Özgürlüğe cesaret etmek

- Sebahat Tuncel
99 views
Bizler bir 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü daha cezaevinde karşılıyoruz. Bildiğiniz gibi, 8 Mart, New York’ta dokuma işçisi kadınların direnişi sırasında yaşamını yitiren kadınların anısına Clara Zetkin’in önerisiyle Enternasyonal’de Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edilmiştir. O günden bugüne dünyanın her yerinde kadınlar 8 Mart’ta alanlara çıkarak, özgürlük, eşitlik, adalet ve barış taleplerini dile getiriyorlar. Beş bin yıllık merkezi uygarlık sistemin kadınların hayatlarından, haklarından çaldıklarının hesabını soruyorlar, yeni bir yaşam kararlılığını dillendiriyorlar.

8 Mart’ı karşılarken, bu noktaya nasıl geldiğimiz, nasıl getirildiğimizi anlamadan yaşadığımız sorunlardan da çıkış yolunu bulmanın zor olduğunu düşünüyorum. İdeolojik ve politik alanda kazanmadan hiçbir alanda kazanılmayacağı gerçeğini fark eden kurnaz erkek binlerce yıllık neolitik kültürü, tanrıça kültürünü ortadan kaldırmak için yalana, hileye başvurmuş; kadınların toplumsal yasalarından tutalım ekonomik, kültürel, sanatsal tüm kazanımlarına el koymuştur. ’Birinci cinsel kırılma’ olarak adlandırdığımız bu ilk cinsel kırılma, kadın emeği ve bedeninin sömürüsüne, kadının köleleşmesine yol açmıştır. Bu gasptan sonra erkek egemen akıl, kadınların tarihini yaşanmamış kılarak tarihi kendisinden başlatmıştır. Erkeğin, erkek aklının yazdığı tarihte kadın yoktur, köleliğe ve sonsuz bir sessizliğe mahkum edilmiştir. ‘İkinci cinsel kırılma’ olarak adlandırdığımız dinler tarihi ile kadın köleliği tanrı buyruğuna bağlanmıştır. Dinler tarihinin başlangıcında erkek aklın yarattığı iki kadın kimliği vardır. Birisi, Adem’e eşit yaratılan Lilith, diğeri Adem’e boyun eğmediği için tanrılar tarafından Adem’in ‘kaburga kemiğinden yaratılan’ Havva. Havva kimliği etrafında örülen dışlanma, yasaklama, ayıplama, kadın kimliğinin başlı başına bir utanç kaynağı haline getirilmesi, kadının ‘eksik’ olduğu erkeğe eşit olmayacağı anlatısı, kadın köleliğinin meşrulaştırılma hikayesi olarak günümüze kadar gelmiştir. Buna sadece erkekler inanmamış, ne yazık ki kadın da bu anlatının bir parçası haline getirilmiştir. Ancak, kadınların binlerce yıldır yarattığı komünal, eşitlikçi, demokratik kültür tamamen ortadan kaldırılamamıştır. Her türlü baskı, zor yöntemine dayanarak, tanrıça kimliği ve kültürünün tüm izlerini silmeye çalışsa da, kadınların direnişi, mücadelesi, itirazı gizlenen kadın hakikatini açığa çıkarmayı başarmıştır.

Yeni bir bilinç oluşuyor

Dünyanın pek çok ülkesinde kadınların hakikat yolculuğu, gizlenen tarihi aydınlatmaya, insanlık ve kadınlar için gerçek tarihi yazmaya başlamıştır. “Geçmişi olmayanın geleceği de olamaz”, “varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz” belirlemeleri, en çok da biz kadınlar için geçerlidir. 21. yüzyılda ‘üçüncü cinsel kırılma’nın kadınların lehine gelişmesi için mücadele ediyoruz. Karşımızda binlerce yıldır örgütlü olan, kendisini yalan, zor, zulüm, sömürü üzerinden var eden bir sistem var. Ve bunu aşabilmenin yolu kadın özgürlük ideolojisini toplumsallaştırmaktan geçiyor. İşimizin hiç kolay olmadığının, yolumuzun uzun olduğunun ve bu yolda birçok engelin olduğunun farkındayız elbette. Ama önemli olan özgür bir yaşamın mümkün olduğunu bilmek ve bunun için sorumluluk almaktır. Kürt Kadın Hareketi olarak bizler de çıktığımız hakikat yolculuğunda, erkek egemenliğinin, yalan, hileye dayalı hikayesini değiştirerek, yeni bir hafıza, yeni bir bilinç açığa çıkarıyoruz. Ve yeni bir tarih yazıyoruz. Kürt Kadın Hareketi’nin bu yolculuğu, erkek egemen kapitalist sistem ve anlayışta, siyasette gedikler açıyor o nedenle de hedef alınıyoruz. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın toplumsallaşması, yani yaşamın inşası mücadelesi kolay değil. Kendi toplumsal gerçekliğimizi, kadının içine düşürüldüğü durumu bilmeden, kadın özgürlüğü ve buna bağlı toplumsal özgürlüğün mümkün olmadığının da farkındayız.

Eşbaşkanlık devrimsel bir gelişmedir

8 Mart’ta kadınların gündemi ayrımcılık, şiddet, taciz, tecavüz, işsizlik, yolsuzluk, savaş, göç, sömürü ve yerel seçimler olacaktır. Kadın hareketi politik harekettir. Ve yaşama dair her konu doğal olarak kadın hareketinin de gündemidir, gündemi olmak durumundadır. Erkek egemenliğinin yaptığı ilk iş, kadını yönetimden uzaklaştırmak, toplumsal öncülüğünü elinden almak olmuştur. O nedenle kadınların siyasete, yerel demokrasiye katılımıyla sistemin değiştirilmesindeki rolü belirleyicidir. Kürt siyasi hareketi kadınların siyasete katılımını stratejik bir konu olarak ele alıyor. Eşit temsil, kadınların özgün-özerk örgütlenmesi ve eşbaşkanlık sistemi ile Türkiye siyasetini de etkiliyor. Sadece siyasi partide değil Kürtler örgütlü oldukları tüm kurumlarda, eşbaşkanlık sistemini hayata geçirmiştir. Erkeğin alanı olarak görülen temsil makamlarının, başkanlıkların, kadın özgürlüğü ve kadın-erkek eşitliği perspektifiyle yeniden ele alınması toplumsal değişim-dönüşüm açısından devrimsel bir gelişmedir. Bu devrimsel gelişme, erkek egemen siyasetin temsilcilerini, cinsiyetçi, dinci, mülkiyetçi faşist iktidar ve ortaklarını korkuttuğu için eşbaşkanlık sistemini hedef almış, kayyım atamalarının gerekçesi yapmıştır. Eşbaşkanlık sistemi aynı zamanda kadınların kamusal alandaki görünürlüğü, toplumsal ilişkilerdeki konumunu da etkilemektedir.

DEM geldi, devran dönüyor

31 Mart yerel seçimlerine baktığımızda belediye başkan adayları, meclis üyeliklerine aday olanların bir iki parti dışında neredeyse hepsi erkek. DEM Parti dışında hiçbir partinin programında yerel yönetim programında kadın, kadın politikaları yok. DEM Parti ise, yerel demokrasiyi, halkın, kadınların kendi kendilerini yöneteceği özgürlükçü bir yerel yönetim modeli vadediyor. Bu model, demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü bir yaşamın inşası için belediyenin olanaklarını, halka ulaşma ve hizmet olanaklarını halkla birlikte, halkın ihtiyaçları doğrultusunda, en yoksulları, en alttakilerini önceleyerek karşılama, demokratik bir yönetimi halkla birlikte yapma iddiasındadır. O nedenle sistem  karşıtı herkesin, özellikle kadınların DEM Parti’yi desteklemesi, kadınların kurtuluşu ve özgürlüğe giden yolu kısaltacaktır. Bu vesileyle Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi, DEM Parti belediye eşbaşkan adayları, belediye meclis adaylarına başarılar diliyorum. “DEM GELİR DEVRAN DÖNER” bir slogandan çok bir gerçeği ifade etmektedir. Türkiye’deki mevcut gidişata dur demek isteyenler, barış, özgürlük, eşitlik isteyenler alternatifsiz değil. Şimdi DEM zamanı. DEM DEMA AZADÎ…

Filistin’e ses verip Kürdistan’a susmak…

Kadınlar olarak diğer bir gündemimiz barış. Kadın hareketinin savaş karşıtlığı, barış mücadelesi stratejiktir. Ortadoğu’da İsrail-Filistin işgali nedeniyle onlarca yıldır yaşanan savaş 7 Ekim 2023 tarihi ile birlikte yeni bir aşamaya girmiştir. Yine Türkiye’nin Kürt düşmanı politikası, Irak Federe Kürdistan, Kuzey-Doğu Suriye topraklarını işgal etmesi Ortadoğu barışını engellemektedir. Kürt kadınları olarak yıllardır Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü; Kürt halkının dil, kimlik, kültür haklarının güvenceye alınması; Kürt halkının kendi kendini yönetmesi için mücadele ediyoruz. 21. yüzyılda Kürt halkının varlığının tanınmaması, hak ve özgürlüklerinin kriminalize edilmesi, varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama mücadelesinin ‘terörist’ faaliyet olarak lanse edilip zor, zulüm, şiddet politikasının sürdürülmesi insanlığa karşı işlenen suçtur. Soykırımın bir biçimidir. İsrail’in Filistin işgaline hayır diyenler, Türkiye’nin Kürdistan’daki işgaline, İmralı işkence sistemine hayır demediği sürece barışın kapısı aralanmadığı gibi AKP-MHP-Ergenekon’un işlediği savaş suçlarına, soykırım uygulamalarına -farkında olmadan-, savaşın sürmesine onay vermiş olacaktır.

Barış mücadelesi dayanışmanın ötesinde

Türkiye kadın hareketinin, sosyalist ve feminist hareketin savaş karşıtı bir hareket geliştirmesi, Kürt sorununun eşitlikçi-özgürlükçü çözümü için yapacağı her çalışma, savaş politikalarını geriletecektir. Kürt kadınları olarak, barışın sağlanması bizim temel gündemlerimizden birisi elbette. Ancak, Türkiye kadın hareketinin Kürt kadınlarıyla dayanışmak için değil, gerçekten de stratejik bir barış programına ihtiyacı var. Türkiyeli kadınlar devletin savaş politikasına itiraz etmediği, güçlü bir barış hareketi geliştirmediği takdirde, bunun sonuçlarını tüm kadınlar yaşayacaktır. Devletin Kürdistan’da özel bir politika yürüttüğü gerçeği görülmelidir. Kürdistan’da polis-asker, korucuların kadınlara yönelik taciz, tecavüz vakalarında, çocukların, gençlerin uyuşturucuya, fuhuşa sürüklenmesinde rol almaları tekil vakalar değil, sistematik olarak devletin bilgisi dahilinde sürdürülmektedir. Yine şiddetin bir başka biçimi olan ekonomik şiddet de özel olarak uygulanmaktadır. İşsizlik, yoksulluk Kürtleşmiş ve kadınlaşmıştır. İnsanların etnik ve cinsiyet kimliği işe girme, veya işten çıkarmalarda etkili olmaktadır. Çalışma alanında her iki kimliğe karşı uygulanan ayrımcılık, mobing, psikolojik şiddet vs. savaş politikalarından, Kürt sorunundan bağımsız ele alınamaz. O nedenle sadece Kürt-Türk barışı açısından değil toplumsal barış, insanca bir yaşam için de barış mücadelesi stratejik olarak ele alınmak durumundadır.

Türkiye kadın hareketi tehlikenin farkında mı?

8 Mart’ın diğer bir temel gündemi kadınlara yönelik her türlü şiddet, ayrımcılıktır. Kadınlara yönelik şiddetin politik bir şiddet olduğu, erkek-devlet yargısı eliyle meşrulaştırıldığı gerçeğini bilen kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Her 8 Mart diğerine göre daha kitlesel geçiyor ama bu, kadın kırımına varan katliamları, şiddeti engellemeye yetmiyor. Bunun temel nedeni, kadın özgürlüğü ve eşitliğinin tam sağlanamamış olması, kadın köleliğinin, ideolojik, politik, kültürel olarak sistematik olarak sürdürülmesinden kaynaklıdır. Kadın hareketi olarak, öncelikle ideolojik bir mücadeleyi, zihniyet mücadelesini vermek, yeni bir politik ve ahlaki toplumu geliştirmek durumundayız. Kadınların en yakınları, eşleri, sevgilileri, babaları tarafından katledilmesi, tehlikenin kadınların uzağında olmadığını olduğunu gösteriyor. ‘Ya benimsin ya kara toprağın’ şeklinde kadını köleleştiren, mülkleştiren, insan olmaktan çıkartarak kadına her türlü zulmü, işkenceyi, emeğini, bedenini sömürmeyi hak gören anlayış kadınları öldürüyor, yaşam alanı bırakmıyor. Hiç kimse kendini güvende hissetmiyor. AKP iktidarı cinsiyetçi, milliyetçi, dinci erkek egemen ideolojisini, kültürel hegemonyasını yayıyor. Kadın kazanımlarını gasp ederek, İstanbul sözleşmesini iptal ederek, kendi kadın politikasını dayatıyor. Muhalif kadınlara, Kürt kadın hareketine siyasette, ekonomide, yerel yönetimde, demokratik siyasette yaşam alanı tanımıyor. Direnen kadınları ‘terörist’ ilan ederek, LGBT’leri hedef göstererek, hegemonyasını güçlendirmeye çalışıyor. Bunun için de eğitim alanında dinci, cinsiyetçi ve milliyetçi uygulamalar, ÇEDES programı ile çocukları, çocuklar aracılığıyla kadınları, aileleri dönüştürmeye çalışıyor. Kadınların çocukların geleceğini çalıyor, bizi karanlığa mahkum etmeye çalışıyor. Peki Türkiye Kadın Hareketi tehlikenin ne kadar farkında?

Farkındalık, cesaret ve örgütlülük

Düzen partileri, patronlar, medya kadınları yaşamın tümünden dışlamak için işbirliği yapıyor. Erkek dayanışması kadınlara yaşam alanı tanımıyor. Sadece kadınlara değil, doğaya, hayvanlara da… Oysa kadın dayanışması yaşatır, yaşatıyor. Yapılması gereken kadın dayanışmasını güçlendirmek, kadın kurtuluş ideolojisini toplumsallaştırmak ve sistemi değiştirmeye cesaret etmek… “Biz yaşamı uğruna ölecek kadar seven”, ancak kendi iktidarı için kadınları öldüren sisteme karşı çıkacak kadar öfkeli, güçlü kadınlarız. Kadınların öldükten sonra tabutunu taşımak için yan yana gelmek elbette önemli, ancak ondan daha önemli olan kadınların tabuta girmesini, katledilmesini önlemektir. Bunun için yan yana gelmeye, yeni bir toplumsal sistemi inşa etmeye ihtiyacımız var. Olympe De Gauges’in dediği gibi, “Kadın uyan artık!” Erkeğin iktidarı sana ait olanı senden geri istiyor. Böylesi bir bağımlılıktan kurtulmaktan neden korkuyoruz ki? Şimdi erkek egemenliğinden bağımızı koparıp insanca, özgür, eşit bir yaşamı, barışı, demokrasiyi inşa etmenin zamanı gelmedi mi? Bence geldi… Örgütlü kadınlar olarak çok önemli deneyimler elde ettik. Bizden çalınanın ne olduğunu artık biliyoruz. Özgürlük! O zaman özgürlüğü kazanmak için yapmamız gereken örgütlenmektir. Örgütlü kadın gücünün neler yaptığını da biliyoruz. Uzağa gitmeye gerek yok. Rojava devriminde, Kuzey Doğu Suriye’de Kürt kadınları kadın özgürlükçü bir yaşamı inşa ediyorlar. Dünya halkları, Kürt kadınlarını sadece IŞİD barbarlığına karşı Arin Mirkanlarla sembolleşen direnişi ile değil, Rojava’da kadın özgürlükçü bir yaşam için verdiği mücadele ile de tanıyor. Jina Mahsa Amini isyanında evrensel bir slogana dönüşen Jin-Jiyan-Azadî ile tanıyor. Harekete geçmek için cesarete ihtiyacımız var ve o cesaret de kadınlarda fazlasıyla var. Yeter ki farkına varalım.

Açlık grevleri ve kadın tutsaklar

Cezaevlerinde 8 Mart’ın temel gündemi 27 Kasım 2023 tarihinden itibaren, “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt sorununun demokratik çözümü” talebiyle başlayan açlık grevi olmakla birlikte, kadınların özgürleşme sorunu ve ‘kadınların hayatlarını nasıl değiştirebiliriz’i de tartışıyoruz doğal olarak. Yine bulunduğumuz Sincan Kadın Cezaevi’nde özgürlükleri gasp edilen kadın arkadaşlarımız şahsında devletin Kürt kadınlarını rehin alma siyasetinin hukuksuzlukta, haksızlıkta sınır tanımadığı gerçeğini de unutmamak gerekir. Erkek-devlet şiddetinin en çıplak halini, en büyük kötülüğünü bu uygulamada görebiliriz. Özgürlüğün gaspı sadece bir insan hakkı ihlali değil, aynı zamanda işkencedir, zulümdür. Dışarıdaki yoldaşlarımızın, kızkardeşlerimizin bu gerçeği görmesi ve içeride özgürlüğü gasp edilen kadınlarla daha güçlü bir dayanışma sergilemesini bir tercihten ziyade, sorumluluk olarak görüyorum. Ama ne yazık ki bugüne kadar bu konu tutsakların ve ailelerinin sorunu olarak görüldü. Bu nedenle de devlet özgürlüğün gaspı suçunu işlemeye devam etmekte. İçeride, cezaevlerinde erkek-devlet şiddetine karşı direnen kadınlar, dışarıda benzer taleplerle mücadele eden, direnen kadınlara selam, sevgi ve dayanışma duygularımızı gönderiyoruz. Ve tüm kadınların 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününü kutluyoruz.

Jin-Jiyan-Azadî…

* Kürt kadın siyasetçi Sebahat Tuncel, 6 Kasım 2016’dan beri rehin tutuluyor. Şu anda Sincan Kapalı Cezaevi’nde…