyanın her yeri çocuk gözleri ile dolu. Her yerden bizlere bakıyorlar. Bu gözlerde ne tek bir anlam var, ne de yüzlerce… O kadar çok anlamı barındırıyor ki bu gözler, ne ayrıştırmak ne de seçebilmek mümkün bu anlamları. Ağlıyorlar, göz yaşları kan içinde… Gözleri dünya kadar büyümüş, salt göz olmuş çocuklar.

Yakamızda elleri, minicik elleri. Öyle minik ki tecavüze uğrarken kendini koruyamayacak kadar minik, ama yakamıza yapıştığında kocaman çocuk elleri. Pazarlarda satılan, din tacirlerine peşkeş çekilen, körpecik bedeniyle çalışmak zorunda bırakılan köle çocuklar, evleri başlarına yıkılmış, ailesini kaybetmiş çocuklar ve de cansız bedenleri sahillere vuran çocuklar. “Çocuk kadın demeden gereği yapılacak…” dendiğinde, kurşunlanan çocuklar. Babasına helal edilen, çocuk yaşta evlenmesi caiz görülen çocuklar. Topluca tecavüz edilen, topluca satılan ve topluca katledilen çocuklar ve bu çocukların gözleriyle boğduğu ‘yüce’ insanlık. Bakamayacağız artık bu çocukların ne gözlerine ne de yüzlerine. Onlarsa dimdik bakıyorlar, kocaman bakıyorlar, ölü bakıyorlar hepimize ve herkese, tüm dünyaya.

Bir el uzanmıştı sokağa doğru, zengin bir caddenin zengin bir magazasının önünde. Minik bir el, kirli, zayıf ve kara. Ne dileniyordu ki, ekmek mi? Para mı, yoksa yitirdiği yaşamını mı? Gözlerim takılı kaldı bu minicik ele, belki de cesaretim yoktu gözlerine bakmaya. Elimde ki bozuk parayı bıraktım avucuna. Diğer eliyle gözyaşını silerken farkettim karşısında ayakta başka bir çocuk olduğunu. Dertleşirken ağlıyorlardı usul usul. Tam o anda gözgöze geldik onunla. O kocaman ve ıslak gözlerle. “Sen bana para veriyorsun ve vicdanının rahat gidiyorsun evine” dercesine mi bakmıştı acaba ya da bana mı öyle gelmişti. Takılı kaldım bu coğrafyası gibi acılı, kanlı, gözyaşı dolu ve geleceği karanlık gözlere. Herşey vardı bu gözlerde, herşey. Yokluk, savaş, açlık, felaket, yitip gitme, sahipsizlik, taciz, tecavüz, dayak, aşağılanma, kölelik ve herşeyini kaybetmenin dayanılmaz acısı. Bu kadar çok şeyi bir çift göz nasıl anlatabilir diyeceksiniz belki, ama o bir çift çocuk gözünün anlattığını kelimelerle anlatabilmenin imkansız olduğunu kesinlikle belirtebilirim. O bir çift göz önce gözlerime, sonra yüreğime sonra da aklıma işleyiverdi. Yürüyüp giderken o zengin şehrin zengin caddesinde benimle gelen o geçmişini ve geleceğini yitirmiş çocuğun göz göz olmuş bedeniydi. Adını sormadım, o herkese göre sadece burda olmaması gereken bir sözümona “mülteci” idi… Yaşanılan insanlık felaketini yumuşatmak için masum bir kelime seçilmiş gibi, “Mülteci.” Oysa onun adı “insanlık” olmalıydı. Kaybeden insanlık, yok olan insanlık, ağlayan kahrolan ve acı çeken insanlık. Ben o gözlerde umudu, inancı ve güveni görmedim. Ben o bakışlara umut ve güven veremedim. “Sana söz olsun çocuk, yaşamın bana emanet” diyemedim. “Elimden tut, kalk gidelim sevgili insanlık” diyemedim. Bir gözleri kaldı bende, bir de aklımda şu iki cümle;

Bir bakışta aşık olunur da bir bakışta ölünmez mi?

Öldürür çocuk gözleri,

Eğer ölmüşse gözleri.

İnsanlık sizin gözlerinizde, sizin bedenlerinizde ve sizin gerçekliğinizde ölüyor ey çocuk ve dirilecekse yeniden, sizlere olan borcunu ödemeden dirilmemeli. Ölecekse daha fazla çocuklar, yitip gideceklerse kan revan, umut nedir, barış nedir bilmeyeceklerse eğer, yok olmalı dinler ve yakılmalı bayraklar.