Kamuoyu tarafından “Kobanê Davası” olarak bilinen ve 26 Nisan 2021’de Ankara Sincan Cezaevi Mahkeme Salonu’nda görülmeye başlayan dava, Türkiye’nin yakın siyasal tarihinin en önemli davalarından biridir. Kobanê’de DAIŞ’ın yenilgisini kendi yenilgisi olarak gören AKP iktidarı, kaybedişin intikamını bu dava ile almak istiyor.
Kürt sorununu, demokratik, siyasal, barışcıl yöntemlerle çözme yerine, bitirmek, toprağın altına gömmek istiyor. Bunu gerçekleştirmek için Kürt Özgürlük Hareketinin yanı sıra HDP’yi de tasfiye etmek istiyor. Bunun için Saray’ın talimatıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatma davası açıldı. Ancak, Saray talimatıyla hareket eden Anayasa Mahkemesi bile HDP’nin “terör”ün odağı olduğu ile ilgili güçlü bir delil bulamadığı için, dosyayı Yargıtay’a geri gönderdi. İşte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, HDP’nin kapatılmasına zemin hazırlamak için Saray’ın talimatıyla alelacele açılmış bu davanın sonucunu “güçlü bir delil bulduk” diyerek dava dosyasına koyacaktır. AKP böylece hukuk dışı yarattığı uyduruk delillerle, HDP’yi kapatıp, Çöktürme Planı’nı başarıya ulaştırmak istiyor. Bunun için sadece Kobanê Davası’na bakacak özel bir mahkeme ve heyet görevlendirildi. Bu heyet davayı 45 gün gibi kısa bir zaman diliminde bitirip, Yargıtay’ın kullanımına sunacak. Bütün bunların yargıyı elinde tutan AKP’nin planladığı ve düşündüğü gibi gerçekleşme ihtimali elbette ki var. Fakat bu dava her geçen gün kendini kurumsallaştırmaya çalışan AKP/MHP faşist rejiminin çöküşünü hızlandıracak bir dava olacaktır. Çünkü buradan çıkan sonuç, Türkiye’deki rejim tartışmalarını bitirecek ve iktidar dışı tüm çevreler tarafından rejimin adı faşist rejim olarak tanımlanacaktir. Artık ‘Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaktır’ diyen Goebbels taklitçilerinin dönemi sona eriyor. Bunun için 6-8 Ekim tarihlerinde neler yaşandığını, gerçeklerin ne olduğunu, AKP’nin HDP düşmanlığının ve HDP’yi siyaset sahnesinden silmek istemesinin gerçek nedenlerinin ne olduğu, bu dava ile mahkeme tutanaklarına dolayısıyla tarihe not edilecektir. Bu zamana kadar söyledikleri büyük yalanlara kitleleri inandırdıklarını zannedenler, gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğunu bu dava ile öğreneceklerdir.
Halk, demokratik gösteri hakkını kullandı
Yeniden hatırlayacak olursak; 2014 Eylül’ünde, insanlık düşmanı DAIŞ; Erdoğan ve AKP hükümetinden aldığı her türlü destekle Kobanê’ye saldırmış ve Ekim ayının başlarında kentin büyük bir kısmını işgal etmişti. Saldırılarda YPG-YPJ güçlerinin yanı sıra, DAIŞ’e karşı gönüllü olarak savaşmaya gidenlerle birlikte, yüzlerce kişi bu işgal saldırılarında yaşamını yitirmişti. Tehlikenin büyüklüğünü gören Kürt halkı ve dostları, Ekim ayının başından itibaren demokratik protesto haklarını kullanarak sokaklara çıkmış, hükümetten Kobanê’de daha fazla katliam yapılmaması için insani yardım koridoru açılmasını talep etmişlerdi. 6 Ekim 2014’te, HDP Genel Merkezi twitter hesabından Kobanê’nin düşme ihtimaline karşı, halka Kobanê’yi sahiplenme çağrısı yapmış, çağrıya cevap veren halk daha güçlü bir şekilde sokağa çıkarak, demokratik gösteri hakkını kullanmıştı. Yapılan yürüyüşlere, açıklamalara, oturma eylemlerine yüzbinlerce insan katılmış, ama bir hafta süren protestolarda bir kişi bile yaşamını yitirmemişti. Demokrasilerde hak alma ve istemenin yolu gösteri yapmaktır, bu nedenle demokratik ülkelerde gösteri hakkı temel insan haklarından biridir. Gerçek demokrasilerde bunun bir değeri vardır. Yönetenler talepleri dikkate alır ve gereğini yaparlar. Fakat Türkiye’de hiçbir zaman gerçek anlamda bir demokrasi olmadığından, demokrat yönetici de olmamıştır. Nitekim Erdoğan halkın bu taleplerine olumlu yanıt vermediği gibi, 7 Ekim 2014’te Antep’te katıldığı bir etkinlikte DAIŞ’ın kazanacağından emin ve DAIŞ ile komşu olmaktan duyduğu heyecanla “Kobanê düştü düşecek” şeklinde bir değerlendirme yapmıştı.
DAIŞ karşıtı güçler sokaklara çıktı
Bu açıklama sonrası, iktidarın yaşananlara seyirci kalmasının devam ettiğini gören halk, daha kitlesel bir şekilde protesto gösterilerine katılarak Erdoğan ve hükümetini protesto etmeye başlamıştı. Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” açıklamasını yaptığı 7 Ekim’de, Muş´taki eylemlerde, Hakan Buksur isimli bir sivil yurttaş polis kurşunu ile yaşamını yitirdi. Muş’taki bu polis saldırısı, bundan sonra yapılacak provokasyonların başlangıcı oldu. Yani HDP’nin sosyal medya hesabından yaptığı çağrıdan bir gün sonra. Öyle iddia edildiği gibi ölümler 6 Ekim’de başlamadı. 7 Ekim’de Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” söylemine çok öfkelenen Kürt halkı, Türkiye’nin başta İstanbul, İzmir, Adana, Mersin gibi metropolleri olmak üzere, dünyanın dört bir yanında DAIŞ karşıtı güçler sokaklara çıktı. Türkiye’de iki yüze yakın merkezde yapılan direniş ve eylemlere Hüda-Par ve Radikal Islamcı grupların saldırıları ve dönemin İçişleri Bakanı’nın deyimiyle kontrol edemedikleri güçlerin provokasyonu sonucu, serhildanlarda 37 kişi yaşamını yitirmişti. Sözde kontrol edemediği gruplar aslında tam da bu tablonun ortaya çıkması için görevlendirilmiş gruplardı. Direnişi bastırmaya çalışan iktidar bunu başaramayınca İmralı’ya gitmiş ve sayın Abdullah Öcalan’dan imzalı bir not getirerek direnişi sonlandırabilmişti. İşte tüm bu gelişmeler sonrası, YPG/YPJ direnişi ile DAIŞ karşıtı koalisyon güçlerinin verdiği destek sonucu Kobanê DAIŞ’ın elinden kurtarılmış ve özgürleştirilmiştir.
Hesap vermesi gereken AKP’dir
Kobanê’nin özgürleşmesi ardından, direniş ve gösteriler sona ermiş, 4’ü Hüda-Par’lı, 33’ü HDP’li olmak üzere 37 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce yurttaş da yaralanmıştı. Kobanê direnişi sonrası HDP olarak yaşananların araştırılması ve gerçeklerin açığa çıkarılması için verdiğimiz bütün araştırma önergeleri reddedilmiştir. Dava görülmeye başlandığında provakasyonların kimler tarafından yapıldığı, arkasında kimlerin olduğu tek tek açığa çıkarılacaktır. Yaşanan ölümlerden sorumlu olanın ve hesap vermesi gerekenin AKP olduğu açık ve nettir. 2011 yılından beri radikal dincilerin kaybetmemesi için her türlü desteği veren AKP, “kontrolsüz güçler” dediği ama aslında kontrolü altındaki güçleri kullanarak DAIŞ’e moral ve güç vermeye çalışmış ama başaramamış, işleri yüzüne gözüne bulaştırmış, sonra da yaşanan ölümlerden HDP’yi sorumlu tutarak, “katiller” vb cümlelerle suçlayıp 6 yıl sonra 108 kişiyi kapsayan alel-acele bir iddianame hazırlatarak bu davayı açtırmıştır. Dönemin HDP, BDP, DTK Eşbaşkanları ve MYK üyeleri dahil olmak üzere 28’i tutuklu 108 kişi, 37 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanmaktadır. Şimdi sorulması gereken soru şudur. Neden 6 yıl sonra kumpas olarak nitelendirilebilecek bu dava açılmıştır? Ortada böylesine ağır bir suç varsa neden 6 yıl beklenmiştir? Bu dava öncelikle bir siyasi intikam davasıdır. AKP, DAIŞ ile komşu olmayı ve Suriye topraklarında bir İslam Devleti kurulmasını beklerken, stratejik ortağı DAIŞ Kobanê’de yenilmiş ve bu yenilgi DAIŞ için sonun başlangıcı olmuştur. Nitekim DAIŞ’ın yenildiğini gören AKP ve Erdoğan rejimi dümeni tersine kırıp, DAIŞ’e karşı açıklamalar yapmış, hatta DAIŞ’ı İslam düşmani ilan etmeye kadar işi götürmüştür. Eğer halkın 6-8 Ekim’deki direnişi olmasaydı Kobanê düşecek, böylece AKP, DAIŞ’e verdiği sözü tutacak ve bir İslam Devleti ile komşu olma hayalleri gerçek olacaktı. İşte DAIŞ’ın Kobanê’de yenilgisini hazmedemeyen AKP, bu davayı intikam almak için açtırmıştır. Kobanê Davası bir öc alma, siyasi bir intikam davası olduğu gibi, 2016 ve 2019 yıllarında, HDP Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin, Belediye Eşbaşkanları’nın tutuklandığı, Çöktürme Planı’nın bir parçası olan siyasi darbe operasyonunun, halk iradesini ortadan kaldıran kayyım darbesinin devamı olan bir dava olduğu bilinmesi gerekir. Çünkü Çöktürme Planı’nın açığa çıkan belgelerinde HDP’li milletvekillerinin tutuklanması, binlerce insanın cezaevine konulması, belediyelere el konulması net bir şekilde yer almıştı. Mevcut durumun gösterdiği de HDP’nin, 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında verilen tasfiye kararının uygulamaya konulduğudur.
HDP, Türkiye halkları için 3. bir çizgidir
HDP, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu güne dek, iki devlet partisinden birine oy vermeye mecbur edilen Türkiye halkları için üçüncü bir çizgiyi, üçüncü bir yolu temsil eden bir partidir. Artık halklar seçeneksiz değildir. Nitekim seçeneksiz olmadıkları, 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde görülmüştür. Kısıtlı ve zor şartlarda yürütülen bir çalışma sonucu, HDP’nin aldığı 13,1 düzeyindeki oy oranı bunun göstergesidir. Üçüncü bir çizginin varlığı devlet partilerinin tek başına iktidara gelemeyeceği bir sonuç da ortaya çıkartmıştır. Nitekim AKP 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidara gelememiş, halkın HDP’ye verdiği desteği, önce müzakere süreci, çatışmamazlığı sonlandırıp, sonra siyasi darbe operasyonları ile azaltmaya çalışmıştır. HDP son yerel seçimlerde görüldüğü gibi, ortak hareket ettiği partiler ya da ittifaklarla sonuçları çok ciddi değiştirecek, etkileyecek bir güce sahip olduğunu göstermiştir. Yani bu konumuyla Türkiye siyasetinde dengeleri değiştirecek ve etkileyecek bir durumdadır, işte bu nedenle siyaseten bitirilmek isteniliyor. Ama tasfiye edilmeye karar verilmesinin esas nedeni, savunduğu demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma ile toplumun düşüncesini, zihniyetini, görüşlerini değiştirmesidir.
HDP’nin eşit temsiliyet ilkesi
Kadın-erkek eşitliğini savunan HDP’nin eşit temsiliyet, eş başkanlık modeli, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, kadın katliamları, erken yaşta ve birden fazla evlilik, kadın emeğinin sömürülmesi konularında yürüttüğü mücadele ve öz savunma perspektifi toplumda karşılık bulmuş, diğer partileri kimi politikalarda değişikliğe gitmesi konusunda tetikleyen faktör olmuştur. Örneğin parlementoda, yerel yönetimlerde çok az sayıda olan kadın sayısı bugün oldukça artmıştır. Toplumun kadına bakışında ciddi değişiklikler olmaya başlamıştır. Kadında özgürlük bilinci gelişmiştir. Bedenine, kimliğine, diline, emeğine sahip çıkan özgür kadınların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bugün Türkiye’de bir ağacın kesilmesine, ekolojik dengeyi bozacak maden aramalarına, hayvan katliamlarına, barajların yapımına, doğa katliamına karşı bir mücadele sürüyorsa bunda HDP’nin payını unutmamak gerekir. HDP’nin yeni yaşam modelinde bütün halkların, kendi kimlikleri, dilleri, kültürleri ve inancıyla birlikte eşit ve özgür yaşamak var. AKP/MHP iktidarının tüm ırkçı, milliyetçi, şövenist söylemlerine rağmen halkları birbirine düşman etmekte başarılı olamamasında HDP’nin barış içinde hep birarada yaşamak konusundaki politikasının etkileri vardır. İktidarın Kürt sorunu konusunda HDP’yi kriminalize etmek için kullanmadığı yol, yöntem, söz kalmamasına rağmen halen oyunu koruması, HDP’nin savunduğu paradigmanın ne kadar güçlü olduğunun ve toplumsal karşılığının olması nedeniyledir. Yoksa bu kadar saldırının karşısında ayakta kalması mümkün olamazdı.
Bu nedenle HDP fikriyatını oluşturup öneren sayın Öcalan’a teşekkürü borç bilmeliyiz.
*Eski HDP Milletvekili