Bireyler olarak farklı kapasitelerde hafızalara sahibizdir. Aynı cep telefonlarının farklı ölçüde hafıza kayıt değerleri gibi bizler de farklı düzeylerde ve farklı özelliklerde beyin ve hafıza kapasiteleri ile birbirimizden ayrıyız. Kimimiz öylesine unutkandır ki onlara “balık hafızalı” denir, kimimiz de öylesine güçlü bir hafızaya sahibizdir ki bir bilg
isayar gibi herşeyi tarihleri, anlatımları ve günleri ile hiç unutmayız. Kimileri de vardır bazı olayları, kişileri hiç hatırlamazlar, kimileri ise numaraları ve sayıları vb rakamsal değerleri ise hafızalarına olduğu gibi kaydederler. Kaç megabitelik kapasitem var bilemem, ama ben bu üçüncü katagoriye dahilimdir. Kişi isimleri, onları nereden tanıdığımı, bilmem hangi tarihte yaşadığım olayları aklımda tutmakta zorlanırım, ancak yüzlerce telefon numarasını, kod numaralarını vb. aklımda tutabilirim.
Bu konuda denir ki; insan kendisi için ne önemliyse onu unutmaz. Bu bir ölçüde doğru olmakla birlikte insan beyninin hatırlamak istemediği şeyleri unutması ya da bilinç altına itmesinin kendisini koruma refleksi ile de bağlantısı olabileceği söylenmektedir. Eğer beynimizin unutma yetisi olmasaydı ve bizleri koruma altına almasaydı, sanırım yaşam dayanılmaz olurdu. Örneğin doğum acılarının sürekli hatırlanıyor olması herhalde doğum oranlarını büyük ölçüde düşürürdü. Ölüm acısının zaman içerisinde hafiflemesi de yaşamın sürmesini ve normalleşmesini sağlamaktadır. Elbette yaşamımızda “asla unutmam” dediğimiz olaylar vardır. Unutmasak bile her an bu olayları düşünerek de yaşamayız. Yaşam tüm hareketliliği ile devam ederken, bu akış bizi farklı yaşam motivelerine götürerek, yaşanmış olayları beynimizin bir deposuna hapseder. Gerek duydukça ya da herhangi bir olay bize hatırlattığında bu depoya gidip hapsettiğimiz olayları tekrar günyüzüne çıkarırız. Bazılarımız ise hiçbir şekilde hatırlamak istemediği olayları beynin en derin kuytusuna gömer ve bir daha asla çıkarmaz. Ancak bunu da başarabilen çok az insan vardır.
Bireyler olarak unutmak, hatırlamak kendi beyin ve hafıza güçleri, karakterleri ve psikolojik durumları ile ilgiliyken, insanlık ve toplumlar açısından bu durum daha farklıdır. İnsanlığın ve toplumsal yapıların hafızaları unutmaya meyilli ve deyim yerindeyse “balık hafızası” özellikleri taşıyorsa, bu durum o toplum ve dünya insanlığı açısından bir tehlike oluşturuyor demektir. Bir bireyin kendisine yapılanı ve bireysel bazı bilgilerini unutmasının kendisi dışında zarar verebileceği alan fazlaca büyük değildir ve bu durum ancak kendisini bağlar. Ancak toplumsal hafızanın, insanlık hafızasının zayıf olması; insanlığın geleceği, toplumun bütünü ve dünyamızın geleceği açısından herkesi ilgilendiren bir olgudur. Bu açıdan başlığımızı “En Büyük Felaket Unutmaktır” olarak kullandım.
Evet, beynimiz bizi korumak için unutmamızı sağlarken, toplumsal hafıza ise tam tersine insanlığın ve toplumun devamı için hatırlamamızı sağlar. Toplumsal hafızaların güçlü ve aktif olması o toplumu korur ve birbirine kenetler. İşte tam da bu yüzden toplumları kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek isteyen egemen güçler ve sistemler toplumların bu ortak hafızasını zayıflatmak ya da yanıltmak için çeşitli yöntemlere başvururlar. Bunların en başta geleni yaşanmış olayları çarpıtarak ya da yok sayarak farklı bir algı yaratma çabasıdır. Hafızaları ile oynanmış toplumların geçmişlerini, bugünlerini ve geleceklerini doğru tahlil edebilmeleri ve doğru yorumlara ulaşabilmeleri beklenemez. Çarpıtılmış bir tarihsel bilgiyle doğru sonuçlara ulaşmak imkansızdır, işte Türkiye halklarının yaşadığı en temel sorun burdan kaynaklanmaktadır. Yıllardır resmi devlet görüşleri ile yönlendirilmiş halklar ne birbirlerine ne de kendilerine sağlıklı yaklaşamamaktadırlar. Bu yüzden toplumsal sorunlarımızın ve halklar, inançlar, kültürler arasında yaşanan sorunların, oluşmuş önyargıların ortadan kaldırılmasının ilk yolu bu hafızanın temizlenip, doğru bilgilerle donatılması ve sağlıklı bir yapıya dönüştürülmesidir. Resmi devlet ve sistemlerin empoze edildiği bilgilerin tartışmalara açılması ve toplumun bilgiye en doğru ve sağlıklı yollarla ulaşmasının yolları açılmalıdır.
İnsanlık tarihi çeşitli felaketler yaşamıştır, bunların en başında savaşlar gelmektedir. Deprem, sel ve yer kayması gibi doğal felaketler de insanlık için “önlenemez olaylar” olarak ele alınmışsa da gelişen teknik ve bilim sayesinde alınan önlemlerle bu felaketlerin etkilerinin azaltılabileceği de bilinmektedir. Örneğin 7 -8 derecelik bir deprem Japonya’da bir kişinin burnunu bile kanatmazken, aynı şiddette bir deprem Marmara’da binlerin ölümüne yol açabilmektedir. Yaşanan her felaket sonrası canlanan toplumsal hafıza bir süre sonra ne felaketi ne de bu felaketten etkilenenleri hatırlamamaktadır. Bireyler olarak elbette birebir olarak çeşitli nedenlerden dolayı bu tür olayları hatırlarız. Ancak toplum hafızasının görevi salt hatırlamakla değil, aynı zamanda bu konuyla ilgili alınan tedbirleri, sağlanan imkanları ve sarılan yaraları da takip etmekle yükümlüdür. Böyle olursa toplumsal hafızanın bir anlamı olabilir. Savaşlar sonrası gelişen mülteci akımları ile ülkesinden çok uzaklarda ya da sınır hatlarında ve kamplarda yaşam mücadelesi veren insanlar sanki normal bir hayat yaşıyorlar gibi algılanmaya başlanılmışsa, toplumsal hafıza çökmüş demektir. İlk anlarda yapılan yardımların vicdanlarımızı rahatlatması, bu insanların da rahat ettiği anlamına gelmiyor, gelmemelidir. İşte tam bu noktada asıl felaket gündeme gelmektedir ki bu da unutmaktır. Unutmak yaşanmamış saymanın bir başka şeklidir. Halbuki felaketler biz unutsak da yaşanmıştır ve onu yaşayanlar ömürlerinin sonuna kadar bu etkileri yaşarlar. Toplumsal hafızanın bu yüzden sürekli taze kalması, kirlenmemesi ve etkilere kapalı kalması gerekmektedir. Toplumsal hafıza ne olanları, ne yapılanları unutmamalı, yeri geldiğinde hesap sormalı, yeri geldiğinde her türlü çarpıtmaya karşı mücadele etmeli ve toplumu sağlıklı bilgilendirerek, toplumsal yapının bütünlüğünü, zenginliğini ve doğal yapısını korumalıdır.
Sizler, bireyler olarak hatırlamak istemediğiniz herşeyi unutmakta özgürsünüz. Fakat bir toplumun parçası olarak toplumsal hafızayı oluşturuyorsak, ortak hafızamızın güçlü ve güvenilir olması için sorumlu davranmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. İçinde bulunduğumuz toplum yapısına ve insanlığa karşı sorumluluklarımızın bilinciyle hareket etmeliyiz.Toplumlara, halklara, insanlığa karşı olan hiçbir şeyi unutma lüksüne sahip değiliz, çünkü asıl felaket unutmakla başlar.