Tarihin her döneminde eril zihniyet farklılıkların, çeşitliliğin tekleşmesi için kıyım, katliam vb. politikalarını sürdürmüştür. Êzîdîler de yaşam felsefelerinde kötü savaş gibi kavramların yerleşmemesinin acısını defalarca kıyımdan geçirilmek olarak yaşamışlardır. Tarihin her döneminde isim değişse de özde aynı mantığın kurbanı kılınmaya çalışılmışlardır. Êzîdîler tıpkı Moise HESSE’nin dediği gibi “zorbalar değişse de devam eden ‘zorbalık’ın” kurbanı olmuşlardır. Gerek yaşam kültürleri gerekse de çatışmaya uygun olmayan yaşam felsefeleri onları hep bir sözlü kültür etrafında buluşturmuş ve neredeyse katliamlarının çetelesini tutacak hale getirmiştir. Yazarken her ne kadar bir geçmişten bahsediyor gibi görünsek de gelişim –bilişim çağı olarak adlandırılan 21. yüzyılda bir Êzîdî soykırımının daha yapılmaya çalışıldığını gördük, izledik. Adım adım etnik olarak bitirilmeye çalışılan bir inancın ve o inanç etrafında yaşayan halkın yok edilmeye çalışılması, evlerimizde izlediğimiz televizyonlara kadar canlı canlı önümüze geldi. Êzîdîlerin 74. katliamıydı; bir gece ansızın köyleri, kendilerine IŞİD ismini vermiş vahşi katillerle çevrilmiş ve katliam başlamıştı… O ana kadar günlük yaşamlarına devam eden ve inançlarına (tabi bu sadece görünen nedendi) savaşın ve insan öldürmenin yasak olduğu ve bunu yapanın toplumdan dışlandığı ve dinden çıkarıldığı Êzîdîler kendilerini bile savunamamışlardı. Yıllarca uğradıkları bütün katliamlardan kaçmaya çalışsalarda nüfusları önemli ölçüde azalmış ve nesilleri tükenme tehlikesi altına girmişti. Çünkü Êzîdîlik kendi içinde kapalı bir toplum ve başka inançtan kimselerle evlilik mümkün değil. Babadan oğula anneden çocuğa aktarılan bir nesil, bir inanç ve topluluktu. Savaşın olmadığı dış dünyaya da kısmen kapalı bir toplum olan Êzîdîler yine savaşın ortasında kalmış ve yine katlima uğruyorlardı. Savaşların en savunmasız ve en güçsüzü yine kadınlar ve çocuklardı. Masum oyunları katillerin kirli savaş oyunlarıyla son bulmuş ya da başka bir şeye dönüşmüştü. Belki de hayatları boyunca unutamayacakları bir travmaya dönüşmüştü. Hayatı oyunlarla öğrenmesi gereken çocuklar bu kez kirli ve acımasız bir savaşın ortasında kalmıştı. Yaşları hala küçük olan bazı çocukların bunu daha sonra (kamp hayatında) bir oyun zannederek oynayacakları ve içlerindeki sevgiyi nefrete dönüştürecek bir savaş oyunuydu bu.
Şengal ve çevresinden günlerce aç sussuz ve yaya olarak kaçmaya çalışmışlardı anlam veremedikleri katliamdan. Kimseye zarar vermedikleri halde katliama uğruyorlardı ve buna anlam veremiyorlardı ve sanırım hiç bir zaman anlam veremeyecekler. Sadece inançları nedeniyle katledilmenin anlamsızlığı ve çaresizliğiyle yine kaçıyorlardı savaşmayı reddederek. O kaçış bile unutulamayacak kadar ağır bir travma olacaktı onlar için. Kaçarken gücü yetmediği ve o vahşi katillerin eline düşmesin diye daha az acıyla (!) anneleri tarafından öldürülen genç kızlar ve açlıktan terk edilmek zorunda bırakılan çocuk hikayeleriyle gerek bunu yaşayan gerekse buna şahit insanların unutamayacakları travmalardı bunlar…
Bizler Êzîdî halkının acısına ortak olmak, travmalarını biraz olsun hafifletmek ve alternatif bir yaşam inancını tartışmak üzere yaptığımız çalışmalar sonucunda bazı gözlem ve bilgilere ulaştık. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz;
Şengalde, çocuklar 7 yaşından sonra okula başlıyor, ilk altı yıl Arapça, 6 yıldan sonra da İngilizce ve Kürtçe eğitime devam ediyorlardı. Genç erkekler daha çok bilardo, futbol, voleybol oyunlarıyla ilgilenirken, genç kızlar ise çarşı–pazar dolaşıp birlikte vakit geçirmenin yanında voleybol gibi sportif faaliyetlerle vakit geçiriyorlardı.
Şimdi ise kampta bambaşka bir dramı yaşarken arada geçmişlerine dönerek normalleşmeye çalışıyorlar. Oysa şimdi ne oturdukları bahçeli evleri vardı ne rahat rahat dolaşabilecekleri bir çarşı- pazarları, ne kendi üretimlerini yapabilecek tarlaları, ekinleri, hayvanları, ne de ait oldukları yurtları vardı…
Çocuklar yaşadıkları travmanın etkisiyle alt ıslatma, depresyondan kaynaklı uyumsuz davranışlar vb. birçok sıkıntıyla yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Şimdi kampta normalleşmeleri ve daha iyi vakit geçirebilmeleri için açılan okulda İngilizce, Kürtçe (latince alfabe), Êzîdîlik dini dersleri ve rehabilite olabilecekleri psiko-sosyal eğitim çalışmalarıyla desteklenmeye çalışılıyorlar. Fakat bunlar önlerindeki belirsizliği ve gözlerindeki çaresizliği gidermek için yeterli olmayacak. Çünkü hala devam eden bir savaş ve onların neyi beklediğini bilmedikleri bir hayat var. Ne yasları azalıyor, ne de travmaları iyileşiyor… Ne yazık ki aileleri Avrupa ülkelerine gitmenin yollarını arıyorlar; insanlara ve özellikle de sunnilere güvenleri kalmamış bir Êzîdî toplumunun zorunlu göçlerinden yine en çok çocuklar etkileniyor…
Özcesi kökeni çok daha öncesine dayanan bu katliamlar zinciri Êzîdî halkında içine kapanma ve dışa karşı güvensizlık yaratmaktadır. Bu da onlara yeni bir yaşam alanı için yeni yollar aramak ve yeni travmalar demek…