Devrimin halkaları ve 8 Mart

- Rûşen Samsat
89 views
İdeolojinin toplumlarla yeniden buluştuğu, bir toplumsal inşa gücü olarak yeniden düşünüldüğü ve yükselişe geçtiği bir çağa girmiş bulunmaktayız. Her şeyi yeniden düşünmek, birbirine bağlamak ve bir düşünce bütünlüğünü inşa etmek, çağın en heyecan verici yeni çıkışı olarak kendisini her zamankinden daha fazla hissettirmektedir.

Gelinen aşamada ideoloji ile hiçbir bağının olmadığını düşünen, “ideolojilerin bitişi” adı altında iktidarcı ideolojilerin en fazla kendisini hakim kıldığı kapitalist merkezlerdeki sıradan insanın veya dünyanın en ücra köşesindeki bir köylünün de artık bir ideoloji ve hakikat sorunu vardır.

İktidarcı ideolojiler sorgulanıyor

İktidarcı ideolojilerin özellikle liberalizm biçiminde en üst düzeyde hakikati hegemonyasına kurban ettiği ve belki de insanlığın en zorlu ve sancılı bir şekilde çöküşe geçen ideolojileri ilk defa bu denli kökten sorguladığı  bir tarihsel dönemi yaşamaktayız. En umut verici ve altın değerinde bir gelişmedir bu. Toplumsal ilişkiler sisteminden tutalım, sosyal-kültürel yapılara, üretim sisteminden, hukuk ve yapısal/kurumsal yapılanmalara, uluslararası ilişkilerden, savaş-barış ilişkilerine kadar hiçbir alanda dikiş tutmayan, dökülen sistem karşısında iktidarcı ideolojiler tarafından daha fazla ezilen, fakat aynı ölçüde de kendi hakikatine yakınlaşan bir insanlık gerçeği ile karşı karşıyayız.

Dozajı giderek artan ideolojik savaş

Birinci ve İkinci Dünya savaşları ve Hitler faşizmi gerçekliği bile, anlamakta güçlük çektiğimiz günümüz kapitalist çıkmazın sadece bir fragmanı niteliğindeydi. Hegemon ideolojiler ayaklarının altındaki zeminin kendi içine çöktüğünü gördükçe, akıl-mantığın alamayacağı kadar tutarsızlığa ve zihinsel çölleşmeye uğramaktadırlar. Bu ideolojiler giderek barbarlık düzeyinde bir ideolojik savrulma ile pençelerini daha sıkıca ve kanatırcasına uçuruma geçirmektedirler. Doğaya, halklara, kadınlara karşı giderek dozajı ve biçimleri artan savaş, bu gerçekliğin ifadesi olmaktadır. Burada en çarpıcı olan kuşkusuz, doğa ve kadına karşı geliştirilen savaştır. “Cinsiyetçilik tarihte en çok liberalizm çağında ideolojik bir öge olarak geliştirilip kullanıldı” diyor Rêber Apo.

Hakikat arayışının önü alınıyor

Doğa ve kadın şahsında toplumsal doğa, bu çağın en temel kullanım ve iktidar üretim alanlarına dönüştürüldü. Kapitalist hegemonyanın kaçınılmaz bir ürünü olan doğadaki felaketler bile kadın kimliği ile özdeşleştirildi; kadın isimleri ile tanımlandı. İnsanlığın toplumsallığından koparılarak bu denli maddi yaşama koşturulması, kültürel toplum hafızasının adeta darmadağın edilmesi, erkek egemen kodların cinsiyetçilik-milliyetçilik-bilimcilik biçiminde kadın-toplum ve doğa karşıtlığı temelinde seferber edilmesinin bu çerçevede değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Hegemon sistem bu anlamda çöküşe geçtikçe daha fazla her türlü savaşa koşmakta, savaşı ve kaosu varlığının ve hakimiyetinin bir zemin olarak sistemli yürütmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı esasta böyle yaşanmaktadır. Bu savaş en fazla kadına karşı yürütülmektedir. Erkek egemenlikli sistem, kadın köleliğini derinleştirdikçe, erkek egemen saldırganlığını kadına yönelttikçe ve  kadın gerçekliğinde toplanan toplumsallığı bastırabildikçe, ideolojik zeminini koruyabileceğini ve insanlığın yeni ideolojik açılımlarını ve hakikat arayışlarının önünü alabileceğini hesaplamaktadır.
Gerçekten de sistem, kadını teslim aldıkça, kadın uyanışını ve direnişini ezdikçe, onu başkalaştırdıkça, kullanabildikçe kendi ideolojik hegemonyasını her anlamda ayakta tutacaktır. Bu bağlamda kadın öncülüğünde ve onun etrafında insanlığın yeni bir uygarlık aşamasında büyük bir özgürlük yükselişine geçmesi kaçınılmazdır. Son yıllarda her alanda ve herkesin görebileceği açıklıkta, kadına karşı büyük bir savaşın yürütülmesi bu gerçeklik ile bağlantılıdır.

Kadın çağın temel dinamiği

Kadın, tıpkı uygarlık tarihinin en büyük devrim süreçlerinde kadın öncülüklü ve kadın zekasına dayalı dev toplumsal inşa sürecinde olduğu gibi; günümüzün temel toplumsal demokratik devrim çağının da temel dinamiği ve ideolojik formasyonunun taşıyıcı gücüdür. Bu taşıyıcı gücün merkez coğrafyası Kürdistan’dır. Kürdistan hem tarihsel ve hem de günümüz çağının feminen toplum inşalarının anası konumundadır. Bu gerçeklik kendisini  “Jin-Jiyan-Azadî” formülünde en çarpıcı olarak göstermektedir. “Jin-Jiyan-Azadi”, Rojava’da insanlık düşmanı DAİŞ’e karşı destansı kadın direnişinde ve Rojhilat Kürdistan özgülünde tam bir isyan kültürüne kavuşan somut bir yaşam ve mücadele felsefesine, yeni bir paradigmaya ve toplumsal inşa gücüne kavuştu.

Saralar, Semalar ve Delal’lerle örülen bir yol

Kuşkusuz bu, yarım asırlık çok zorlu bir mücadele ve bilinç, örgütlülük ve kültürel birikimin sonucudur. Her türlü erkek egemenlikli zihniyet ve yapılanmaya karşı baş eğmeyen dimdik kadın özgürlük mücadele çizgisi ve tarihi olan Sara’lar, toplumsal özgürlük için kendisini fedai çizgisinde patlatan Zilan’lar, her hücresinde yaktığı ateşle kadın özgürlük çizgisi ile toplumsal özgürlük çizgisi arasında örgütlü bir köprü kuran Sema’lar ve kadın özgürlük iradesini kadın ordulaşmasında zirvelere taşıyan Delal’ler, bu mücadelenin kilometre taşlarıdır. Bu yarım asırlık kadın özgürlük mücadele deneyiminin, gerçekliğinin ve tarihinin dünya kadınlarına hızla ve doğru aktarımı kadın devrimi öncülük iddiasının bir gereğidir. Dünya kadınlarında büyük bir etki ve heyecan yaratan kadın devriminin evrenselleşmesi, 21. yüzyılın en çarpıcı ve belirleyici gelişmesi olmaktadır.

Kadından çalmak istiyor

Başta iktidarcı ideolojiler ve hegemon güçler, her devrimci çıkış ve gelişmeye karşı kullandıkları yöntemde olduğu gibi, bu gelişmeyi de liberalizmin dehlizlerinde günümüz popülizm dünyasında bir kullanım aracı olarak kullanmak ve çalmak istediler. Fakat bu denli köklü ve radikal bir özgürlük ideolojisi  ve deneyimi, evrensel düzeyde milyonlarca ezilen kadına sınırları ve engelleri aşarak kendisini ulaştırmayı ve etkilemeyi başardı. Hegemon sistem bu gelişmeyi kendisi için en büyük tehlike olarak görmektedir. Birçok değerlendirmelerinde Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’ni temel hedef olarak belirlemektedirler. Dünyada giderek kadınlara, örgütlü kadın yapılarına ve kadın özgürlük çizgisine karşı başta ideolojik, askeri, toplumsal-siyasi ve kültürel olarak savaş ilan edilmesi, kadın özgürlük mücadelesinin toplumsal özgürlük mücadele zeminlerine akmasının önünü almak içindir. Hegemon sistem bu amaçla mücadeleyi saptırmak, mümkünse şiddetle ezmek, ya da kendi iktidarcı ideolojisi için kullanmak istemektedir.

Kadın soykırımı her yerde

İran’da Jina Emini’nin katledilmesi, kadınların idam edilmesi,  Afganistan’da Taliban’ın kadınlara kendi ülkelerini zindan haline getirmesi, Sudan, Etiyopya vb Afrika ülkelerinde her gün kadınların fuhuş için kafile kafile kaçırılmaları, Bangladeş ve dünyanın hemen her yerinde kadınların ucuz işgücü olarak kölelik statüsünde tutulması, Filistin’de 3 ay içinde binlerce kadının soykırımdan geçirilmesi, Asya başta olmak üzere birçok ülkede kadınların seks kölesi haline getirilmesi, Hindistan’da toplu tecavüzlerin yaygın hale getirilmesi, dünyanın her yerinde kadına karşı şiddetin açık görünür kılınarak teşvik edilmesi, kadın bedeni üzerinde sayısız operasyonların önde gelen sektör haline getirilmesi, faşist iktidarların ve hegemonya savaş politikalarının kadın görünümlü hale getirilmesi gibi daha da saymadığımız birçok durum, bu savaş ve kadın soykırım politikalarının sonucu olmaktadır. Giderek faşizmin dünya çapındaki yükselişi, aydınlanan ve başkaldıran kadına karşı yürütülen kapsamlı savaş ve şiddet zemininde kendisini örgütlemektedir. Faşist-dinci ideoloji ile yüklenmiş, faşist rejimler tarafından örgütlendirilmiş paramiliter güçler, her yerde kadına karşı şiddeti ve savaşı yürütmektedirler.

Örgütlü ve öz savunmaya dayalı mücadele

Bu gelişme sadece şu veya bu ülkede değil, evrensel düzeyde ve sistematik olarak bilinçli ve örgütlü olarak geliştirilmektedir. Bu anlamda bu savaş gerçekliğinin ve saldırıların temel kaynağının daha fazla bilince çıkarılmasına; bu temelde daha ideolojik bilinçle donanmış, örgütlü ve öz savunmaya dayalı bir kadın mücadelesinin gelişmesi kaçınılmazdır. Henüz kadın devriminin bu anlamda başında bulunmaktayız. Dünya kadınları olarak devasa devrimci görevler ve mücadele alanları önümüze çıkmaktadır. Kadınları özgürlük mücadelesine kaldırmak, kapsamlı bir devrim çalışmasını ve sorumluluğunu yüklemektedir. Özellikle de ideolojik bilinç donanımını, örgütlü kadın iradesini yaratmak, dünya kadınlarını Kürt Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin yakıcı tarihi ve mücadele deneyimi ile daha derinden buluşturmak, bunu yapabilecek donanım ve örgütlenmeye kavuşturmak, hem tarihsel ve hem de günümüzde bütün şiddetiyle ve acımasızlığıyla yürütülen savaş gerçekliği karşısında en temel vicdani ve ahlaki sorumluluk olmaktadır.

8 Mart’a verilecek en temel cevap

8 Mart vesilesiyle yeni bir kadın yılına girerken, dünya kadın özgürlük mücadelesini bir bütünlük içerisinde görmek, ana kadın nehrinin akışını daha da görünür kılmak ve her kadının bu nehirden ve güç kaynaklarından beslenmesini sağlayabilmek önemlidir. Bu anlamda hızla dünya kadınlarına ulaşacak araçları ve yöntemleri oluşturmak, ulusal kalıpları, dar güncel pratik bakış ve yapıları aşarak, geniş, kapsayıcı, zengin yöntemlerle ufuk açıcı, esnek ve farklılıkları birleştirici-ortaklaştırıcı çalışma ve yaklaşımı geliştirmek kadın devriminin 8 Mart’a ve kadın özgürlük mücadele ve emek birikimine verilecek en temel cevap olmaktadır. Bu anlamda giderek kadın özgürlük ideolojisini ve manifestosunu demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın evrensel boyutlarda yayılması ve bir ortak akışa kavuşturulması, 8 Mart’a kadın devrim halkalarını sığdırmanın temel çalışması olacaktır.