Beni prenses yapma anne

- Vildan Dirik
509 views
Bir varmış bir yokmuş… Ülkenin birinde bir kral ve kraliçe yaşarmış ve bunların uzun bir dönem çocukları olmamış. En son gerçekleşmesini bekledikleri dilekleri kabul olmuş: Sarı saçlı, mavi gözlü çok güzel bir bebekleri olmuş. Kral ve kraliçe bebeklerinin dünyaya gelişini kutlamak amacıyla ülkenin dört bir yanına haber salıp herkesi davet etmişler.

Prens ve prensesler, şövalyeler ve hatta peri kızları bile davet edilmiş. Sarayın bahçesinde kazanlarla yemek dağıtılmış, yenilip içilmiş, dans edilmiş. Eğlencenin sonunda tüm misafirler bebeği görmek ve iyi dileklerini sunmak için sırayla saraya girmişler. En sona kalan üç peri kızı bebeğe sağlık, mutluluk ve başarı dilemişler.

Her şey çok güzel geçiyor derken kötülük perisi aniden kapkara dumanlar savurarak içeri girmiş. Beni davet etmeyi nasıl unutursunuz diye bağırarak bebeğe yaklaşmış.

Herkes korkudan taş kesilmiş bir şekilde olacakları beklerken, kötülük perisi bebeğin kulağına yaklaşarak şunları söylemiş; “On sekiz yaşına geldiğinde bu bebeğin eline çıkrık iğnesi batsın ve ölsün” demiş. Ve bağrış çağrışlar içersinde afalayan misafirleri aralayarak gözden kaybolmuş. Tam o esnada davete geç kalan başka bir iyilik perisi telaşla içeri girmiş.

Işıldayan dağınık saçları ile neler olduğunu öğrenmeye koyulmuş. Olanları duyunca; “Bu büyü çok güçlü, bunu tümüyle ortadan kaldıramam ama değiştirebilirim” demiş. Sevinç çığlıkları eşliğinde bebeğe yaklaşıp kulağına fısıldamış; Büyüdüğünde eline iğne battığında ölmesin ama yüzyıl boyunca uyusun, nihayetinde de bir prens gelip onu öperek uyandırsın.”

Cinsiyet, sınıf ve ırk ayrımcılığı

Masal böyle devam edip gider. Masalın bilinen adı: “Yüzyıl Uyuyan Prenses.” Yüzyıllardır bu ve buna benzer masallarla büyütüldü çocuklar. Her kültürde farklı anlatımlar olsa da prensesler hep güzel, kötülükler hep siyahtır. Hep bir prens tarafından kurtarılmayı ya da bir erkek tarafından seçilmeyi bekleyen kızlar vardır çaresiz. Erkekler hep güçlüdür, kadınlar ise ya kötülük yapan ve sonunda yakılan, uçurumlardan atılan cadılardır ya da zavallı çaresiz prenseslerdir. İçeriğine dikkat edilmeden okunan bu masalların filmlerinin, kitaplarının, karakter resimlerinin basılı olduğu eşyaların satın alınıp evlerimize, ama en önemlisi körpecik beyinlere yerleştirilmesi kadın, erkek rollerinin istenilen biçimde şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu masallarda işlenen cinsiyet, sınıf ve ırk ayrımcılığı, ötekileştiren masum cümleler, süslü püslü hayallerle inceden inceye örtülmüştür. Özellikle Avrupa çocuk literatüründe Grimm Kardeşlerin yazdığı Kül kedisi, Rapunzel, Hänsel ve Gretel, Kırmızı Başlıklı Kız ve Yüzyıl Uyuyan Prenses masallarındaki kadın figürlerin iyi ve kötü olmalarına göre tasvir edilmeleri, iyilerin ve güzellerin açık tenli ve sarışın, kötülerin ise siyah saçlı ve cadı olarak resmedilmelerini rastlantı diye tanımlamak saflık olur. Kız ve erkek çocuklarına biçilen roller, cinsiyetçiliğin temellerinin atılması masallardaki cümlelerin masumluğu arasında kaybolup gitmiştir.

Çocukluk dönemi ile başlayan roller

Sonraki yıllarda da kız çocuklarına yazılan prenses masalları, erkek çocuklarına yazılan korsan ve savaşçı masalları devam etmiş ve toplumsal şekillenmede çocuk edebiyatı her kültürde egemen kültürün oturmasında önemli bir rol oynamıştır. Günümüz cocuk edebiyatında Ortaçağ’da yazılan masallar güncellenmiş, kısmen de olsa çocuğun psikolojisine zarar verecek ifadeler yumuşatılmışsa da masallar özü itibariyle ana temasına dokunulmadan kalmıştır. Cadılar yakılmamış, sadece kaybolmuştur, kurtlar öldürülmemiş kaçıp gitmiştir, ancak hala prensesler prensler tarafından kurtarılmayı beklemekte, fakirler zengin olabilmek için birçok bilmeceyi çözmek zorunda kalacaklardır. Sarı saçlı prensesler yanında kızıl ve siyah saçlı prensesler olsa da güzellik anlayışı hep aynı kalmaya devam edecek tüm güzel kızlar sevgiyi hakedecektir. Çirkin olanlar ise kötülük yapmaya devam edecektir.

Bu masallardaki prenseslere özenen kız çocuklarının evlerinde Barbie bebeklerle oynamaları, güzellik ölçütü olarak yine o Barbie’yi esas almaları, ergenlik döneminde mankenlere özenmeleri, seçilen, beğenilen en önemlisi de savunulmaya muhtaç rolünü sürdürmeleri, erkek çocuklarının ise kadını seçen, beğenen “koruyan” gerektiğinde korsan olup kaçıran, uykuda iken ona sormadan öpüp uyandıran rolünü içselleştirmeleri cinsiyetçiliğin temellerinin dayandığı edebiyat boyutuyla görmemizi sağlamaktadır.

Özgür ve eşit bireyler yetiştirmek

Masallarda olduğu gibi günlük hayatımızda da farkına varmadan kız ve erkek çocuklarına erkek egemen sistemin biçtiği rolleri pekiştirmekteyiz. Bu bazen bir masal kitabında, bazen aldığımız bir oyuncakta bazen de izlediği bir film aracılığı ile olabilmektedir. Cinsiyet ayrımcılığı en küçük yaşlardan itibaren inceden inceye tüm kanallar aracılığı ile işlenmektedir. Çocuklarımızı cinsiyet özgürlükçü ve eşit bireyler olarak yetiştirmenin yolları, onları sistemin yaratmak istediği kadın erkek rollerinden mümkün olduğu kadar uzak tutmaktır. Aldığımız her oyuncağın, izlediği her filmin ve dinlediği her masalın ve şarkının bu anlamda oldukça önemi vardır. Sen kızsın şunu yapma, sen erkeksin ağlama, vb. ifadeler, çok düşünülmeden yapılan espiriler, anlatılan fıkralar, farkında olmadan kullandığımız cins ayrımcı ifadeler, yaratılmak istenen kadın ve erkek tiplemelerinin oluşmasına destek vermektedir. Her ne koşulda olursa olsun bu konuda taviz vermeden çocuklarımızı her türlü ırkçı, ayrımcı ve ötekileştirici anlayış ve yaşam alışkanlıklarından uzak tutmamız, onları özgür ve eşit bireyler olarak yetiştirmemiz gerekmektedir. Kız çocuklarını kendisine her koşulda güvenen, kendisini koruyabilen, kendisini seven ve beğenen, erkek çocuklarımızı ise aynı şekilde eşitlik ve adalet duygusu ile büyütebilirsek, toplumda var olan cinsiyetçi anlayışlarla daha güçlü mücadele etmenin yollarını yaratabilmiş olabileceğiz. Ne kızlarımız seçilmeyi bekleyen prensesler ne de erkek çocuklarımız kız kaçıran korsanlar olmak zorunda değiller.

Gelecekteki şekillenme ve rol önemli

Çocuklarımızın sistemin ideal kadın ve erkek modellerine benzeme çabaları erken çocukluk yaşlarında başlamakta ve bu çabalar ardından kendine güvensiz, kompleksli, hiçbir şeyden hoşnut olmayan bir kişilik yapısı oluşmaktadır. Saçlarının düz olmasını isteyen kıvırcık saçlılar, sarı olmasını isteyip boyatmak isteyen koyu saçlılar, incelmek için yemeden-içmeden kesilen ergen kız çocuklarının sayısı gittikçe artmaktadır. Bu durum annelerini oldukça zorlamakta, ancak daha kötüsü çocuklar arasında alay konusu olması açısından çocuklarda psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Ötekileştirmenin en basit şeklini çocuklar arasında görmemizin tek nedeni sunulan modellerin tek tip ve ideal olarak sunulmuş olmasıdır. Çocuklar arasında yaşanan mobbing olaylarının çoğu fiziksel özellikleri hedef almakta, yaşları ilerledikçe bu durum geldiği ülke, inancı, kültürü ve cilt rengine yönelik olarak çeşitlenmektedir. Üç ya da dört yaşlarındaki kreş çocuklarının her sabah histerik bir şekilde saçlarını annelerine defalarca yaptırmalarının, elbiselerini beğenmelerinin, ilkokul çocuklarının zaman zaman okula gitmek istememelerinin ardında çoğunlukla fiziksel farklılıklarına yönelik gülüşmeler, dışlanmalar ve ötekileştirmeler yatmaktadır. Bu basit gibi görünen olayların çocuğun manevi dünyasında yarattığı travmalar küçümsenmeyecek ölçüde önemlidir. Geleceğin şekillenmesinin bugünden olacağı göz önüne alındığında, geleceğin toplumunun eşit ve çoğulcu olabilmesinin çocuklarımızı bu tek tip modellerin sunulduğu ortamlar ve materyallerden uzak tutmak ve alternatif bir eğitim modeli ile eğitmekle mümkün olabileceğini bilince çıkarmak gerekir. Aldığımız oyuncaklardan, okuduğumuz masallara varana kadar bilinçli bir seçimle çocuklarımızı dünyanın tüm renkleri ve farklılıkları ile buluşturmaya çabalamalıyız. Kız ve erkek çocuklarımız arasında ayrım yapmadan eşit şekilde yetiştirdiğimiz oranda, cinsiyetçi zihniyete karşı önemli bir mücadele vermiş olacağımızı unutmayalım.