3. Dünya Savaşı ve direnen Kürdistan

- Rûşen Samsat
155 views
Cenneti de, cehennemi de yaratan Ortadoğu, küresel hegemonyanın adeta prangası konumunda. 3. dünya savaşının seyrini belirlemekte, bununla birlikte bütün olasılıkları ve çözüm potansiyellerini de bağrında taşımaktadır.  Başka hiçbir bölgeye benzemeyecek şekilde kapitalist hegemon sistemin kendi içindeki bütün çelişki ve çıkmazlarının, ama aynı zamanda alternatif modernite arayış ve gelişmelerinin de yaşandığı ve dünyaya yayıldığı bir merkezdir. Başka hiçbir bölgede bu iki temel çelişkili görüş-sistem, bu kadar birbirine yakın ve iç içe geçmemiş, çelişki bu kadar olgunlaşmamış ve dünyayı bu denli etkilememiştir.

Osmanlı sonrası Birinci Dünya Savaşının temel paylaşım alanı olarak Ortadoğu ve İkinci Dünya Savaşı sonrası ise Anglo Sakson merkezli küresel hegemonyanın öncü karakolu niteliğinde inşa edilen günümüz Ortadoğusu, kendisini bütün krizleri ile birlikte yeniden sistemin merkezine oturtmuştur.

Alternatif modernite zeminini buldu

Birinci Dünya Savaşı Sovyet devrimini , İkinci Dünya Savaşı ulusal kurtuluş devrimlerini açığa çıkardı. Üçüncü Dünya Savaşının alternatif bir modernite sisteminin gelişimine zemin oluşturmasını düşündürten coğrafya yine Ortadoğu olmaktadır. Dünya çapında giderek yükselen bir toplumsal mücadele ve tepki olmakla birlikte, bu yükseliş ideolojik ve paradigmasal zeminini aramaktadır. 20. yüzyıldan gelme, fakat kendisini yeni radikal bir paradigma  temelinde güncelleyebilmiş, 21. yüzyılın temel sorunlarına tanım ve çözüm getiren; güçlü-köklü bir toplumsal-tarihsel dinamiği arkasına almış Ortadoğu kimlikli bir hareket olarak Kürt Özgürlük Hareketi, bu yükselişe çok ciddi bir dinamik ve zemin oluşturma potansiyelini taşımaktadır. Bu durum dünyada büyük heyecan da yaratmakta, büyük düşman da. Demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü mücadele giderek daha fazla dikkat çekiyor.

Krizi dondurma politikası çöktü

Bölgenin tüm çözülmemiş sorunları bir çelişkiler yumağı halinde hızla uluslararası bir nitelik kazanmakta. Kürt sorunu gibi, Filistin sorunu gibi… Her ne kadar hegemon sistem çelişkiyi Ortadoğu’dan Pasifik Asya gibi başka zeminlere kaydırmaya çalışsa ve ulus devletleri buna göre hizalamaya çalışsa da bu, Ortadoğu’nun sert gerçekliğine çarpmaktadır. Son dönemdeki gelişmelerle bu daha fazla doğrulanıyor. Ortadoğu krizini dondurma, belli bir seviyede tutma, idare etme, krizi yönetme tarzı darbeler alıyor. Ortadoğu’nun bu gerçekliğini kuşkusuz sadece Hamas’ın 7 Ekim saldırıları ve ardından İsrail’in soykırım saldırıları ile izah edemeyiz. Ama sanırım bu gerçeklik en fazla da İsrail-Hamas savaşında kendisini yeniden en yalın haliyle dünyanın gündemine koydu. Ortadoğu statüsünün ve sorunlarının bu düzeyde krizli halde ve dinci-milliyetçi-faşist rejimlerle ayakta tutulmasının, küresel hegemon sistemin giderek artan düzeyde yapısal sorunlarının Üçüncü Dünya Savaşı ile daha keşmekeş bir hal alması ve yeni bir uluslararası nizamın ise henüz belirsizliğini koruması ile alakalı olduğu kesin. Bu noktada NATO’nun “2030-Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik Raporu” çarpıcı veriler sunuyor. Bu raporla ABD öncülüklü küresel hegemonyanın önümüzdeki on yılın temel politikaları belirleniyor. Burada belirsizliklere uyumun şart olduğu, sistemsel zorlukların daha da çoğalacağı, büyük güç rekabetlerinin gelişeceği, dolayısıyla caydırıcılık ve savunma için siyasi araçların ‘genişletilmesi’ gerektiği, Rus-Çin ve Hibrit tehditler karşısında siyasi yoğunluklu stratejilerin şart olduğu değerlendirilmekte.

Siyaset ve savaş tarzı karakter değiştirdi

Bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere Üçüncü Dünya Savaşı denilen olgunun, diğer klasik dünya savaşlarından farklı olarak küresel paylaşım savaşı olmaktan ziyade, sistemin sürdürülebilirliğini esas alacağıdır. Sistem kendisini yeniden kurgulayana ve oturtana kadar olağanüstü kriz hali devam edecektir. Bunun için de yer yer kontrollü savaşlar olsa da, esasta bütün siyasi, ekonomik-ticari ve diğer alanlara yayılmış bir istikrarsızlaştırma, gerilim, şantaj ve tehdit gibi yöntemler ağırlıkta devrede olacaktır. Sistem artık tek kutuplu veya iki-kutuplu olmaktan ziyade çelişkili çatışmalı, konjonktürel, değişken ve çok kutuplu bir sistem olarak yapılanmakta. Sürekli, istikrarlı, oturmuş tarafların ve belli ilkelere dayalı net ilişkilerin olduğu bir sistem beklentisi canlı tutulmakta. Ancak küresel hegemon sistem artık krizli-çatışmalı ve-veya çelişkili-değişken ilişkiler sistematiği olarak öne çıkmaktadır.

Manipüle ve çoklu gerilim yöntemi

Sistem rekabet gücüyle, cezbederek, çoklu gerilim yaratarak, tehdit-şantajla, manipüle ederek, teknikle öne çıkmaya ve bununla kendi sistem-içi çelişkilerini aşmaya çalışıyor. Küresel karakterli savaşlardan mümkün oldukça kaçınıyor. İç çelişkileri ne kadar sert olursa olsun, idare etmeye ve sınırlandırmaya özen gösteriyor. Sistemsel sorunlar söz konusu olduğunda, her türlü gerici-milliyetçi ve dinci rejimlerle ortak tutum geliştirmekten geri durmuyor. Buna uluslararası hukuk ve insani değerleri yok sayarak soykırım geliştirmek de dahil!

Kürdistan merkezli değişimler hegemonyayı zorluyor

Üçüncü Dünya Savaşı’nın ortasında, Ortadoğu ve Kürdistan merkezli gelişmelerin çok ciddi değişimi ortaya çıkaracağını öngörmek yanlış olmayacaktır. Özellikle Çin’in Ortadoğu’ya ekonomik-ticari ve giderek siyasi olarak da girişi ve mevcut dengeleri bozma gücü, yine Rusya’nın alandaki sınırlı da olsa varlığı ve ama özellikle bölgesel hegemon devletlerin -başta İran ve TC, yine İsrail- hem birbirleriyle hem de küresel hegemon güçler ile olan çıkar çelişkileri; ABD öncülüklü küresel hegemonyayı ciddi anlamda zorlayacaktır. İsrail-Hamas çatışması en başta bölgedeki bütün etnik, dinsel/mezhepsel çelişkilerin daha da şiddetli hale gelmesinin ve başka soykırımların da gündeme gelmesinin yolunu kesinlikle açtı. Bölgesel hegemon devletler açısından soykırım politikalarını uygulamada hiçbir uluslararası hukuk ile caydırıcı bir mekanizmanın olmayışı ve buna dayalı devletlerin oldu-bittiye getirerek her türlü katliam uygulama zemininin yaratıldığı belirtilebilir. Karşılıklı zincirleme katliamların yolu açıldı.

Soykırım politikaları canlı tutulacak

Şimdiden azınlık konumunda bulunan etnik ve dinsel yapılar çok büyük güvensizlik ve korku yaşıyorlar. Fırsatını yakalayan veya yaratan her hegemon devlet, gücü varsa bu tür soykırımları “sınır güvenliği”, “meşru müdafaa” vs. adı altında uygulamak isteyebilir. Ve çıkarları çakışmadığı müddetçe bu uygulamalara tutum almayacaklardır. İsrail-Hamas savaşında bu çok net ortaya çıktı. Geçmişte kısmen de olsa devrede olan Birleşmiş Milletler, Uluslararası Ceza Mahkemesi, AİHM gibi uluslararası mekanizmaların herhangi bir etkinliği veya geçerliliği kalmamıştır. İstedikleri kadar ‘endişe yüklü’ açıklamalar, oturumlar veya kınamalar yapsalar da artık bir geçerliliği kalmamıştır. Özellikle Ortadoğu’da giderek birbirine benzeşen gerici-milliyetçi-faşist rejimler katliam ve soykırım politikalarını bir tehdit olarak sürekli canlı tutacaklardır.

Tek politika hegemonyayı ayakta tutmak

ABD’nin, “Filistin politikası” veya “Kürt politikası” olarak hep konseptleştirilmeye çalışılan, hatta komplo teorileri üretilmeye çalışılan bir politikası yoktur. ABD’nin tek politikası bölgedeki küresel hegemonyasını ayakta tutmak, bölge dengelerini ve güçleri kontrol altında tutmaktır. Bu çerçevede Kürtlere karşı hem bölge devletlerinin soykırım ve imha politikalarını desteklemekte, hem de bölge devletlerini dizginlemek ve kontrol altında tutmak için Kürtleri kullanmak  istemektedir. TC’nin Kürt soykırım politikalarında küresel hegemon güçlerin desteğini almasına rağmen sonuca gidememesi, ama ikili politikalar yürüterek  kendi yayılmacı politikalarını bölgeye dayatması bölge dengelerini ciddi anlamda zorlamaktadır. İsrail-Hamas savaşı ile ortaya çıkan krizin bu düzeyde uzun süreye yayılması ve daha kapsamlı hale gelmesi durumunda  TC’nin önemli bir zorlanmayı yaşama ve bu süreçten büyük zararlar görme ihtimali yüksektir.

TC’nin ikili politikası giderek zorlanacak

Böylesi bir durumda TC’nin somut tutum almak durumunda kalacağı ve Amerika’yı ve İsrail’i karşısına almasının mümkün olmadığı, mevcut ikili politikalarını devam ettirmesinin imkanının giderek daha da daraldığı belirtilebilir. Oysa küresel hegemon güçler başta İran’ı zayıflatmak olmak üzere kendi çıkarları için kullanmak istemektedirler. TC’nin bütün ilişkilerinde temel argüman ise, Kürt sorununda soykırıma dayalı ‘çözüm’ oluşturuyor. Rusya-İran ve Suriye ile ilişki zemini tamamen bu dayatmaya bağlı. Her üç devletin tek ortak noktası Kürdistan’ın bu sömürge statüsünde tutulması iken, Kürtlerin üçüncü bir yol çizmesi ve giderek bu çizginin hızla evrenselleşmesi bütün bu hesapları bozma potansiyeli taşımakta. Sonuç olarak; Üçüncü Dünya Savaşı gerçekliğinde şu veya bu devletin bu kadar köklü sorunları çözme gücü veya çözüm konsepti bulunmuyor. İsrail’in Gazze soykırımında da açığa çıktığı üzere, çözüm gücü  dünyanın her yerinde milyonların tek yürek ve kararlı duruşuyla ortaya koyduğu halkların demokratik birlik ve çözüm perspektifindedir.