‘Dik durun ve elinizi rüzgara karşı sallayın’

- Rojda YILDIRIM
604 views

Yıllarca her hafta “özgürlük yürüyüşü” yapmayı bir gelenek haline getirmişti. Üstelik bu yürüyüş onlarca kadınla birlikte yapılırdı. Şafak söker sökmez başlayan yürüyüşte en önde yürürdü. O kadar hızlı yürüdü ki O’na ulaşmak oldukça zordu. Özel bir çaba sarf etmek gerekiyordu. Dağlık ve engebeli alanlarda hızla tur attıktan sonra mutlaka “özgürlük konuşması” da yapılırdı. Bu konuşmalar kadın özgürlüğüne dairdi. Sonra tek tek kadınlara söz hakkı verirdi. Özgürlük olgusu üzerine kadınların düşüncelerini ve yoğunlaşma düzeylerini anlamaya çalışırdı. Sürekli diyaloglar yapardı. Kadınların ağzından geleneksel ya da kölece söylenmiş herhangi bir söz karşısında oldukça öfkelenirdi. Gelenekselliği ve kölece duruşları sorgulamak için her kadına bir ayna tutardı. O’nun için kadınların konuşması, kendini ifade etmesi oldukça önemliydi. “dilsiz ve lal bırakılmış kadınların kendini ifade etmesi değerlidir” derdi. O’na göre konuşmak “dilsiz bırakılan kadınların özgülüğe ilk adım atışlarıydı.”

O büyük insan için hayatın kendisi sorgulamak ve arayış demekti. Özgürlükte ancak sorgulama ve arayışla gelişebilirdi. Bir gün Akademi sahasında bütün erkeklerin kadınlar için yemek hazırlamasını istemişti. Sahanın ortasına onlarca masa ve sandalye dizilmişti. Onlarca kadın oturmuş, erkekler de yemek servisi yapmıştı. Sonra birçok kadın bu özgün gün vesilesiyle konuşmalar yapmıştı. En son kapanış konuşmasını yapan Bilge İnsan “şimdiye kadar neden böyle bir şey düşünemedim acaba? Demek ki bende de halen feodal kırıntılar var” demişti. Kadınlar O’nu dinlerken bu sorgulama düzeyi karşısında şaşırmışlardı. Çünkü hayat O’nun için an be an sorgulamak, yenilenmek ve dönüşüm demekti. An’da gerçekleşen özgürlük düzeyi mücadeleciliğin kendisiydi. Yaşam kesintisiz bir mücadelecilikti. Çünkü “çözümlenen sadece an değil tarih, birey değil toplumdu.”
Biyolojik doğuşunu birinci, özgürlük hareketinin çıkışını ikinci, devletsiz demokratik ve özgür toplum inşasını ise üçüncü doğuş olarak nitelemişti. Doğuş olarak tanımladığı tarihsel çıkışların özüne ise kadın özgürlüğünü oturtmuştu. “En değerli projem” dediği kadın özgürlüğü bütün mücadelesinin olmazsa olmazıydı. Çünkü Bilge İnsan’a göre “demokrasi mutlak kadın özgürlüğü demek değildi. Toplumun özgürlüğü kadın özgürlüğünden geçiyordu.” Ancak “kadınlar kesintisiz bir mücadele anlayışına, kendi bedenleri, cinsiyetleri ve kimlikleri üzerinde mutlak söz hakkına sahip olursa özgür olabilirler”di. Bu da her koşul altında örgütlenmekti. Yaşamın kendisi, özü, cevheri de buydu.
Ve yine bir zamanlar o kutsal topraklarda bu felsefesini verdiği binlerce kadını ve erkeği uğurladı. Hepsiyle tek tek ilgilendi, dinledi, öneri ve görüşlerini sundu. Hepsinden bir dağ parçası yarattı. O koca yürekli insanlar O’nun izinden yürümeyi onur bildiler. Gün geldi toprağa düştüler, gün geldi kendi bedenlerini parçaladılar, gün geldi amansız işkencelerde direndiler. Ve o dağ parçaları sürekli çoğaldılar.
Ve yine başka bir zaman diliminde Bilge İnsan bir grup kadını uğurlamak için dağlık alanda kadınlarla “özgürlük yürüyüşü”ne çıkmıştı. Her uğurlama töreni ağır geçerdi. Gidip de bir daha O’nu görememek vardı. Bu sebepledir ki boğazlar düğümlenirdi. Duygular tarifsizleşirdi. Ayaklar zor sürüklerdi. Beden ayrı yürek ayrı taraflara giderdi. Ayrılmak zor da olsa kadınlar tek tek O’nunla vedalaştılar. Aşağıya doğru inmeye başladılar. O bir kayanın üzerinde duruyor ve sürekli el sallıyordu. Sonra hem yürüyen hem de sürekli dönüp arkasına bakıp el sallayan kadınlarda bir şeyler dikkatini çekti. El sallayışları ürkekti. Ve o yüksek kayalığın üzerinden kadınlara bağırdı: “kolunuzu dik tutun ve yükseğe doğru sallayın ve asla kolunuzu kırmayın” demişti. Ve sonra eklemişti “dik durun, ne olursa olsun her koşulda dik ve kolunuzu özgürce sallayın, korkmayın özgürlükten…”  demişti. Kadınlar durmuş ve var güçleriyle kollarını havaya kaldırmışlardı. Öyle bir sallamışlardı ki yokuş aşağı uçtuklarını sanırdınız.
O günden beri binlerce kadının eli hiç kırılmadı, özgürlük yolculuğuna O’nun yolunda devam ettiler. Ve bir Ekim ayında O’na uluslararası bir komplo yapıldığında ve sonraları kara bir Şubat gününde tutsak edildiğinde tam da bu özgürlük felsefesiydi hedeflenen. Doğuşundan beri Kürt halkının ve tüm halkların kulağına tıpkı bir sır gibi fısıldadığı özgürlüktü kök salan. Dur durak bilmeden kulaktan kulağa bir ezgi gibi fısıldandı ve yayıldı.
Önderliğimize düzenlenen uluslararası komplonun üzerinden yıllar geçti. Tabii ki milyonlarca kez “kahrolsun” diyeceğiz. Ancak O’na sunacağımız en güzel armağan uğruna mücadele ettiği özgür kadın çizgisinde ısrar ve özgür toplum inşası olacaktır. İşte o zaman dik duran ve rüzgâra karşı el sallayan duruşun bir karşılığı olacaktır…