Pek yakında: Kabuslara uyuyacaksınız

- KAKTÜS
36 views
siz güzel kadınları baharın neşeli, yenile- yici, deli dolu rüzgarıyla selamlıyorum. Güneş yüreğinize doğsun ve Star bereketini esirgemesin.Sevgili ve pek değerli Okuyucu; büyük ihtimalle bu ara yazıları- mın tekrar ettiğini fark etmişsinizdir. Tabii ki fark etmemeniz mümkün değil, ne de olsa uyanık okuyucularsınız. Bu yanınızı

hep takdir etmişimdir. Malumunuz uyanık okuyucu velinimetimizdir. Yoksa kendini tekrarlamak içten bile
değil!?! Yazılarımdan da fark ettiğiniz üzere geçen Mayıs (2023) ayından bu yana uzun bir gezintiye çıktım. 70 yaşımdan sonra bir dünya turu yaptım. Telefonsuz, internetsiz yaşam bir harikaydı. Sanki internet ve “akıllı tele-
fon” daha 30 yıl önce hayatımıza girmiş gibi değil de, biz mağara dönemindeyken icat edilmişçesine genetiğimize nüfuz ettiğin- den, kendimi “medeniyet”in dışında hür ve mutlu hissettim. Duygularımı biraz abartarak söyleyecek olursam; “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” idi.

İnsan yapımı kötü elektrik yükü!

Resmen insan yapımı kötü elektrik yükün- den arınmış olmak yaşadığımı hissettirdi. Bu nedenden dolayı size de tavsiye ederim. Mut- laka telefonsuz, internetsiz, televizyonsuz, devletin bürokrasisinden, faturalarından uzak, dünyanın ağır metal yükünü bir tarafa bırakarak ya bir dünya turu ya da sevdiğiniz bir yerde bir istirahate çekilin. Bir nevi inziva gibi… İnanın kalbe ağır gelen elektromanyetik alandan kopuş sizi ruhsal, zihinsel ve beden- sel olarak çok rahatlatacaktır. Ama tabi siz benim gibi işi 70’inden sonraya bırakmayın. Daha genç yaşlarda yapın ki, ruhunuz bede- ninize esir olmasın. Tabi bana bu imkanı sağ- layan Newaya Jin gazetemize ve editörlerine çok teşekkür ediyorum. Yokluğumu belli et- tirmemeye çalışmışlar. Fakat bu dünyada her- kesin bir yeri ve ağırlığı olduğundan yokluğumun fark edilmemesi biraz zor:) Buna rağmen gösterdikleri çabadan dolayı müte- şekkirim. Yerimi boş bırakmamış, beni işten atmamış ve sabırla yazmamı beklemişler. Ga- zetemiz Newaya Jin’in bana gösterdiği tahammülden ötürü daha iyi yazılar yazmayı bir borç biliyorum. Ben olsam işten atardım! Ama işte sevgi, değer çok önemli…

Sevginin katli…

Her şeyden önce emek… Emek verilen iş, değer görülen dü- şünce ve en önemlisi içten gelen sevgi, tüm bunlar meşakkatli yolda kocaman adımlarla yürümeyi, büyük yaşatmayı sağlar. Peki, herkes, hepimiz böyle miyiz? Sevdiklerimizi yaşatmak, değer verdiğimizi göstermek için ne tür bir

çaba gösteririz?

Bildiğiniz gibi 14 Şubat’a “Sevgililer Günü” adını vermişler. “Sevgili” adı üstünde; seven, sevdiğimiz kişi anlamına ge- liyor. Bu sözcük çoğul da kullanılabilen bir söz- dür ve oldukça değerlidir. Ama bu kadar değerli bir duygunun sadece söz derekesine indirgenmesi sözün anlam kaybına yol açıyor. Bütün bir yıl sevgisini gösterememiş insanlar, bilmem kim tarafından ilan edilen, sadece tek günlük “sevgi” gösterisinde bulunuyor. Hedi- yeler alıyor, yemeğe çıkarıyor, “seni seviyo- rum” sözcükleri sıralıyor. Bazıları da sevgilerini ‘öldüresiye’ gösteriyor. En korkuncu da bu öl- düren ‘sevgidir.’ Buna sevgi demek şahitlik ister ama gelin görün ki yalancı şahitler çok! Öyle olmasa kadını öldürmeye şunca söz ge- rekçe gösterilir mi? “Canım, sevmeyen erkek döver mi?”, “sevmese kıskanır mıydı, kıskan- masa öldürür müydü?”, “kadın teklifini red- detmiş, adamın onuru kırılmış. Ne yapsın çekip vurmuş”, “Erkekliğine laf etmiş, o da er- kekliğine yedirememiş” vs…  Daha da sayabilirim ama mesele saymak değil. “Sevgiliyi” öldürmek öyle bir raddeye vardırılmış ki, hayatın ‘normal’i olmuş. Kimi de ‘sevgiliyi’ öldürmeye methiye dizer gibi şiir yaz- mış, “oysa herkes öldürür sevdiğini” diye. Sebep? İlla öldürecek misiniz? Öldürmezseniz sevdiğinizi anlayamayacak mıyız? Niye biz sevgi körü müyüz? Ayrıca sevgi, sevgili, uğruna verilen emek, değer, güzellik öldükten sonra sen ne diye yaşıyorsun? Ama pişmanlıklarını- zın ardı arkası gelmiyor ceza verilirken. Hatta daha az ceza için 40 takım elbise alıyorsunuz mahkemelerde giymek için. Hayırdır, kadını öl- dürürken yürek yemişsiniz de, sıra cezasına ge- lince ciğerinizi kedilere mi kaptırıyorsunuz? İşte siz busunuz. Sevmeyi bilmiyorsunuz, ka- dına dokunmayı bilmiyorsunuz. Bir kadınla nasıl konuşulur bilmiyorsunuz. Terbiyesizsi- niz! Zayıf, sinik, ezik, ‘adamlıktan’ düşmüşsü- nüz. Hatta düşkünsünüz. Devletiniz, babanız karşısında ezik, kadın karşısında sadistsiniz. Gerçi ülkesi ayaklar altında giderken, namus diye kadını katleden erkeğin sevgi dolu oldu- ğunu düşünmek ya da o erkekten sevgi bekle- mek büyük bir gaflet ama gelin görün ki, ‘bir umut’ değişebileceğinizi düşünüyor kadın. Çok üzgünüm bacım, ülkesine hayrı olmayan bu er- keğin sana hayrı olmaz. Şairin dediği gibi anca öldürsünler sevgiyi, sevgiliyi: “Şehvetli ellerle boğar kimi \Kimi altından ellerle \Kimi gözyaşı döker öldürürken \Kimi kılı kıpırdamadan \Kimi dalkavukça sözlerle \Ama herkes öl- dürdü diye ölmez.” En beğendiğim kısmı da bu “ölmez” kısmı. Belki bedenen yok olabiliriz ama ruhumuz kabuslarıdır onların…

Sırt sırta verip 8 Mart’a gelin

Öyle olmasa bile biz geride kalan kadınlar için bu bir görev olmalı, her kadın katili erkeğin kabusu olmak… Hani bir zamanlar Freddy’nin kabusları vardı ya onun gibi. Tırnaklarımızı ‘sev- giyle’ bir karış uzatıp, kırmızı elbisemizi ‘şeh- vetle’ giyip, tavamızı omuzumuza atıp, kadın katillerinin rüyalarına dalmalıyız. Hepsinin yü- reğini ‘sevgiyle’ tırnaklayıp, ‘şefkatli’ ellerle ci- ğerlerini söküp, tavayla kovalamalıyız. Öyle ki bütün gece korkudan kıvransınlar. Bakmayın canım öyle, onlar bizi ‘sevgiyle, şehvetle’ öldü- rürken, biz niye rüyalarında öte dünyadan gelip intikam arayan ‘sevgililer’ olmayalım ki?!? Hem ben öldürelim demiyorum ki, ka- busları olalım diyorum. Rüyada uzun tırnaklı kadınlar tarafından tavayla kovalanmaları ta- mamıyla kendi kabahatleri. Aslında daha farklı fikirlerim var ama neyse… Anlatırım ben sonra, meraklanmayın. Mühim olan şimdi sırt sırta vermiş olmamız. Ama organizeyi büyütmemiz lazım. İş orada bitiyor. Hadi siz kepçelerinizi ve tavalarınızı alıp 8 Mart’a gelin, gerisini orada konuşuruz. Geç kalmayın ha! Öptüm…