“Kilise ve toplum öyle kabul etsin ya da etmesin aşkla kutsanmamış doğal olmayan bütün birliktelikler fahişeliktir. Kadının en büyük talihsizliği ya bir melek ya da bir şeytan olarak görülmesidir.” 1900’lü yıllardan sonra dünyaya farklı açılardan bakan ve bu sözleri sarf eden Emma Goldman gibi kadınlar vardı. Birinci dalga feminizmin oy, eğitim ve veraset hakkı gibi kazanımlarının kadınlar üzerindeki mevcut baskı ve sömürüyü değiştirmediğini gördüler. Bu zemin üzerinde mücadele eden ve ataerkilliği daha derin sorgulamaya başlayan kadın hareketleri çıktı.
1980’lere kadar sosyalist, radikal, ekolojik temelli bir çok akım birer sokak hareketine dönüşerek ciddi yankılar uyandırdı. Özellikle kadınlar “beden, cinsellik ve sömürü” ilişkisi üzerine odaklandılar. Kadına dair tabuları ele almak ve radikal temelde tartışmaya açmak bu sürecin en belirgin yönüydü. Hatta bunun için kadınlar tabulara karşı iç çamaşırlarını ellerine alarak bir çok sokak gösterisi de yaptı. “Özel olan politiktir”, “kadınların kurtuluşu karınlarından başlar” gibi sloganlar dönemin ruhunu yansıtıyordu.
“Özel olan politiktir” cümlesi kadın mücadelesinde adeta yeni bir çığır açtı. Şu anlamda önemliydi; öncelikle kadınların özel mülk olma pozisyonu özel alan adı altında meşru görülüyordu. Sahiplenen ve sahiplenilen ilişkisinin en açık ifadesi özel alandı. En büyük ezme-ezilme ilişkileri, evden ve aileden, yani “mahrem” olarak görülen “özel alandan” geliyordu. Bu sebeple kadınlar için en önemli mücadele alanı “özel alan” oldu. Kamusal alan-özel alan tartışması ve tespiti çok önemli bir gelişmeydi. Bir çok kadın “iffet, ahlak, namus” gibi olguları sorguluyor, kadın bedeni ve cinselliğine yüklenen ataerkil ideolojiyi “iffetli kadın olmak istemiyoruz” sloganıyla karşısına alıyordu.
1990’lara geldiğimizde dünyada kadın hareketi yeni bir ivme kazanarak, farklı bir sürece evrildi. Önceki süreçte kadın hareketinin evrenselci, “hepimiz aynı biçimde eziliyoruz” gibi genellemeci yaklaşımı yetersiz bulunmuş, “hepimiz eziliyoruz ama farklı ezilmişliklerimiz var” diyerek kimlik ve farklılığa odaklı kadın hareketlerinin de çıkış noktasını oluşturdu.
Ağırlıklı olarak 90’lardan sonra ortaya çıkan, içinde Kürt Kadın Hareketi de dahil dünyanın birçok ülkesinde kimliğe dayalı var olma mücadelesi veren kadın hareketlerinin temel dayanağı farklılıklarının görülmesi üzerineydi. Mesela bir Afrikalı kadın sadece kadın olduğu için değil, aynı zaman da renginden dolayı da ırkçılığa uğruyordu. Kürt kadınları sadece kadın olduğu için değil, Kürt olduğu için de eziliyordu. Veya daha da çoğaltabileceğimiz bir çok kimlikten dolayı ezilebiliyordu. Bütün kadınların ezildiğini kabul ediyor ancak farklı ezilmişlik biçimleri üzerinden kadının daha derinlikli analizini yapıyordu.
Bu süreçte kadın hareketleri bir taraftan önceki kadın hareketlerini farklılıklara karşı duyarsız, orta sınıf ve heteroseksist olmakla eleştirirken, diğer taraftan da kendi mücadeleleri içinde özgünlük yaratmaya çalışıyordu.
Ancak 1990’lardan günümüze kadar kadın hareketleri önemli kazanımlar elde etmekle birlikte yeni sorunlarla da karşılaştılar. Ortadoğu ülkelerinde kökten dinciliğin ilerlemesi, Afganistan ve İran örneklerinde görüldüğü gibi kadınların siyasetten dıştalanması, yasal haklarının kaldırılmasına ve örtünmeye geri dönülmesine yönelik yapılan baskıyla, sorunlar kendini gösterdi.
Kadın hareketlerinin yükselişine karşılık bir başka muhafazakar dönüş ise batı ülkelerinde görüldü. Bir çok muhafazakar parti ve siyasal eğilim, kadının “ev hanımı ve anne” olarak geleneksel rolleri öne çıkarmış, “aile değerlerinin” restorasyonuna çağrı yaparak açıkça kadın özgürlüğüne karşı bir duruş sergiliyordu. Yükselen sağcı-muhafazakar eğilim aileyi düzenin temel garantisi olarak gördüklerinden “aile lehine” ataerkil değer ve fikirleri yeniden gündeme getiriyordu.
Kadın ve erkeğin geleneksel rollerini daha fazla öne çıkaran ve kadını yeniden ‘namus’ olgusuyla tanımlayan cinsel politika, kadın kırımına küresel çapta davetiye çıkarıyordu. Sistemin küresel krizinin bedeli her çağda olduğu gibi yine kadına ödettirilmek isteniyordu. Kadınlara karşı sistematik bir kırıma dönüşen kadın karşıtı siyasetler adeta bir savaş yürütürcesine bir cinsin kırımına onay veriyordu. Sistemin yaşadığı yapısal krizler özü itibariyle egemen erkekliğin de bir kriziydi. Bu kriz Hindistan’da kadınlara dönük toplu tecavüz, Ortadoğu’da IŞİD barbarları tarafından kadınların köle pazarlarında satılıp, cinsel köle olarak kullanılmaları, Avrupa’da kadınların alabildiğine metalaştırılması, Meksika ve Latin amerikanın birçok ülkesinde kadınların sistematik alarak cins kırımına maruz kalmaları olarak yansıyordu. En son ABD başkanı Trump örneğinde de gördüğümüz gibi sağcı, cinsiyetçi politikaların ağız dolusu savunulduğu bir döneme giriliyordu.
Günümüzde dünyanın çeşitli ülkelerinde bütün bu yapısal sorunlara karşı mücadele yürüten bir çok kadın hareketi bulunmaktadır. Ancak güncel olarak kadın hareketlerinin gündemleri ve mücadele tarzları arasında önemli denebilecek gelişmeler de bulunmaktadır. Daha önceleri kadın sorununu Avrupa’nın değil, Asya ve Latin Amerika’nın sorunu olarak gören batı merkezli feminist hareketler son yıllarda yeniden radikal mücadele çağrısı yapmaya başladı. “Sorun bir öteki kadının değil, tam da bütün kadınlarındır” noktasına adım adım yeniden ulaşılmaktadır. Önceleri Ortadoğu veya Asyalı kadınlara kurtarılması gözüyle bakan batı merkezli kadın hareketlerinin oryantalist algıları, dünyada yükselen sağ, erkek, muhafazakar, kadını cinsiyetçi tanımlayan siyasetler karşısında yeni bir yönelim sürecine girmiştir. Tehlike herkes içindir. Yükselen faşizme karşı belki de dünya da ilk defa kadınlar aynı eksende buluşma sürecine girmeye çalışmaktadır.
Diğer taraftan dünya nüfusunun hatırı sayılır bir kısmını barındıran Çin kadın açısından halen kapalı bir kutu olmaya devam ediyor. Hindistan kendi özgünlüğü içinde ortaya çıkan birçok kadın hareketine ev sahipliği yapıyor. Gulabi Gang’tan tutalım, kırsal köylerde kurulan kadın mahkemelerine kadar kendi özgün deneyimlerini yaratıyorlar. Filipinler’de mücadele eden Gabriella gibi kadın hareketleri ise özgün pratikleriyle incelenmeyi daha fazla haketmektedir.
Ortadoğu dincilik adı altında kendi ortaçağını yaşarken insanlığa bir tek Kürt Kadın Hareketi’nin aydınlık yüzünden bakabilmektedir. Latin Amerika’nın köylü, yerli hareketleri, Ortadoğu’nun kadın hareketleri, yine Afganistan’ın Rawa’sı 21. yüzyıla dair önemli ipuçları sunmaktadır. Küresel kadın ağları, dünya kadın yürüyüşü, dünya kadın konferansı gibi birçok organizasyon, küresel faşizme karşı küresel kadın ağlarının hayati önemine dikkat çekmektedir. Günümüzde yaşadığımız karanlık içinde, insanlığın yeni şafağı kadın eksenli yükselen değerler olacaktır.