Geçen gün bir arkadaşımız soruyor İngiltere’den; Eylül ayı içinde ders vermek üzere İstanbul’a gelecekti, şimdi ortalık çok karışmış, acaba gelmesi doğru olur muymuş? “Sen” dedim “üzülme, ülkenin batı cephesinde asayiş berkemal, olan doğuya oluyor. “Ortalığın karıştığını biliyor da nedenini, niçinini bilmiyor, anlatmaya çalıştım, herhalde beceriksizdim olmadı, olduramadım. IRA dedim “hıım” yaptı, biraz anlar gibi olmuştu ama hoşuna gitmemişti anlaşılan. İlla ki sebep arıyordu, neden? Ben de saf saf cevap bulmaya çalışıyordum. Bir de aklına takmış, geçen gelişinde bizi Ahmet Kaya dinlerken görmüş, dinlerken ağlıyormuşuz kızımla birlikte, bu ne demekmiş, ağlayacak ne varmış? İşte bunu da anlatmaya çalıştım, en sonunda “zorlama kendini” dedi, “ben anlamıyorum, benden çok uzak bunlar, sizin yaşadıklarınız farklı, belki de biz yaşamadığımız için, anlamıyorum…”
İşte cevabı buydu; Evet, dedim zaten siz anlamayın diye biz doğu halkları Rumu, Ermenisiyle, Süryanisiyle, Arap, Êzîdî ve Kürdüyle yüzyıllardır bu acıları yaşıyoruz bu eziyeti çekiyoruz, siz bu acıları çekmeyin diye, eza görmeyin diye kanımızı döktük, canımızı verdik ve şimdi size anlaşılmaz geliyoruz…
Size anlatmak kolay mı bir halkın takviminde her ayın başka bir anmaya çıktığı. Nisan’ı ayrı Mayıs’ı ayrı, Temmuz’u ayrı Eylül’ü ayrı bir kara yıldönümüdür Ermeniye. Bugün ülkenin doğusu alev alev yanıyor, on sene önce de yanıyordu, söndürülemeyen, söndürülmek istenmeyen, söndürülmesi yasaklı orman yangınları Naira’yı Pamuk Ninesinin hatıralarıyla buluşturuyor tekrar. Pamuk Nine küçücüktür, ayakları yangından kaçacak kadar hızlı değil, denizin azgın sularıyla boğuşacak kadar kuvvetli değildir. Biri kucaklamış onu koşturuyorlar, kim olduğunu bile hatırlamıyor, o günden geriye birkaç manzara mühürlenmiş gözlerine inen perdelere. Kendilerini kovalayan, yutmaya çalışan koca alevler, sonra kayık, bir kucaktan diğerine atılarak ulaşmış küçük Pamuk Nine dalgaların içinden o kayığa. Ve İngiliz gemisi, kendisini gemiye çekip alan gemicilerin diğerlerine niçin o denli gaddar davrandığını anlayamamış, kocaman açtığı gözlerle o İngiliz gemicilerin gemiye tırmanmak isteyenlerin üzerine kaynar su döktüğünü seyretmişti. Haynots (Ermeni mahallesi) dümdüz olmuş, ne kilise ne hastane ne de ev kalmıştır Ermenilerden geriye. Rumlar da mahallelerini silip süpüren alazların arasından denize dökülmüşler ve 9-13 Eylül arası üzerinden gâvur elbisesini çıkaran İzmir, elbiseyle birlikte toz silkeler gibi Ermenileri, Rumları da denize dökmüş, bu “kurtuluşunu” Haynots’ta kurulan İzmir Fuarı ve ileride kurulacak olan 9 Eylül üniversitesiyle taçlandırmıştır.
Pamuk Nine ise önce Yunanistan yetimhanelerinde diğer Ermeni yetimlerle felaket akrabalığı kurdu, daha sonra da Hayrenik’ten (Vatan-Ermenistan 1922’den 1942’ye kadar dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilere çağrı yaparak Sovyet Ermenistan’a yerleşmelerini sağladı) gelen çağrı üzerine yine yetimhanede tanıştığı ve orada evlendiği Melkonla birlikte Erivan’a yerleşti. Yeni bir vatan yeni bir yaşam, alışmaya çalışıyordu, çocukları olmuş, zamanla durumları da düzelmiş rahatı yerinde sayılırdı.
Ve biz sevgili öğretim üyesi Batılı dostumuz, bilmem sana nasıl anlatabilirim bu çok şükür, rahatı yerinde olan Pamuk Ninenin hayatta en çok sıcak sudan korktuğunu ve hayatı boyunca yıkanmamak için bin bir türlü bahaneler uydurmaya çalıştığını…