Toplumsal kültürü canlandırmak!

- Nora Merino
117 views
Rêber Apo, kültürü “toplumun anlam dünyası, ahlak yasaları, zihniyeti, sanatı ve bilimi” olarak tanımlar. Jineolojî ise anlam bilimi (zanista wate) olarak bilinir ve ‘nasıl yaşamalı’ sorusuna doğru ve anlamlı bir cevap arar. Dolayısıyla bilim, bizde jineolojî aracılığıyla, hayatın anlamını araştırırken, kültür de onu ifade eder. Bilim ve kültür aynı madalyonun iki yüzü gibidir; birbiriyle ilişkilidir, birbirini tamamlar ve güçlendirir. Toplumsallığın başlangıcından bu yana sanat, insanın kendini ifade etmesinin temel bir yöntemi olmuş ve toplumsal kültürün bir yansıması haline gelmiştir. İnsan düşüncelerini, duygularını, görüşlerini, acılarını, motivasyonlarını ve deneyimlerini sanat aracılığıyla estetik bir şekilde ifade etmiştir. Bu şekilde sanat her zaman önemli bir eğitim yöntemi olmuştur ve ilk öğretmenler bile bildiğimiz kadarıyla kadınlar olmuştur.

İnsanlık tarihi boyunca kadınlar kültürün ana üreticileri ve koruyucuları olmuşlardır. Dolayısıyla, toplumlarının kimliğini, karakterini ve kişiliğini oluşturan sözlü geleneği, şarkıları, dansları, yemekleri, dili, giysileri vb. kültürleri aracılığıyla sürdürenler kadınlar olmuştur. Rêber Apo, beşinci savunmasında kültürün “tarihsel süreçler içinde yaratılan tüm insani anlamların ve toplumsal yapıların birliği” olduğunu söyler. Kapitalist Modernite tam da Rêber Apo’nun sözünü ettiği anlam ve toplumsal yapıya saldırır ve onu manipüle eder. Toplumsal yapılar parçalanır ve anlamlar kaybolur. Yapılarını ve anlam gücünü yitiren bir toplum, asimilasyona ya da kültürel soykırıma açık bir toplum haline gelir. Yapı ve anlam, madde ve enerji, beden ve ruh ya da form ve xwebûn (kendin olmak) olarak da anlaşılabilir. Formunu ve xwebûn’unu kaybeden bir birey ya da toplum, Kapitalist Modernite sisteminin fiziksel ve ideolojik saldırılarına karşı koyamaz. Bu şekilde Kapitalist Modernite, toplumu kendi hakimiyetine almak için toplumsal kültüre farklı şekillerde saldırır, kendi kültürünü üretir ve bunu asimilasyon ve kültürel soykırım süreçleriyle topluma dayatır, sanatı topluma karşı bir silah olarak kullanır. Bunu özellikle toplumun ana dönüştürücü gücü olan kadınlara ve gençlere karşı yapar.

Yaşamın hakikatini arayan bilim

Kapitalist Modernite’nin sanatı ve kültürüyle kadınlar ve gençler aldatılmakta, gerçek özlerine ve dinamiklerine yabancılaştırılmakta; şarkılarda, filmlerde, danslarda vb. kadınlar erkeklerin zevkleri için birer nesne olarak kullanılmaktadır. Kapitalist Modernite, özel savaşı, liberal ideolojisi ve katliamlarıyla, tüm halkları yok etmeye ve kontrol altına almaya çalıştığı kültürel soykırımlardan, dünyanın dört bir yanındaki bireylerin ve toplumların tarihlerini unuttukları ve böylece kapitalist kültürle asimile oldukları ve kültürlerinden uzaklaştırıldıkları süreçlere kadar uzanmaktadır. Bu, büyük bir kimlik krizine ve bireyciliğin tek yaşam biçimi olarak yerleşmesine neden olur. Bu durum “ben kimim” ve “nasıl yaşamalıyım” soruları karşısında bir boşluk ve sessizlik yarattığından, kişi/toplum faşizme bile açık hale gelmektedir. Bilindiği gibi, varlık sorunu ve varlığı korumak yaşamın temel ilkesidir. Bu anlamda kültür vazgeçilmezdir, çünkü insanların ve toplumların kimlik ve kişiliklerinin temelini oluşturur, varlığının bir parçasıdır yani. Kültür toplumun hafızası, bilinci ve yapısıdır; toplumun dokusunu ve zihniyetini şekillendiren, etik, estetik ve politik değerleri içinde barındıran şeydir; bugün kim olduğumuzu tanımlar, bilincimizi ve dünyayla ilişkimizi belirler.
Kapitalist Modernite kültürü, özün ve hakikatin kaybını dayatır. Nasıl ki bir sistem hakikat söylemini kazandığında hegemonik hale geliyorsa, devrimci mücadele ve Demokratik Modernite’nin inşası da aynı şekilde hakikat mücadelesi üzerinden gerçekleşmek zorundadır. Jineolojî, tarih, kültür ve demokratik uygarlık ırmağının tüm mecrası üzerinden kadının, toplumların ve genel olarak yaşamın hakikatini arayan bir bilimdir. Kendimizle, köklerimizle bağ kurmamızda bize yöntem sunar. Kapitalist Modernite karşısında, insanın etik ve estetik bir şekilde ilerlemesi için toplumsal kültürün özünü ve pratiğini güçlendirmek ve böylece güzel ve anlamlı bir yaşam inşa etmek kendi bilgimize ulaşmakla mümkün olabilir.

Köklerimizle bağ kuruyoruz

Son birkaç yıldır Avrupa’da jineolojî olarak bunu yapmak için çaba sarf ettik, kendi tarihimizi tanımak için yöntemler denedik, her birimiz kökenlerimizi araştırdık, atalarımızın-nenelerimizin deneyimleriyle yeniden bağlantı kurduk, yurdumuzun yemeklerini, efsanelerini, danslarını ve şarkılarını aradık ve paylaştık. Düzenlediğimiz tüm seminer ve kamplarda farklı coğrafyalardan, farklı halklardan kadınlar köklerini aramaya, tarihleriyle yeniden bağ kurmaya ve kültürlerini güçlendirmeye başladı. Tüm engellemelere rağmen 7-9 Nisan tarihleri arasında Hamburg’da “Dünyamızı Geri İstiyoruz” başlığıyla gerçekleşen Alternatif Arayış Ağı’nın 4. Konferans’ında Avrupa Jineolojî Merkezi olarak ‘toplumsal kültürün yeniden canlandırılmasında Jineolojînin rolü’ başlıklı bir atölye çalışması düzenledik. Çalıştayın içeriği kadın sosyolojisi ve rengiyle, çeşitlilik içinde birlik olabilme ruhuyla doluydu. Katalonya, Filistin, İtalya, Fransa, Almanya ve İrlanda’dan gelen ve her biri kendi ülkelerinde jineolojî çalışmalarında uzun süredir aktif olan beş kadın, kendi toplumlarındaki kadın kültürüyle birlikte, bu kültürden uzaklaşma süreçlerini ve jineolojî ile tanışmalarının ardından kendi kültürleriyle yeniden nasıl bağ kurduklarını paylaştı. Sunumlarında, kadın kültürünü nasıl güçlendirebiliriz, kültür ve devrim arasındaki bağlantı nedir, bu çalışmalar bize ne katıyor ve bizi nasıl dönüştürebilir soruları etrafında düşüncelerini paylaşmaya çalıştılar. Sunumlar boyunca, farklı bölgelerden gelen kadınların kültürlerini, bilgilerini ve direnişlerini gösteren fotoğraflar elden ele dolaştırıldı. Tanrıça kültürünün izlerini yüzlerinde, boyunlarında ve ellerinde taşıyan Kürt kadınlarının dövmeleri; İrlanda’da toplumlarının kurtuluşu için silahlanan kadınlar; Fransız kadınlarının geleneksel kıyafetleri; jineolojînin iki farklı halktan gelen kadınlar üzerindeki etkileri; Almanya’da faşizmi yaşamış olmasına rağmen demokratik kültürün kökleri; Katalonya’da popüler kültür ve kadının rolü gibi pek çok konu dile geldi. Kadınlar, ulus-devletin homojenleştirme girişimleri karşısında direnerek renklerini, değerlerini ve toplumlarının karakterini korumuşlardır. Jineolojînin köklere ulaşmak ve devrimci bir kadın kültürü yaratmak için sanat ve kültürle çıktığı yol, seminer ve kampların ötesinde de devam edecek. Jineolojî Merkezi olarak bu yaz iki projeyi hayata geçireceğiz: Birincisi Jineolojî Sanat Kampı. Bu kampta sanatın gücüyle hakikatin yolculuğuna çıkacağız. İkinci projemiz ise Şehit Hozan Mizgîn’in anısına Kürtçe, İtalyanca, Katalanca, Fransızca ve İspanyolca şarkı kayıtları olacak. Bu çalışmalarla jineolojî, sanat ve kültürle her kadının kendi rengiyle yer alabileceği bir alan açıyor.

“Sanat hakikat arayışıdır.” (Rêber Apo)
*Jineolojî Avrupa Merkezi Üyesi