SARA

- Dersim ZEREVAN
767 views

SONY DSCSara (Sakine Cansız) arkadaş onu tanıyan, okuyan ve duyan herkes üzerinde kuşkusuz derin izler bırakmıştır. Onunla aynı zamanı paylaşma fırsatı bulamayanlar bile, devrimci duruşuna, cesaretine kapılır. Ben de onun devrimciliğine, cesaretine ve direngenliğine kapılanlardanım. Onunla çokça karşılaştık, sohbetlerimiz oldu. Büyük bir hayranlıkla baktığım bu kadın devrimcinin, ruhunu hissetmek ve onun iç dünyasının derinliklerine inebilmek için doğaüstü güçleri olan bir kadına da dönüşmek istedim. Çünkü onun yaşamı, gıptayla bakılacak, herkeste büyük bir hayranlık, sempati uyandıracak bir yaşam.

Sara’nın ruhuna dokunmak…

Sara yaşamıyla o kadar çok özdeşleşmişti ki, gözlerine bakan herkesi çağırıyordu adeta. İşte bir gün nasıl ruhunun derinliklerini hissedebileceğimi denedim aslında. 2012 yılında son kez karşılaşmıştık. Kampımıza gelmişti. Geldiği gün hemen yanımızda bulunan bir başka kampta çok genç bir arkadaş şehit düşmüştü. Sara arkadaş, bu arkadaşın şahadetinden o kadar çok etkilenmişti ki, sonradan migren ağrısına dönüşen bir baş ağrısı tuttu. Akşam hepimiz bulunduğu mangaya gidip etrafına toplandık. Ancak şiddetli baş ağrısından artık dayanamayacak gibi görünüyordu. Bir arkadaşın başına masaj yapmasını rica etti. Ben o an tereddütsüz bir şekilde ona doğru gittim. Tenine dokundum, ruhunun derinliklerine inmeye çalıştım. Bedeni parmaklarımın arasında gevşemiş ve uykuya dalmıştı. Bu devrimci kadının ruhuna dokunmak istiyordum. O anlarda kendime büyük bir öfkeyle şunu itiraf ettim; “bir ulusun ve benim tarihimi belirleyen bu kadını neden bu kadar az tanıyorum? Onun duygu deryası içerisinde neden kendime küçük de olsa bir yer ayıramamıştım ve neden şimdiye kadar onun acılarını omuzlayacak bir dost olamamıştım?” Bir yandan masaj yapıyor, öte yandan ise bu soruları soruyordum kendime ve gerçekten bu soru yağmuru ve sorgulamaları içerisinde takatten düşmüştüm. Ter içinde kalmıştım. Sara arkadaş da zorlu bir yaşam yolculuğunun vermiş olduğu yorgunlukla derin bir uykuya dalmıştı. Zaten dağları son kez dolaşırkenki yolculuğuydu bu. Bu buluşmamızdan kısa bir süre sonra şehit düştü.

Bir şeye dokunma ve dokunma esnasında oluşan enerji, onu hissetme ve görme, bir daha dokunduğun şeyi unutmamana ve ona yabancılaşmamana yol açıyor. Ben işte o günden sonra bir daha hiçbir kıbleye yüzümü dönemedim, onun insanlık ve sevgi için atan kalbi, düşüncesi ve vicdanı dışında. Onun insanlığa ve özellikle de kadınlara armağan ettiği bu büyük miras, ben ve dağ kadın sinema ekibinin büyük bir cesaretle ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ film projesine girişmesine yol açtı.

Savaş tanrılarını kızdırıyoruz

SARA ARK - SAKINE - ASKERI KIYAFETSara yoldaşın filmini yapma hikayesi kendi başına zaten bir film konusu. Biz tüm yaşamı yasaklarla örülmüş bir halkın çocuklarıyız. Kimliğimizle yaşama akmamız için her anlamda önümüze büyük bentler konulmuş. Film ekibi olarak hedefimize ulaşmak için ölümün tüm yollarından geçtik. Her ne kadar istediğimiz gibi olmazsa da önümüzde bir set gibi duran tüm sınırları geçtik. Bu filmin yönetmeni olarak gitmem gereken yerlere gidemedim. Çünkü ben kendi topraklarımda bile yasaklıydım. Tek günahım ve suçum, bir devrimci kadın ve özgürlüğe aşık olmamdı. Yani bir anlamda savaş tanrılarını kızdırıyor olmamdı.

Ancak bu film ekibinde yer alan tüm kadın arkadaşlar sarmaşık gülleri gibi bu projeyi kucakladı. Gün ışığıyla birlikte patlayan tomurcuklar giydiler. İçinde ölüm ve tutuklanma dahil birçok riski barındıran bu süreçte, ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ film ekibi projeyi büyük bir cesaretle kucakladı. Nasıl ki Sara yoldaş, Amed Zindanında celladın karşısına geçip yüzüne tükürme cesaretini gösterdiyse, Sara arkadaşın filmini yapan ekip de aynı cesareti gösterdi. Ekibimiz ‘kadının bu yaşamda yapmak isteyip de yapamayacağı hiçbir şey yoktur’ kararlılığını gösterip bunu başaranlardan oldu.

Nujiyan da vardı…

Bu çalışmanın bir ayağı da Kürdistan dağlarındaydı. Ben de, Şehit Nujiyan Erhan ile birlikte büyük bir coşku ve mutlulukla bu film çalışmasına katıldık. Şartlar ve koşullara göre her ikimiz, Sara’nın geçtiği yollardan geçtik. Dava arkadaşlarıyla röportajlar gerçekleştirdik. Sohbet ettik. Biz onun adımını attığı her karış toprağı öperek geçtik. Onun durup dinlendiği yerlere bazen terimiz bazen de gözyaşlarımız damlıyordu. Onun için tüm kaynakların başına gidip adeta ruhumuzu yıkadık. Dağların en yüksek zirvelerine çıkıp onun gözleriyle son bir kez daha umudun ve sevginin ülkesine baktık. Sevgiye aşık olmuşlar gibi duygularımız sınırsızlaştı adeta.

O’nun yüreğine evren sığabilirdi!

Sara arkadaşı birçok kez görmüştüm ve sohbetlerimiz olmuştu. Ancak onun mücadele tarihini ve duygu dünyasını günlüklerinden ve kitabından tanıdım. O, adeta mayın tarlasının içinde bulunan bir yaşamı, umutsuzluğa ve çaresizliğe düşmeden gül bahçesine dönüştüren direnişçi bir kadındı. Büyük acılarla mayalanan yaşamının içinde güçlü durması ve içten gülmesi beni kendisine hayran bırakmıştı. Yüreği o kadar büyüktü ki, tüm evreni sığdırabilirdi. Onun bu gerçeğine dokunan herkes yeniden doğar.

İnsan sadece annesinden değil, yoldaşları ve dostlarından da yeniden doğabilir, yeşerebilir. ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ filminin kahramanı Sara’nın sadece filmini yapmadım. Bundan da öte, benim için Sara bir ruh ve yaşam felsefesine dönüştü. Beni başka bir yaşamın kapılarından içeri aldı. Biz O’nun filmini ‘yaptık’ ama o da bize nasıl yaşanılması gerektiğini öğretti. Evrende hiçbir şey kaybolmuyor, kendisini yeniden başka bir biçimde var ediyor. İşte ben de bunu öğrendim.

İstenildiği gibi hakkı verilemedi…

Dağlarda sinema yapmak çok zorlu bir iş. Ancak zorlu olduğu kadar avantajları da var. Çünkü zorlukların olduğu yerde yaratıcılık daha fazla gelişir. Bir dağ kadın sinema çalışanı olarak, kendimi bir anlamda zorlu da olsa bende yaratıcılığı geliştirdiği için bu dağlara borçlu biliyorum. Filmi ve Sara’nın PKK içerisindeki yaşamını yan yana getirip ölçtüğümde, kuşkusuz istenildiği gibi hakkı verilmemiştir. Bu da benim sanat alanındaki profesyonelleşmem ve eksikliklerimle bağlantılı. Yine kendi film kahramanımın gücüne erişemedim. Daha zayıf, eksik kaldım. Bir yönetmenin projesini gerçeğe dönüştürebilmesi için hem felsefi hem de yoğunlaşma anlamında bir maratonda koşuyormuş gibi yaklaşması gerekir. Sara’nın PKK’deki yaşamını sanatla örme bizim görevimizdi. Biraz da olsa bunu başarmak beni mutlu ediyor. Film biraz da yaşamının başladığı ve bittiği yere götürüyor izleyenleri. Filmde, Sara’nın kişilik özellikleri, mutlulukları, acıları ve kavgasının nasıl olduğu ön plana çıktı. Bu da Sara arkadaşın nasıl yaşadığına tanıklık etmemize yol açıyor. Onun kişiliği her anlamda farklı bir etki düzeyine sahip.

Ne kadar anlatsan da hep bir yanı eksik kalacak…

Film izlenirken birçok eleştiri aldım. Özellikle de onunla yaşayan ve yakından tanıyanların eleştirileri oldu. Çünkü onlar Sara’yı her anlamda karşılarında canlı görmek istiyorlardı. Bir yere kadar da eleştirilerinde haklıydılar. Çünkü Sara’dan fiziki olarak ayrılmanın kasveti büyük bir ağırlık oluşturmuştu onlar üzerinde. Hala birçoğu bu gerçeği kabullenmekte zorlanıyor. O yaşamına birçok ilki sığdıran, başaran bir kavga kadınıydı. Bu yüzden de film onları tatmin etmedi.

PKK yaşamı sadece bir ütopya değildi. PKK’nin öncü kadroları ve Önderi de hayalden ibaret bir hareket inşa etmemişlerdi. Tüm insanlığın arzuladığı özgür, eşit ve adil bir yaşamın ta kendisiydi. Bu yüzden PKK’li olmak ve PKK’de yaşamak kolay olmadığı gibi PKK’nin gelişim süreçlerine tanıklık ve öncülük edenleri de yazmak, çizmek ve anlatmak kolay değil. Ne kadar anlatılırsa anlatılsın, görsele dönüştürülürse dönüştürülsün hep bir yanı eksik kalır.

Film genelde beğenildi ve izleyenler üzerinde büyük bir etki yarattı. Sara dokunduğu tüm yaşamları değiştirebilme gücüne sahip bir kadın devrimciydi. İzleyenlerin birçoğuna yol işaretleri bıraktı. Nasıl yaşanılması gerektiğinin cevabını verdi. Geriye kalan Sara’nın devrimci ruhunu yakalamak ve yaymaktır. Sara’nın tüm yaşamı sanat değerinde bir yaşamdı. Bunu ustaca bir esere dönüştürmek de Sara gibi devrimci mücadeleye inanan kadınların yapabileceği bir şeydir.

* SARA Belgeseli’nin gerilla yönetmeni.