Anamın deyişiyle “elalem” evliliğin hayatlarında neyi değiştirdiğini düşünüp, gülerek anlatıyor. Öyle bir anlatıyor ki insanın hemencecik evlenesi geliyor. “Bak evlendiğimizde bu evi aldık. Yeni arkadaşlarımız oldu. Komşularımız var. Her şey renga renk, uyum desen yüzde doksan dokuz nokta dokuz. Bu alemde arasan öyle uyum bulamazsın?!? Mutluluk ise süper! Baksanıza, mutluluktan ağzı açık kalmış. Ağzını bile kapatamıyor, o derece yani! Canım seninki de bir şey mi?!? Bizim hayatımız değil, dünyamız değişiyor. Hayatı “sil baştan” yaşamasak da yeniden de doğmuyoruz. Laf aramızda hayata yeniden doğsak biz ne yapacağımızı bilirdik de lakin konu bu değil.
Evlilik, bizde alemi berzahı görmektir. Tepiklenmektir, çekiştirilen, yolunan saçların süpürge edilmesidir. Kapıda paspas, mutfakta tava olmaktır. Mesela yeni araba güzeldir, yeni elbise, yeni toka, ne bileyim yeni çanta güzeldir. Ama yeni evlilik ya da yeni koca, yeni sevgili için aynı şeyi söylemek ne kadar akıl kârı, hiç bilemiyorum. No comment yani. “Şekerim, geçende yeni bir koca aldım sorma gitsin, resmen hödük. Kızzz, herif bildiğin kalas!” diyen kadına rastlamak ne güzel olurdu değil mi!?! Böyle evliliği, saçma sapan erkekliği tiye alacak kadınlar çoğalsa, alemi berzaha gidişlerde azalma olurdu. Ama kadınlardaki bu acıma duygusu yok mu, beni öldürüyor. Ne acıyorsun bacım, vur ağzına üsten bir tane! Aaa, daral geldi vallaha!..
Nikahta keramet falan yoktur
Evet ne diyordum? Hıımm, eskisinden beter yeni hayat güzel olabilir mi bacım? “Elalem” (o da artık her kimse) evlendiğinde “hayatım değişti” diyor. Bizde ise bir kaç ay sonra “hayatım söndü” diye cılız bir ses duyuluyor. O da var ile yok arası bir ses. Sanırsınız ses kuyunun dibinden geliyor, öyle anlaşılmaz, öyle yalnız ve derin… Soruyorum cidden, niye bizim kızlar da evlenirken bu “elalem” gibi mutlu olamıyor? Nedir yani, “elalemin”in nikahtaki keramettinden bir parça bizim kadınlara da düşmez mi? Düşmez canım! Çünkü nikahta öyle sanıldığı gibi keramet falan yoktur. Diyorum ya, bizde evlilik dünya değiştirmektir, alemi berzaha yollanmaktır. Niye? Çünkü bir kadın evlendiğinde her şeyden önce aile değiştirir. Sonra çevre, sonra da demografik değişime uğrar. En yakın arkadaşlarını kaybeder. Paylaşacak kimseyi bulamaz. Hatta dedikodu bile yapamaz. Biliyorsunuz dedikodu artık “sosyal bir aktivite” olarak kabul ediliyor. Zaten “ilk geceden” söz etmiyorum. Kapıda beklemenin utanmazlığı, yapılana “şahit” olma hali cidden psikolojik bir travma. İçerdekilerin travması bir başka, dışarıda bekleyenin ise bir başka. Bu duruma tanım getirene ya da izah edene aşk olsun! Yok böyle bir şey. Böylelikle kadın “ilk gece” travmasıyla özgüvenini de kaybeder. Kapıdaki paspas ile mutfaktaki tava olma arasında yaşadığı med-cezirde kendini kaybeder. Gerisini de söylemeyeyim.
‘Elalemin kızı..’
Çok fazla karamsarlık yaymak istemem. Ama işte o “elalem” var ya o “elalem”, “ay evlendim, çok mutluyum” demeseydi bu noktaya gelmeyecektik? Hele filmlerdeki o evlenme teklif edilen sahnelerden, o kendinden geçme hallerinden hiç söz etmiyorum. Ona bakıp evlenen, kendini yakan ne çok insan var, anlatamam. İşte bu, hep o “elalem” olgusundan çıkıyor. Aslında “elalem” uzak olduğu için ne yaşadığını bilmiyoruz. Anam bana, “elalemin kızı daha güneş doğmadan sabah erkenden kalkıp evini süpürüyor, temizliğini yapıyor, kahvaltıyı kuruyor” diyordu. “Ama benim kızım”, o esnada beni işaret ederek, “halimiz ortada. Ne yapacağım ben bu kızla yarabbim? Elalemin kızlarının on parmağında on marifet, ya benimki?!?” İşte tüm mesele bu “benimki,” olayında. “Benimki ortalıkta lotik* û zîtik atsın!..”
Değmeyin mutluluğumuza
Anlamıyorum, “elalemin kızı” daha karga bokunu yemeden niye kalkıp bu kadar iş çeviriyor? Okula da gitmediğine göre günün kalan kısmında ne halt yiyiyor? İnanın bu “elalemin kızı” lafı yüzünden evliliğe merak salan insan kızı tanıyorum ya. Sırf “elalemin” kızı “mutlu” bir evlilik yapmış denildiği için çareyi Ezginin Günlüğü’nden, “Ateşe baca lazım, kitaba hoca lazım /Bana bi koca lazım, o da bu gece lazım” işte yalandan sevdiğini söylesin. Devamla, “Düşlerim pembe bulutlar / Açıyorum çiçek miçek / Eteklerim mor salkımlar” falan filan. Olay hayatın ortasına nıçacak koca bulmada, o da hep bu “elalemin” kızından ötürü. Bir gün onu taklit edeyim dedim. Ertesi gün anam, “Ooo, kızım ev süpürüyor, sen koca mı istiyorsun? Çağırın görücüler gelsin” dedi. O gün bugündür tövbeliyim, ev işi yapmıyorum. Israr etmeyin, herkesin dışarıya attığı çöpü ben eve dökerim. Resmen, “koca” kelimesini duyduğumda travma geçiriyorum. “Koca” tabiri benim için bir kabus. Yani “elalemin” mutluluğu benim kabusum. Fakat çok sonraları öğrendim ki, “elalem” de öyle mutlu falan değil. Lakin alıştırılmışız bazı şeylere. Zaten insanın en iyi büyük ve en gelişkin özelliği de bazı şeylere alışmasıdır. Ama aynı zamanda en kötü yanı da alışkanlıklarıdır. İşte alıştırılmışız, doğan her insan evladının evlenmesi gerektiğine, evliliğin de mutluluk olduğuna… Zaten birileri de çıkıp hemen yapıştırmış lafı, “nikahta keramet vardır” diye. Ne kerameti? Birbirini tanımayan insanlar nikah kıyınca birden bire aşık mı oluyorlar? Ma bu bal kabağı mı, değnek değince değişsin, araba olsun? Zorlamaya gerek yok, kabak işte. Öyle “keramet var” demekle kalastan insan çıkmıyor. Ölmüşüz biz, ağzımızı, gözümüzü kapatan yok. Durumumuz ıssız bir köye gelin giden kızın hikayesi gibi. Köyün birine bir kızı gelin etmişler. O köyde de bir çocuk varmış, hiç gülmezmiş. Bir gün gelin bir şey yapmış ve çocuk gülmeye başlamış. Köyün ahalisi çok sevinmiş bu duruma. Toplanıp gelini nasıl “mutlu” etsek diye düşünmüşler. Biri demiş; “Gelinimize öyle bir yer yapalım ki, yeri ne gökte olsun ne yerde.” Ahali düşünmüş, düşünmüş ve sonunda geline ne yerde ne de gökte bir yer bulmuşlar. Bir ip getirmişler ve gelini boynundan asmışlar. Tabi gelin nefes alamadığı için ağzı açık kala kalmış. Ahali de karşısına geçip şöyle demiş; “Bakın ne kadar mutlu. Mutluluktan ağzı bile açık kalmış.” Evet, değmeyin mutluluğumuza gitsin. Darısı bizi asanların başına!
NOT:
*lotik û zîtik: Çifte atmak. Atın, eşşeğin, katırın arka ayağıyla tepik atması, çifte!