Üç çemre üç doğuş

- Sevda Can
236 views
Son cemrenin de toprağa düştüğü Mart ayının tüm uyanış ve canlanışı ile mayalanan doğa, Nisan’da doğuşa durdu. Havadaki soğuğun kırıldığı, suların ılındığı, toprağın ısındığı cemrelerle, yeni bir döngü ve yeni bir yaşamla canlanış tüm evrene hakim olur. Ağaçlar yeşerir, dallar tomurcuk verir, toprak suya doyar, en güzel çiçekler açar, her yerden şırıl şırıl sular akar… Cemrelerin bereketi kendisi ile 21 Mart’ta Newroz olarak zirveleşmiş ve Nisan’ın ilk haftasının 4’ünde insanlık için büyük bir doğuşa zemin olmuştur. Newroz ruhunun çiçeğe durmasının adı olmuştur 4 Nisan!

Nisan emektir!

Nisan, bereketin adıdır. Nisan ayı, baharın, güzelliklerin ve doğanın yaşatma eğiliminin zirvesidir. Nisan ayının diğer bir adı da emek olmalı. Çünkü, doğadaki kutsallık niteliğindeki enerjisel döngü ve devinimin kendisi bir emek olayıdır. Doğadaki bu emek ve yaratılan uygun ortam ve zaman diliminde, evrenin bir parçası olan insan da büyük gözlem ve deneyimlemeyle çok şey öğrenmiş. Ve kendinden de büyük emek katarak, evreni bilerek kendini bilmiş, kendini bilerek evreni-doğayı bilmiş ve toplumsal doğayı inşa etmiştir. İnsan evladı, ana-kadın etrafında muazzam görkemlilikte bir toplumsal yaşamı doğanın bağrında şekillendirmiştir.

Toplumsal doğa hakikati

Doğanın bağrında bir doğa. Binyılların eseri olan bu ikinci doğa, diğer adıyla toplumsal doğa, özgür eşit yaşamın, toplumsal normlar ekseninde süregeldiği bir hakikat olmuş ve yaşamıştır. Ta ki toplumsal doğadaki eşit, özgür denge, erk ve erkek egemenliği ekseninde bir saptırmayla karşılaşıncaya kadar. İnsanın toplumlar tarihinin altın çağı ya da cennet bahçesi (Dilmun) olarak da adlandırılan, ütopyalara konu olan, tek tanrılı dinlerde cennet vaadine dönüşen bu hakikat çağı, bir başaşağı gidiş ve karanlıkla bir varlık-yokluk savaşına girişmiştir. Ana nehirden bir sapma olarak gelişen ikinci nehir her daim zor, hile, sömürü ve baskı ile ana-kadın eksenli ahlaki politik toplumu, özünden boşaltmaya, değerlerini kullanmaya ve yok etmeye başlamıştır. Elbette buna karşı toplumsal doğada da her daim bir hakikat savunuculuğu, varlığını koruma ve elden yitirilenleri arama savaşımı günümüze kadar süregelmiştir. Toplumsal doğada her daim bu görevi üstlenen öncü kişilikler toplumsal doğanın bağrından çıkmış ve halklara yol göstermiş, önderlik etmişlerdir. Bu birinci ve ikinci doğanın özünde var olan öz savunma ve meşru savunmaya tekabül eden bir hakikattir. Ve toplumsal doğanın felsefesinde, varoluşunda olan bir hakikattir. Bu hakikate öncülük eden tarihi kişiliklerde her daim bu toplumsal doğanan bağrından çıkmışlardır. Bunu şöyle ifade edersek yanlış olmaz; zamanının çocuğu olmak!

Bilgelerin coğrafyası

Toplumsal doğanın inşasındaki kök, halklardan olan Kürt halkı şahsında ana-kadın eksenli doğal toplum değerlerinin ve sisteminin karanlığa gittikçe battığı, yok olmayla yüz yüze geldiği bir zamanda, zamanın bu vahim gidişatına dur diyecek bir çocuk, bu kadim insanlık beşiği olan coğrafyada dünyaya geldi. ‘Coğrafya kaderdir’ der ünlü filozof ve sosyolog İbn-i Haldun. Bu başka bir yazının konusu olmakla birlikte, tarihte en ünlü ve toplumların kutsallık atfettikleri kişiliklere bakalım, genellikle Ortadoğu coğrafyasından çıkmışlardır. Peygamberler ve bilge filozoflar diyarı diye anılması boşuna değildir. Doğa nasıl ki hiyerarşik ataerkil zihniyetinin talancı, sömürücü, bozucu sistemine karşı kendini koruyor ve mücadele ediyorsa toplumsal doğa da aynı şekilde her daim bu erkek iktidarcı sistemin saldırı ve sultasına karşı direniş içinde olmuş, mücadele etmiştir. Hakikat zamanının ruhunu doğuran rahmi bereketli anaların diyarıdır da bu coğrafya.

Amara zamanı…

Böyle vahim bir karanlığın yoğunlaştığı dönemde, Urfa’nın Halfeti ilçesinin Amara Köyü’nde Üveyş adında bir ana kadının rahminden, çağına rehberlik edecek bir insan evladı dünyaya gelir. Baharın ecesi olan Nisan ayının 4’üncü gününde, insanın toplumsal doğasına ilk cemre böylece düşmüş olur. Zamanın ruhunu ve coğrafyanın kaderini üstlenmiş olan bu küçük çocuk, farkındalığını ilk anından itibaren göstermeye başlar. Baharın da coşkusunu, heyecan ve bereketliliğini, güzellik ve ahengini karakterinde taşıyan küçük Abdullah, özgürlük ve eşitliğe düşkünlüğünü ab-ı hayat misali ruhunda, damarlarında, aklında hep mayalar. Mayalandıkça serpilir, yeşerir ve kendini ikinci cemre olarak yeniden doğurur. Bu sefer cemresi özgürlük tutkusu olarak bir örgütlülüğü doğurtarak Kürt halkının ve Ortadoğu halklarının kalplerine düşer, PKK olur. Yok oluşun kıyısından alınan bir halk gerçekliği ile muazzam bir dirilişi açığa çıkarır. Ölü toprağından verim; kalastan, ağaç, donuk ruhtan ateşle harlanmış bir ruh ve enerji açığa çıkar.

Öcalan ruhu ve düşünceleri esir alınamaz

Bir halk, orjinine atfen halaya durmuştur artık! Bir halka, başka halklar da eklenerek kar topu nar topuna dönüşmüş, evrensel bir karakter kazanmıştır. Ve eril egemenlikli hiyerarşik kapitalist sistemin ve paradigmasının korkulu rüyası olmuş, bu nedenle her daim bu Özgürlük Hareketi’ne karşı, bir saldırı ve yok etme çabası içinde olmuştur. Bu yüzyılın deccalları, sinsi, hain pusular kurmuş, ayı postunda dost görünmüş ve halkların, insanlığın mesihi olan Önder Öcalan’ı esir almış ve İmralı adasına hapsetmiştirler. Oysa Önder Öcalan; felsefesi ve yarattığı paradigması ile bir insanlık tarihini, geçmişini, sentezini oluşturmuş ve güncelle buluşturup geleceğe açılan aydınlık yolu örmüştür. Kendisi de bu evrenin ruhu olmuştur. Ruhu ve düşünceleri esir alınamaz. Bir mekana hapsedilemez. Öyle de oldu. İmralı Adası’nı bir üçüncü cemrenin düşüş zemini yaptı. Ve üçüncü Cemre; demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmasının doğuşu ve Demokratik Modernite sistemi olarak hayat buldu. Yeni bir sosyoloji ‘Özgürlük Sosyolojisi’ olarak gelişti. Yeni bir bilim olarak da toplumsal sistemin gelişimini sağlayan ‘Jineolojî’nin geliştirilmesini öngördü ve dünya kadınlarının umudu oldu. Bu şekilde üçüncü doğuş da gerçekleşmiş oldu.

Özgürlük mayası…

Bu coğrafyaya maya, Önder Öcalan’ın doğuşu ile atılmıştı ve maya her seferinde yeniden tuttu. Ta ki toplumlar tarihinin en uzun süreli kültürel zamanının paradigması biçim kazanıncaya ve demokratik modernite olarak yaşama hakim kılınıncaya dek. Elbette mayalanma işlemi doğadaki yaşam döngüsü gibi bir diyalektik döngü içinde olmaya devam edecektir. Kadın eksenli neolitik toplumun temelleri üzerinden demokratik ekolojik toplum paradigmasının ekseni de kadın özgürlüğü ve eşitliği oldu. Kadınlarca Önder Öcalan’ın bu kadar sahiplenilmesinde bu öz ve ruhun, enerjinin akışkanlığı, hissiyatı ve inancı yatmaktadır. Üç doğuş da kadın eksenli doğuş olmuştur. Önder Öcalan’ın da kendi kelimeleri ile dile getirdiği gibi; ‘kadın, yaşamın adı, insanın özü, sevginin yüreği…’ Ve Ana Kadın’ın öz oğlu olarak, özüne ters düşmemiş, ardılları olarak bu paradigmanın öz oğulları ve kızlarını eğitip, bu kültürün ve yaşam felsefesinin çağdaş gûlîmorları (yiğit kadın) ve mêrxasları (yiğit erkek) olarak geliştirmiştir. Bu evlatlar, bugün halklara ulaşmış ve mücadelelerini evrensel bazda yürütme rol ve misyonunu üstlenmişlerdir. Baharın koynunda mayalanan bir yaz sıcağı misali, zamanın ve toplumun koynunda mayalanan bir Öcalan hakikatini asla unutmadan, zamana, mekana ve ahlaki politik toplum değerlerine sahip çıkarak, yeniden insanlığın tözü(kök-cevher) olan altın çağın ruhunu günümüze maya olarak çalmak elzem mahiyette gerekli ve bu en başta da biz kadınların görevidir. Bu tarihsel bilince ulaşmamızda büyük emek ve özveri sahibi olan özgürlük ve varlık Güneşimiz’e uygulanan tecrit ve esarete son vermek de insan olarak en büyük sorumluluğumuzdur. Kendimize, geçmişimize, insanlığa ve varoluşumuza borcumuzdur bu.