Jineolojik perspektiften yönteme dair…

- Ruhşan BOZAN
1.5K views

Yöntem, bir problemi çözmek veya bir amaca ulaşmak için plan dahilinde takip edilen yoldur. İnsanın duygu, düşünce ve hayal dünyası neyi barındırıyorsa hedef ve amaçları da bunlara göre şekil alır. Hedef ve amaçlarına ulaşmak için ise yöntemler somutluk kazanır. 

Newton, uzay ve zaman olgularının sistemlerden, kültürlerden bağımsız olarak var olduklarını, mutlak ve değişmez olduklarını öne sürer. Ve bunları mutlak uzay, mutlak zaman olarak belirler. Yasanın kesinliği ve katılığı esastır. Newton keşfettiği bu yasaların her zaman ve her yerde geçerli olduklarını, gözlemci ile gözlenen nesne arasında herhangi bir bağın olmadığını, gözlemcinin değişmesi halinde bile gözlenen nesnedeki hareketin değişmediğini belirtir. Yine dışarıdan herhangi bir kuvvet uygulanmadığı sürece, hareketin sürekli düz bir çizgi izlediğini öne sürer. Newton’un bu teorisine göre bir şeyin hareketi ve geçmişi bilinirse, sonucun da, geleceğin de bilinebileceğidir. Klasik fizikteki mutlak düz ilerlemeci benzeri kesin yasalar, Einstein’ın geliştirdiği izafiyet teorisiyle beraber fizik dünyasında devrimci bir çıkışa imza atar ve teorisine ışık ile zamanı da ekleyerek Newton fiziğini geride bırakır. Ne var ki Einstein’ın kendisi de mevcut zihinsel bakış açısının oluşturduğu düşünsel yöntemlerin alışkanlıklarına takılmış ve bu takılmışlığını “tanrı doğa olayları karşısında zar atmaz” sözleriyle ifade etmiştir. Bu ifadenin özü, bin yıllardır oluşa gelen mutlak zihniyetin duygu ve düşüncelerinin ne denli derin ve etkin olduğunun ifadesidir. 

Klasik fiziğin dar yöntemleri

Bu mutlak zihniyetin yol ve yöntemleri her şeyi parçalara ayırmayı, bazı parçaları özne bazılarını nesnelleştirmeye kodlanmıştır. Her şey kendi başına bir gerçekliktir, diğer şeylerle ilişkiye veya temasa geçmeden de bir anlamı olabilir. Özne-nesne, beden-ruh ikiliklerden biri esas olan veya öne çıkaran ve ötekilerle dolup taşan zihinsel algılar yaratılmıştır. Zihinlerde öteki algısını sonlandırmak, ancak ötekileri yaratan bakış açısının kalıplaşan yol ve yöntemlerinin değişimiyle mümkün olur. Bu mümkünü gerçekleştirmek de “Kuantum Sıçrayışı” ile özdeştir. Klasik fiziğin mutlak katı, dar yol ve yöntemleri tüm sosyal bilimlerde etkili olmuştur. Örneğin tıp, eğitim, yönetim vb. hepsi bu yöntemlerin etkisindedir. Doktorlara, bedeni ayrı ayrı işleyen parçaların bir toplamı olarak görmeleri öğretilir, her parçanın ayrı bir doktoru vardır. Eğitim bilgiyi ayrı ayrı konulara böler ve herkesin uzmanlık alanı diğerlerinden bağımsız işler. Yönetim de ayrı şekilde parçalıdır. Kominal katılımcılığın minicik bir kırıntısı dahi yoktur. Bir zümrenin ekseninde toplumsal ihtiyaçlarla alakası olmayan yığınca iktidar ve sermaye birikimi ideolojik projeler, politikalar üretilip, baskı ve zor yasalarıyla toplumlara uygulanılmaktadır. 

Toplumun kominal birlikteliği

Kuantum fizikçilerinden olan David Bohm, klasik fizik zihniyetinin yol ve yöntemlerini “parçalama virüsü” olarak adlandırır. Parçalama sadece toplumda değil, her bireyin içinde yaygın olduğu için, genel bir kafa karışıklığına yol açar ve sonsuz bir problemler dizisi oluşturup çözümsüz bırakmaktadır. Her örnekte olduğu gibi, karşımıza çıkan, özün parçalanmasıyla beraber anlamsızlığın derinleştirilmesidir. Eril zihniyetin en iyi yaptığı işler de bunlar oluyor. Yine bu zihniyetin yol ve yöntemlerini takip eden siyaset felsefecisi olan John Locke’nin liberal bireyciliğinin merkezinde, bireysel ihtiyaçlar ve bireysel haklar yer alır. Kominal toplumsal bütünü birey hakları ve ihtiyaçları adı altında paramparça eder. Günümüzde sistemin çok güzel organize edip piyasaya sürdüğü esas konuların başında liberal bireycilik gelmektedir. Böylece toplumlar kendi öz dinamik değerlerinden yabancılaştırılıp, basit bir yaşam sınırında bırakılmaktadır. Toplumu anlamlı kılan ya da onu toplum yapan faktör, toplumun kominal birlikteliğidir. Kominal birlikteliği nitelikli yapan ise kominal değerlerle donanan bireylerdir. Bu nedenle egemen sistemlerin başat yöntemi, evren kominalitesini kadın şahsında paramparça ederek anlamsızlaştırmaktır. Daha sonra tüm topluma ve toplum bireylerine bu parçalanmışlığı yaymasıdır. Bunu yapmak eril zihniyetin olmazsa olmaz yöntemlerindendir. Çünkü varlık bulma koşulları ve varlığını süreklileştirmesi, özgürlükçü, eşit, sürekli gelişen, değer yaratan ve anlam katan kominalitenin bertaraf edilmesi üzerinedir. Burada temelden farklı işleyen iki zihinsel yöntem gerçekliği söz konusudur. 

Neolitik öncesi ve sonrası zihinsel yöntemler

Neolitik döneme kadar işleyen zihinsel yöntemler, evrenin canlılık ilkesiyle paralel olarak yaşam bulan diyalektiksel yöntemlerdir. Neolitik sonrasında varlık gösteren zihinsel yöntemler ise, kendini evrenin merkezine koyan pragmatist, tahakkümcü, evrenin, doğanın, kadının ve toplumun değerler bütünü olan simbiyotik kominalitesini sömürme ve istismar etmek üzerinden bugüne kadar kendisini sürdürülür kılanıdır. Hükmedici zihniyetin yöntemleri salt, birey ve toplumsal değerleri özden düşürmekle kalmamıştır. Öyle bir profesyonellik edinmiştir ki tek tek bireylerin hücrelerine nüfuz etmiştir. Böylece duygu, düşünce, ruh ve psikoloji bertaraf edilip öz dinamiklerden düşme yaşanmıştır. İnsan varlığı bu dağılmış, parçalanmış, anlam yitimine uğramış gerçekliğin farkına belli oranlarda varıp sorgulama, aşma ya da değiştirme çabası içerisine girdiğinde dahi, verili formatların, kodlanmış  yöntemlerin çok da ötesine geçemeyip varolanda çakılıp kalmıştır. Bu eşiğin aşılması için “Kuantum Sıçrayışı”na denk zihniyet ve yöntem değişikliği şarttır.

“Kuantum Sıçrayışı”

“Kuantum sıçrayışı” kuantum teorisiyle birlikte sarf edilmeye başlanmıştır. Günlük yaşamda ben kuantumik sıçrayış yapıyorum ifadesiyle kendini yansıtır. Peki neden kuantumik sıçrayıp diyoruz? Bunun yaşandığı hangi durumlardır? Yaşamlarımızda, ilişkilerimizde, benliklerimizde bu diyalektik nasıl işliyor? “Kuantum sıçrayışı”, bir gerçeklikten başka bir gerçekliğe girme halini barındırıyor. Yani temel kategorilerin ve stratejilerin yeniden düşünülüp yorumlanması yol ve yöntemlerin belirlenmesine girme halini ifade ediyor. İnsan varlığı toplumsal yaşamında kaç tane “Kuantum sıçrayışı”na denk, yeni mevcut gerçeklikten başka bir gerçekliğe evrilmeyi yaşamıştır. Büyük patlamadan (Big-Bang) ele alıp günümüze kadar hesaplarsak önemli bir rakama ulaşırız.

Evren, doğa ve toplumlar için önemli olan bu anlam bütününü oluşturan tekil varlıklar için de önemli olmaktadır. Bu anları kaos aralığında oluşan, sayısızca, iç içe geçmiş olasılığın oluştuğu an olarak ifade etmek mümkün. Kaos aralığından çıkış, kaos aralığında yoğunlaşan sayısızca olasılıktan birinin seçimiyle gerçekleşir. Kaos aralığında yoğunlaşan sayısızca olasılıktan birinin seçimi, var olan gerçeklikten, yeni bir gerçekliğe geçmeyi, oluşturabileceği gibi eskinin derinleşerek sürdürülmesini de beraberinde getirebilir. Burada önemli olan bu anların her daim yaşanmadığıdır. Yaşanma olanakları oluştuğunda, eril ideolojilerin verili tahakkümcü yöntemlerine çakılı kalmadan, onu aşmak anlamlı olur. Çünkü bu anlarda (kaos aralığı) sayısızca  olasılığın iç içe geçtiği ve bu olasılıklardan sadece birinin seçimiyle bir gerçekliğin oluşma zemini somutluk kazanır.

Özgür seçeneklerden özgür tercihlerin doğuşu

Peki atomaltı parçacıkları seçim yapmaya götüren faktörler nelerdir? Bu seçimi yapmaya götüren, parçanın bütünle, bütünün parçayla yoğun enerji akımı içinde olmasıdır. Yoğun enerji akımı doğal döngüsünde işlediğinden, özgür seçenekler yoğunlaşır, parça ve bütün yoğunlaşan özgür seçeneklerden, özgür tercihlerde bulunur. 

Kaos aralığı veya kargaşa hali ise, bütünün parçayla, parçanın bütünle dengesiz enerji akımını baskılamasıyla oluşur. Enerji akımı doğal diyalektiğinden saptığında, doğal denge bozuma uğrar ve her parçanın maruz kaldığı yoğun baskılanma, belirlenme enerjisine gösterdiği reaksiyon sonucunda baskılanma, kargaşa ve kargaşanın (düzensizlik) biriktirdiği, yoğunlaştırdığı sayısızca olasılık doğar. Atomaltı parçacıklardan tutalım, evrende varlık bulan tüm canlılarda bu diyalektik işler. Hiçbir parça bütünden bağımsız, kendiliğinden seçim yapmaz. Seçim ve seçimler bütünün etkileşimi ve devinimi sonucunda gerçeklik kazanır. Buradan hemen şu algı doğabilir. Öyleyse yaşamlarımızı ve kararlarımızı çevre belirler veya üstün bir güç tarafından belirleme olur, bu da hakim kaderciliğin tam kendisi olur. O yüzden bu yanılgıya düşmemek önemli, ancak parçanın diğer parçalarla etkileşimi seçim olasılıklarını oluşturur. 

Bu nedenle dalganın dalga mı, parçacık mı olarak görünüm alma yönünde tercih ettiği seçim, salt dalgayı bağlamaz, etkileşim içinde olduğu ilişkilerin ve ortamın oluşturduğu olasılıklardan birini tercih etmiştir ve seçimiyle o olasılıklardan biri somutluk kazanıp gerçekliğe dönüşmüştür. Bu yüzden seçimler bütünden kopuk yaşanmaz, bütünün oluşturduğu olasılıklardan gerçekliğe evrilen seçimler vardır. Ne var ki canlı varlıklar olarak insan toplumları sayısızca olasılığı hesap etme, değerlendirme, düşünce ve sezgiselliğinden halen çok uzak. Bunun en temel nedeni ise, olay ve olguları ele alma yöntemlerinin parçalı ve belirginleşen sonuçlar üzerinden yargılara varılıyor olmasıdır. Kaba, düz, mutlak zihniyetin ve bakış açısının en belirgin yol ve yöntemlerinin etkileri olmaktadır. 

Düz çizgisel düşünce yapısının dışına çıkabilmek?

Kuantum teorisinde parçalılık yani dağılmış bütünlük, “olma hali”ni doğurmaz, tam tersine şeyler bütünlük içerisinde birbirlerine küçük, hatta görünmez detaylarda bağlı, etkileşim içerisinde olup, bazen biri diğeri olurken, bazen de ikisi birden olma haline girmektedir. Sürekli devinim halinde olan sayısızca olasılığın içinden yapılan seçimin gerçekliğe dönüştüğü doğru, ancak yapılan seçimlerin, düz çizgisel olmayıp, diğer sayısızca olasılığın yok olmadığını, sürekli bir hareket ve arayış içinde olduğunu, yeni seçimlerle oluşabilecek olasılıkların bilinciyle enerjiyi örgütleyip yaşama kanalize etmek, daha anlamlı ve özgür oluşumlara yol açar. 

Danah Zohar’ın  aklı yeniden kurmak kitabında, verilen bir balık ailesi örneği çok çarpıcıdır. Var olan insan gerçekliğinin alışılagelen, ezbere düşünce yöntemlerinde ne denli dogmatikleştiğini güzel ifade ediyor. Örneğin ana teması şöyle: Balıkların bir akvaryumun içinde oldukların ve akvaryumun ise su olarak adlandırılan bir maddeyle dolu olduğuna ilişkin hiçbir fikirleri ve hisleri yoktur. Ancak bir gün balıklardan biri, birden bire büyük bir sıçrayışla akvaryumun su yüzeyinin üzerine yükselir, ve “ah” der. “Meğer ben nereden geliyormuşum.” Bu kuralsız balık, dıştan akvaryumu, öteki balıkları daha iyi görür, kendisinin bir akvaryum ve su dünyasından geldiğini algılar ve akvaryumun dışında kocaman bir dünya olduğunu ve içinde hareket edebileceği sudan başka maddelerin olduğunun farkındalığını yaşar. Şimdi insan varlığının da bu örnekteki balık gibi, mutlak değişmez, düz çizgisel düşünce yapısının yol ve yöntemlerinin dışına çıkma cesaretini göstermesi önemli. Ezberlenen daracık dünyaların sınırına çıkıp bir de dışından bakabilmek gerek. Özne-nesne ayrımına girilmeden, bölük pörçük edilen anlam yitimine uğratılan düşünce yöntemlerinden arınarak bütünlüklü düşünce yöntemleri esas alınmalıdır. Bu düşünce akışının yol ve yöntemlerinin gelişmesi için tüm verili kodlardan kopup evrensel zekanın doğru kavranması, anlam bulması ve yaşam bulma yöntemlerinin zenginleşmesi önemli. 

Kadındaki enerji akışkandır

Jineolojik perspektife göre; evrensel zekanın enerji türü dişil karaktere sahiptir. Dişil karakter, enerji veya potansiyel bir cinsiyet olmanın ötesinde, evreni oluşturan, var eden, anlamlandıran tüm enerjileri kendi bağrında taşıyan bir potansiyeldir. Yani çoğalan, çoğaldıkça farklılaşan, farklılaşarak çeşitlenen, çeşitlenerek tikel anlamlar oluşturan potansiyeldir. Buradan bakıldığında evrensel zekanın diyalektiği kadın doğasına çok daha yakın durmaktadır. Hatta insan evrimi aşamalarındaki kadının oluşturan, çoğaltan, farklılaştıran, zengin ve çeşitli anlamlara taşıran komünal katılımcı karakterinin ta kendisidir demek de mümkün. Bu nedenle kadın evren, doğa ve yaşamla özdeşleştirilir. Yaşam canlılığın sürekli bir akış hali olmaktadır. Canlılığın ifadesi olan değişim ve yenilenme kadının doğasıyla bütünleştirilir. Fakat bu özdeşleştirmeyi salt kadının biyolojik özelliklerine bağlamak çok dar bir çerçeve oluşturur. Bu dar çerçevede çakılıp kalmamak için enerji-madde ikilemini esas almak açıklayıcı olabilir.

“Enerji maddeye göre daha esastır. Maddenin kendisi yapısal kalmış enerjidir. Madde enerjiyi saklamanın, varlıksallaştırmanın form kazanması oluyor. Madde bu özelliğiyle, enerjiyi kafeslemekte, akışkanlığını dondurmaktadır. Her madde formunun enerji payı farklıdır. Ki zaten bu enerji farklılığı maddi formların, yapıların farklılığını belirlemektedir. Bu yüzden kadın ve erkek maddesindeki enerji farklıdır. Kadında taşınan enerji hem daha fazla hem de niteliği farklıdır. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünden maddi formlar, biçimler halini alır. Biçimler tüm evrende soğumuş enerji olarak tutucudur. Toplumda egemen erkek olmak iktidar biçimlenmesi haline gelmektir. Bu haliyle taşıdığı enerji ağırlıklı olarak form kazanmıştır. Kadında ise, enerji, ağırlıklı olarak form haline biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Erkek formunda, kafesinde tutulmazsa yaşam enerjisi olarak akışkanlığını sürdürür.”   (Abdullah Öcalan) 

Kadında varlık gösteren evren

Bu değerlendirmelerden de anlaşıldığı üzere erkek maddesinde işleyen enerjinin zeka türü, hükmedici, katı, mutlak, durağan ve ben merkeziyetçidir. Toplumsal doğanın çok renkliliğini kendi merkeziyetçi renginde boğuntuya uğratır. Bu nedenle “anaya dönüş” “öze dönüş” ibarelerinin özü, kadında varlık gösteren evreni, doğayı ve toplumsal doğayı kominal-bütünlük içerisinde simbiyotik ilişkiyle anlama kavuşturan enerjinin tutsak edildiği kafesten kurtulma arayışlarının çığlığıdır. 

Bu enerji bağımlılaştıran değil, simbiyotik ilişkiyle zengin anlamlar oluşturan özgür ve demokratik bir enerjidir. Simbiyotik ilişki evrenin, doğanın ve toplumsal doğanın diyalektiğidir. Bu doğal diyalektikle hep yeni anlamlara akma arayışındadır. Mutlak, durağan ve değişmez değildir, tam tersine çok değişken daima yeni oluşumlara, anlamlara gebedir. Bu gerçeklikle bakıldığında, verili erkek egemen kodların şu ana kadar yaşamda ifadesini bulduğu alışkanlıklar yığını olarak yol ve yöntemlerinin yerine, kadında varlık bulan evrensel zekanın düşünce yöntemlerini yeniden geliştirme arayışında olmak, toplumsal yaşamları daha özgür ve demokratik oluşumlara taşırabilir.

*Gebze M Tipi Kapalı Cezaevi