Devletin asfaltından orman yoluna sapmak

- Güler YILDIZ
199 views
Mücadeleyi hayata ne kadar katabilirsek hayat o kadar diri olur… İri olur, dem alır ve yaşanır…
Akbelen’den Cudi’ye sıçrayan talan yangınını söndürecek, devlet destekli iş makinelerinin toprakta açtığı yarayı sağaltacak, suları berraklaştıracak, çorak toprakları üretken kılacak, havayı solunabilir kılacak tek ilaç bu: Mücadele… Mücadeledeki ısrar ve ısrarın anlamı…

24 Temmuz’da Akbelen ormanlarına gece yarısı baskını yapıldı. Daha önce de yıl aralıklı denenmişlik vardı ama köylünün sıradan köylü olmaktan çıkıp yaşam savunucusu elbisesiyle karşılarına dikilmeleri bu şafak operasyonlarını akamete uğrattı. Kadersel 14 Mayıs seçiminde “eğer kaybedersek yüklenecekler” diyecek kadar siyasi öngörüyü de hatmetti bu yerel halk. Ankara’nın sittin senedir Kürdistan’da uyguladığı “dolaylı” pervasızlığı (buradaki dolay özel güvenlik/operasyon iddialarıdır) Akbelen doğrudan yaşadı: Burunlarının dibinde alan büyüten iki termik santrali doyurmak için devlet YK Enerji’ye 740 dönümlük Akbelen Ormanları’nı hediye etmişti. Ve şirket artık hediyesini almak istiyordu.

‘Bedelini ödedim, istediğim gibi yok ederim’

LİMAK görevli şirket sıfatıyla ‘Ağaçlandırma bedelleri ve yıllık kullanım bedellerini ödedim, istediğim gibi ormanı yok ederim’ deme hakkını kullanarak, hem ormanı kesmek, kömür sahasını genişletmek hem de direnen İkizköy’ü de haritadan silmek istedi. Yaklaşık 4 yıldır tamamı kızılçam olan ormana İkizköylüler şirketi ormana yaklaştırmadığı gibi, son iki yılda da orman içinde çadırlı 24 saat nöbeti örgütlemişlerdi. 24 Temmuz sabahı erken saatlerde, beşli çeteden Limak’ın kesim ekipleri, jandarma ve TOMA’lar eşliğinde Akbelen Ormanı’na girip ağaç kesim işlemine başladı. Gerekçe, ekonomik ömrünü tamamlamış Kemerköy ve Yeniköy kömürlü termik santralleri için ham madde sağlamak! Kıyım alanı neredeyse tek yerel kızılçam dokusundan oluşuyordu, ne gam! Akbelen bölgenin tek yağmur toplama havzasıymış, ne olacak! Orman içinde 88 bin dönüm tarım alanı varmış, önemsiz! Ve orman arkasında 200 bin dönümlük eski kömür sahası… İşte her yer bir canlılık emaresi dahi taşımayan bu yere benzeyecek ve orada hayat ölecek… Ve üstelik kesilmek istenen ormanlık alanın bir kısmı da zeytinlik. Zeytin ise köylülerin başlıca geçim kaynağı.

Ölüm çukurlarının müsebbibi Limak

“Termikten vazgeçin bakın zeytin ekonomik kalkınmamız için daha verimli” yönlü raporlar da hazırlandı geçen yıl, ama şirket-devlet, yaşam savunucularının ve bilim insanlarının bu önermesini ciddiye dahi almadı. Baskının dozunu artırmaktan başka bir yanıtı olmadı köylülere. Köylüler de inatçıydı: Ne arsalarını satıyorlardı ne de direnmekten vazgeçiyorlardı. Olsa olsa bunlar “devlet düşmanı”ydı. Oysa “devlet”ine inanan diğer köylerde satış tamamlanmış, kömür sahası İkizköy’e kadar köyleri yuta yuta engelsiz ilerlemişti. 2014’te özelleştirilen Yeniköy-Yatağan Termik santrali o günden beri 5’li çeteden Limak’ın elinde. İkizköy’den hemen sonra Işıkdere de dahil 9 köyü yutarak Ören yönüne doğru 15 kilometre boyunca açılan ölüm çukurlarının müsebbibi Limak, devletin askeri, polisini kullanarak, “milletinin efendisi” köylüye gece yarısı baskına geliyor. Yıldırma çabaları sonuç vermeyince kolluk marifetiyle köylüyü yerinden etmeye çalışıyor. İkizköy Çevre gönüllüsü Deniz Gümüşel, 24 Temmuz operasyonu haftasında Jin Tv’de yayınlanan Yeşil Pencere’nin, “bundan sonra nasıl bir senaryo kuruluyor köylüler için, göçertilecekler mi?” sorusuna çok endişeli yanıt vermişti: “Bunu düşünmek dahi istemiyoruz.” Haklıydı, devletin TOMA’sıyla, jandarmasıyla, polisiyle mücadele eden bir avuç direnişçi köylünün, 5 adım sonrası için mücadeleyi kararlılıkla sürdürme inadı olmalıydı. Eğer oturup “bizi göçertecekler topraklarımızdan” deselerdi, mücadele yerini yılgınlığa, teslimiyete bırakırdı. Mücadele sürüyor Akbelen’de. Nejla Işık’ın haykırdığı gibi: “O son ağaç kalıncaya dek sürecek mücadelemiz!”

Konar göçer bir hayata razı gelmek

Sözü buradan Kürdistan’a getirmek lazım. Devletin 40 yıla yakındır sürdürdüğü güvenlik soslu operasyonlarıyla üç kovalanıp beş geri gelen Kürt köylüsüyle, ülkenin Batı’sındaki köylüler arasındaki benzerliği doğa üzerinden kurmak lazım artık. Doğa benzersiz bir dönüştürücü. Doğa sınır tanımazlığın ıslak imzası. Kürtlerin kültürel yetenekleriyle, dilleriyle, sahip olduğu tarihsel dokusuyla kendini Batı’ya kabul ettirmesi hep imkansız olageldi. Yüz yıllık berbat bir nakaratı dinde, siyasette, müzikte, yaşamda ezbere çekmişlerin tüm damarlarına bir anda oksijen yürümesini ummak en iyi tabirle iyimserlikti. Çok da uzak olmayan bir tarihte Balıkesir’de şu olay yaşanmıştı: Kürdün biri Balıkesir’in bir köyünde ev satın almış. Köy yerinde mühim mevzulardır bu tür satışlar. Köyün tek kahvesinin bulunduğu çınar altında şekerli-şekersiz çaylar eşliğinde ‘kimdir, nedir, necidir’den bin soru üretilir, asla muhatabına sorulmayacak. Bir hinlik aranacaksa tevatür girer devreye, bir deve, kervana dönüşür. Hatta köy imamının Cuma’da had bildirme hutbesine kadar varır iş. Evi alanın Kürt olduğu öğrenilince, tüm köy birleşip evini/arsasını satan adamın kapısını çalar. “Geliyor gelmekte olan” kıyamet hakkında kaygılar bildirilir ve münasip bir şekilde anlaşmayı iptal etmesi istenir. Dahası “yalnız gitme, biz de gelek” denerek, tüm köycek(sadece erkekler ve oğlan çocuklar olacak şekilde) istenmeyen misafirin kapısı çalınır. Kürt elbette şaşkın. “Neden, sebep?” der. Yanıt hiçbir ama’yı kabul etmeyecek denli açık ve nettir: “Şimdi sen geldin. Yarın akrabaların gelir. Öbür gün köyün… Biz köyümüzde bu kadar Kürt istemiyoruz” deyip, daha ortada damla yokken kovaları hazırlarlar. Kürt mecbur kalır evi bırakır, parasını alır ve terk-i Balıkesir yapar.

Doğanın eşitleyici olduğunu unutmayalım

Bu hikayeyi benzersiz kılan bir durum yok. Aksine Kürdün falında hep yol vardır. Bir yol büyüktür, biri patikadır, biri kısa, diğeri uzundur. Ve hatta o falda deve de sıkça görülür; yüklüdür, kalabalıktır. Çünkü tarihte Kürt yoldur, yolcudur, elinde tez gidip tez gelesin su tasları hiç yoktur. Zaten o tasa dolacak suyu da yoktur! Doğanın eşitleyici olduğunu da unutmayalım. Bu denge orman ekosisteminin benzerliğinden değil (rüzgarlar farklı çünkü) eko-kırımın benzerliğinden mayalanıyor. Cudi yandığında Balıkesir de yanıyor. Lice’de orman kesildiğinde Muğla’da da kesiliyor. Silopi termik santrali köylerin ortasına kondurulup yüzlerce Kürdü yutan ölüm çukurlarına dönüştürülürken, Yatağan-Yeniköy termik santrali köyleri yutup, halkı göçe zorluyor. Zonguldak’ı ilk okul çocuklarına “kara elmas” diye yutturan devlet aklı, o akla güvenenleri kanser edip öldürüyor. Elbistan-Afşin termik santrali filtresiz bacalarından üfürdüğü zehirle doğmamış çocuğun hayatına galebe çalıyor. Güvenlik adı altında, Kürt özgürlük savaşçılarının yollarına sadece mayın değil, barajlar döşeniyor. O barajlarda tutulan su, Kürdistan’ı öldürüyor. Halkı da bildim bileli göç ediyor!

Cudi yaşarsa, elbette Akbelen de yaşar

Kürdistan’daki siyasi saik Batı’nın ekonomik gerekçesine dönüşüyor. (Bu arada Batı dediğim sadece Batı değil, Kürdistan Doğu ve Güney Doğu olunca gerisi hep Batı! Karadeniz de dahil) İkizdere’yi yutan müteahhit akıl, Zilan’da hafıza siliyor… İliç’teki altın madeni, Kazdağları’nın gölgesinde (Alamos Gold’un Kaz Dağları’ndaki kırımına karşı yürütülen uzun soluklu mücadele maalesef İliç’e hakkıyla kısmet olamamıştır) büyüdükçe büyüyor, en az 6 kenti yutacak projelere dönüşüyor. Halk yeniden yeniden göçe zorlanıyor! Ve Kürdün biri, göç yolunda Balıkesir’de durup bir köy beğeniyor, ev alıyor “sana buralar yassah” deniyor! Kimyasal atıkların gömülmeye başlanacağı duyuruluyor, adres Ankara deniyor ama Kürdistan dağları, ovaları daha şimdiden depone alan olarak kullanılıyor. Köylü, yaşam savunucusu olarak çıktığı itiraz yolunda kelepçelenerek “terörist” denerek, hapse konuyor. Köyünden, köylülüğünden ısrarın fotoğrafı ise helikopterden atılarak çekiliyor. Bunlar hep doğanın yakınlaştırma/yaklaştırma çabaları: Doğa kendi alanından bir siyaset kuruyor ve diyor ki: Cudi yaşarsa, elbette Akbelen de yaşar. Doğa yaşamı savunanları yardıma çağırıyor: Gel! AMA, Devletin ‘ama’lı asfaltından değil, orman içinin ayrımsız patikalarından gel! Gel ki yaşayax!