Çağın öncülüğüne soyunmak

- Rojda SİVEREK
591 views

“Uygarlık tarihi, kadının kaybedişi ve kayboluşu tarihidir. Bu tarih tanrı ve kullarıyla, hükümdar ve tebaalarıyla, ekonomi, bilim ve sanatıyla erkek egemen kişiliğin pekiştiği tarihtir. Dolayısıyla kadının kaybedişi ve kayboluşu, toplum adına büyük düşüş ve kaybediştir. Cinsiyetçi toplum, bu düşüşün ve kaybedişin sonucudur. Cinsiyetçi erkek, kadın üzerinde sosyal hâkimiyetini inşa ettiğinde o kadar iştahlıdır ki, doğal her türlü teması bir egemenlik gösterisi haline getirir.”

İçerisinde bulunduğumuz çağda insanlık kendi tarihinin sözde en gelişkin, en üst düzeyini yaşarken, insanlığın ve doğanın korkunç bir girdap içerisinde boğulmasının en önemli nedenlerinden birisi, kadın sorununun doğru ele alınıp, doğru çözümler üretilememesidir. Tarih boyunca kadın sorunu tek taraflı olarak ele alınmıştır. Kutsal kitaplar eril bakış açısıyla yazılmış, yaşam bu bakış açısıyla şekillenmiş, yaşam tek renge büründürülmüştür. Bu sorun tek taraflı ele alındıkça, cinsiyetçi bakış açısı ve zihniyet yapılanması toplumları çıkmaza sürüklemiştir. Tarihte kadın sorununa doğru yaklaşmama, toplumların düşüşünü de beraberinde getirmiştir.

Doğru bir toplumsal yapılanma

Doğal toplumun tanrıça anası, yaşanan tarihi sapmayla tapınak fahişesine dönüştürülmüş ve pazarların satış metası haline getirilmiştir.  Birçok filozof ve önder, kadın sorununu ele alır ya da değerlendirirken, kadını eksik bir cins olarak tanımlamış ve insan olarak ele almamıştır. Burada temel çelişki, toplumu oluşturan her iki cinsin aynı ve eşit koşullarda yaşamın sahibi ve örgütleyeni olmamasıdır. Kadın; ezilen, sömürülen, baskı altına alınan ve erkeğin zevk nesnesi haline getirilendir. Bu zihniyet yapılanması, kendini farklı renklere büründürerek bu günlere kadar getirmiştir. Gelişen bu zihniyet yapılanması kırılmak zorundadır. Adaletsizliğin ve eşitsizliğin olduğu koşullarda ezilenlerin kendisini örgütleyerek, verili düzenin ve sistemin zihniyet yapılanması karşısında, doğru yaşam arayışlarını geliştirmesi ve özgürlük arayışlarını derinleştirmesi kaçınılmazdır. Kadın, erkek egemenlikli sisteme karşı bu mücadeleyi geliştirecektir. Bunun oluşabilmesi için, düşünce ve duygu dünyasının çok güçlü temellerde yeniden yapılandırılması gerekecektir. Kadın ve erkek ilişkileri doğru düzenlenmedikçe, doğru bir toplumsal yapılanmaya ulaşılamaz.

Mevcut haliyle, topluma rengini verenin erkek olduğu görülmektedir. Erkek egemenlikli sistem bu sorunu çözme arayışı içerisinde değildir. Sistem açısından kadın hep birileri için yaşar ve birilerine ait olmak zorundadır. Buna karşılık kadın açısından, ideolojik bir mücadele verilmek zorundadır. Sistemler arası mücadelede ideolojik bakış açıları ve güç kaynakları oldukça önemlidir. Eğer sorun doğru temellerde ele alınıp çözümlenebilirse, kadın yaşadığı sisteme daha fazla rengini katabilecektir.

“Nasıl yaşamalı?”

Fakat egemen ve ezilen ideolojiler, tarihin bu kördüğümüne çare üretememiş, çare üretmediği gibi de düğümün üzerine düğüm atan bir durumu ortaya çıkarmışlardır. Kadın kurtuluşuna, daha gerçekçi ve özgürlükçü bir bakış açısıyla yaklaşmayan her ideoloji, aslında toplumu yok oluşa ve bitişe sürüklemektedir. “Nasıl yaşamalı” sorusu karşısında da doğru yanıtlar veremeyip çaresiz ve yok edici yanıtlar verirler ki; bu da insan yaşamında en önemli yeri teşkil eden kadının hak ettiği bir konumda yaşamını sürdürememesine neden olur. Böylesi bir sonuç, yaşam içerisinde bir dengesizliği yaratır. Bu aşamadan itibaren, yaşam kadına zehir edilmiştir. Yaşanan bu dengesizlik karşısında kadın ise, tarihin ona yüklediği misyonu tam olarak yerine getiremeyecektir.

Önderliğimiz, toplumsal anlamda kadının yaşadığı trajediyi görerek “Nasıl yaşamalı” sorusuna çok güçlü cevaplar vermiştir. Bu deneyimi çok güçlü eleştirisel yoruma tabi tutarak, kadın konusunda çocukluğundan bugüne, kadının yaşamış olduğu çelişkileri gözlemleyerek, kadına olan yaklaşımların farkına varmış ve yaşanan haksızlıkları kabul etmemiştir. Kadının durumunu, Kürdistan’ın durumuna benzeterek sorunu bilimsel temellerde ele alıp çözmeye çalışmıştır. Genel hareket içerisinde kadın örgütlenmesine ve özgünlüğüne özel bir önem vererek geliştirmiş, Kadın Kurtuluş İdeolojisi’ni geliştirmiştir.

Erkek egemenlikli sistemin, kadını en acımasızca vurduğu bir dönemde kadında iradeli, cesaretli bir çıkışı gerçekleştirmiştir. Kadının içerisinde bulunduğu köleleştirilmeyi en derinden kadına hissettirmiş, kendi özüne dönüşü gerçekleştirerek, düşünsel gelişimi ile özgürlükçü bir bilinç ve toplumsal özgürlüğü yaratabilecek cesareti vermiştir.

“Kadın Kurtuluş İdeolojisi”

Özgürlük mücadelesini geliştirirken de, ideolojik ve felsefik bir bakış açısıyla, “PKK’nin de bir kadın partisi” olduğunu ve kadının da bu özgürlük mücadelesi içerisinde yer alabileceğini kanıtlamıştır. Özgürlük ortamına kadının katılımı önemli bir başlangıcı ifade ederken, verilen yoğun eğitimler ve tartışmalar sonucunda da kadın kendi özüyle buluşturulmak istenmektedir. Bu sisteme karşı açılan bir savaştır.  Kadının da ideolojisinin olması gerektiğini ve ideolojik bir mücadele yürütebileceği gerçeğinden hareketle “Kadın Kurtuluş İdeolojisi” kavramını geliştirerek, aslında yaşamın en temel sorununa çözüm getirmek istemiştir.

“Kadın Kurtuluş İdeolojisi” salt bir cins ideolojisi değil, sosyal bir ideoloji olarak ele alınmıştır. Kadın Kurtuluş İdeolojisi temelde yurtseverlik, özgür düşünme, özgür irade, örgütlülük ve mücadele bilincinin geliştirilmesidir. Kadının kendini tanıyabilmesi, erkek ve erkek egemenlikli sistemden kopuşta Kadın Kurtuluş İdeolojisi, temel bir yaşam duruşu olarak ele alınır. Bu ideoloji, özgürleşen kadın, özgürleşen toplum anlayışı temelinde geliştirilmek istenmiştir.

Önderliğimizin kadın sorununa yaklaşımı, zihniyet açısından bir devrimi ifade etmektedir. 21. yüzyıla damgasını vuracak olan da bu devrimin demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmasıdır. Önderliğimiz çağın temel sorununun kadın sorunu olduğunu belirtirken, aslında sorunun çözümünde ideolojik ve felsefik olarak toplumsal cinsiyetçiliğin özgürleştirilmesinin zorunluluğunu dile getirmiştir. Kadınla kurulan dostluk ve kadına duyulan büyük sevgi yine Önderliğimizin kadını yeniden yaratma arayışları sonucunda ortaya çıkmıştır. Kadına uygulanan genel anlamda şiddet ve baskı bir varolan eşitsizlik ve adaletsizliğin göstergesidir, kadın köleliğinin derinleştirilmesidir. Toplumsal anlamda yaşanan bu eşitsizlikler ve baskılar giderilmeden özgürleşme ve adaletten söz etmek zor. Özgürlük felsefesinin özünü, bu bakış açısı oluşturmaktadır. Bu felsefe Kürt Özgürlük Hareketinin temel harcı ve mayasıdır.

Kürt Kadın Hareketi öncüleri Zilanlar, Beritanlar, Semalar, Viyanlar, Saralar, korkusuz mücadele ve tavizsiz direnişleri ile bu özgürlük felsefesinin toplumsal gerçeklikte ete-kemiğe bürünmesini sağlattılar.

Zilan’ın izinden…

Zeynep Kınacı, yani Zilan yoldaş 30 Haziran 1996’da büyük eyleme koşarken parolası  ‘anlamlı ve özgür bir yaşam’ın yaratılmasıydı. Yaşam ya özgürce olacak ya da hiç olmayacak diyerek sömürgeci faşist rejimin kalesine yöneldi. Askeri sonuçlarıyla başarısı tartışma götürmez eylem, en çok da Kürdün sömürge yaşamına, bitirilen inancına, vasıfsızlaştırılan edilgen kadın duruşuna bir müdahaleydi. Kürt bireyinin beynini, yüreğini sarsan, bilincini ve ufkunu açan bir eylem. Askeri ve politik olarak nasıl güç olunacağını, bir bireyin büyük amaçlar uğruna kendisini nasıl örgütlü bir  güce dönüştürebileceğinin kanıtıdır.

Zilan yoldaşın özgür yaşam arayışı aşk derecesindedir. Savaşta ve yaşamda yenginin sembolüdür. Adaletli, özgür ve anlamlı yaşama çağrıdır.

Şimdi her Kürt bireyi açısından yeniden ve yeniden sorulması gereken soru; “Zilan’ın anlamlı ve özgür yaşam” sırrıdır?

 

 

* KJK Yürütme Konseyi Üyesi