“Birbirimizi yeniden bulduğumuzda diğer her şey çok daha mümkün hale gelecek” diyor, Feminist Akademisyen Sara Ahmed.
Ataerkil sistem içinde kadınlar için birbirini bulmak ve birbirine tutunmak, o kadar kolay olmuyor her zaman. Ama ne zamanki kadınlar birbirine sıkı sıkıya tutunup an’da kendini gerçekleştirmeye başlasa, devrimin kapıları aralanıyor.
Binlerce yıldır kendini ‘devlet’ adıyla kurumlaştırmış, lümpen, maço kültürü ile yaşamın bütün renklerini soldurmaya ant içmiş erkek iktidarlar çağında, ‘Jin jiyan azadî’ diyen kadınların sesi yankılanıyor.
Erkek zihniyeti ile kuşatılmış dünyada kendini yaratan kadından daha tehlikeli ne olabilir. Ya da şöyle soralım; örgütlü bir güce dönüşmüş ve kadın sistemini oluşturmuş bir kadın devrimi modeli, dünyanın bir köşesinden bir damla olarak, ‘başka bir dünya mümkün’ dediğinde, ataerkil zihniyete nasıl bir kabus/korku yaşatır?
Hem de ilk devrimin sahibi “ilk sömürge”nin başkaldırısı…
Üçüncü cephe devrimi doğurdu
Çağımızda herkesin üzerinde hemfikir olduğu haliyle; Ortadoğu’da, kendini yeniden kurumlaştırmak isteyen erkek-ulus devlet-dincilik eksenli üçüncü dünya savaşı yaşanıyor. Bu savaşın içinde pek hesaba katılmayan bir gelişme yaşandı. “Paylaşım savaşı” olarak Suriye’de dış ve iç etkilerle tetiklenen içsavaşta, aslında kadın eksenli sistem üçüncü bir cephe açarak, Rojava Devrimi’ni doğurdu.
Sancılı ve bir o kadar ağır bedellerle 40 yıldır temeli oluşturulan bu doğumla Kürt kadınları öncülüğünde 19 Temmuz’da tarih sahnesine yeni bir devrim çıktı.
Ellerinde silahları, başlarında devrim sembolü koçer kefiyeleri ile kentlerini, sokaklarını, topraklarını, yaşamlarını savunan O’nlardı.
Cephede savaşı yöneten ve savaş planlarını anlatan O’nlardı. Ve bunu bireysel tek kişi değil bir örgütlülüğe kavuşturup YPJ (Kadın Savunma Birlikleri) ile orduya kavuşturdular.
Sokağında, tarlasında kurduğu küçük işletmelerde üreten ve bunu tek başına değil kominal bir üretime dönüştürerek, kadın ekonomisini örgütleyen O’nlardı.
Ev ev devrimi anlatan ve “birlikte güçlüyüz” diyerek Kürt, Arap, Türkmen, Asuri/Süryani, Ermeni… tüm hemcinslerini hayatın bütününe katılmaya çağıran, ikna eden O’nlardı. Eşit temsiliyet ile geleceğini belirlemek için sözünü sakınmayan, eylemini esirgemeyen ve her mecrada en önde olmayı bilen yine O’nlardı.
Kadınlar devrimin öznesi
Elbette yeryüzünde umudun olduğu her yerde her çağda devrimler olmuştu; kendilerini ‘biricik’ görmediler, mücadeleyi deneyimi miras aldılar ama bir eleştiri ve özeleştiri olarak, bu defa devrimin nesnesi değil öznesiydiler. Yani ‘devrimin kadınları’ olmak yerine kadınların devrimini inşa ettiler.
Bu devrime “Karanlığa karşı aydınlığın savaşı” diyenler de oldu, “Paradigmalar savaşı” diyenler de. Dünyanın her yerinde isimleri yankılanmaya başladı; kıta kıta yayılan Rojava Kadın Devrimi’nin yarattığı semboller, bin yıldır yaratılmak istenen ‘mağdur’, ‘muhtaç’, ‘güçsüz’ kadın imgesini yerle bir etti.
Kadınların devrimini boğmak için egemen erkek iktidarlar; elleriyle yaratıp sahaya DAİŞ adı altında bekçilerini saldılar. Ve bu bekçiler, güçlü kadınların ayakları altında ezildi. Rojava Kadın Devrimi’nin mesajı şuydu, “Ya eşit özgür birlikte yaşam ya da hiç.”
Elbette ki kadınların verdiği mesajı doğru okuyan egemenler, sahaya sürdükleri bekçilerinin kadınlar eliyle yenilgiye uğratılmasının öfkesiyle Rojava Devrimi’ni hedef alacaktı. Masalar kuruldu, perde arkasında anlaşmalar yapıldı ve “Halkların mezar kazıcısı” Türk devleti eliyle Rojava’ya işgal saldırıları başladı.
İşgal kadınları hedef alıyor
20 Ocak 2018’de Türk devleti Rojava Kadın Devrimi’nin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın öğretileriyle on yıllarca mayalandığı yer olan Efrîn’e saldırdı. Antropolog Veena Das, “Savaşlar ve işgaller ilk önce kadın bedenine yönelir” diyor. Türk devletinin Fırat’ın batısındaki devrim merkezi Efrîn’e yönelik işgali toprağa ve devrime yönelikti, ancak hepsinden önce kadınları hedef alan bir işgal hareketiydi.
Egemen erkek iktidarlar sadece insana, yaşama, kadına düşmanlık etmez, aynı zamanda insanlığın oluşturduğu sembollere de saldırır. Yalan ve çarpıtma dersini iyi çalışan Türk devleti başladığı işgal hareketine tarihte barışı sembolize eden ‘Zeytin dalı’ ismini koydu.
Savaşın başladığı günlerde işgalcinin üzerine yürüyen Avesta Xabûr’un yarattığı kahramanlığı gölgelemek istercesine, yine başka bir kahraman kadın Barîn Kobanê’nin cansız bedenine öfkeyle işkence yapılması bundandı.
Kan pınarı
İşgalin görünen yüzü Türk devleti ve ona bağlı çetelerdi ama arka perdesinde işgali onaylayan hegemon devletler vardı. Efrîn savaşı sadece bir devlete karşı verilmedi, sistemler arası savaştı. Zira kentin işgal edilmesinin ardından Efrîn’de kadınlar sokağa çıkamaz hale geldi, onlarca kız çocuğu tecavüze uğradı ve kaçırıldı. Kadınların Rojava Devrimi ile adım adım yırttıkları kara çarşaflar yeniden kadınlara giydirilmeye çalışıldı.
Türk devleti aynı senaryoyu uluslararası güçlerin örtük desteği ile bu kez Fırat’ın doğusundan tekrarlamak istiyor. Devletler, saraylar, büyük insana uzak masalar etrafında, kapalı kapılar arkasında yapılan kirli pazarlıkların sonucunda 9 Ekim’de Rojava’ya yönelik işgal saldırısının ikinci perdesi başladı.
İşgalin ismi de yine adeta tüketilmeye çalışılan insanlık erdemleri çağında, bir tarihi yalanla yeniden kurmak ister gibi ‘Barış pınar’ı olarak tasarlandı.
Kan pınarı akıtmaya soyunmuş işgalcilerin yine ilk hedefi kadınlardı. Hevrîn Xelef, 12 Ekim’de Türk çeteleri tarafından katledildi. Suriye Gelecek Partisi’nin Eşbaşkanı olan Hevrîn, yaşamını kadın özgürlüğüne adamış ve birinci kadın devriminin mekanında büyümüş, kadının özgürlüğünü esas alan bir felsefe ile yaşamı yaratan öncülerdendi. Çeteler, yenildikleri topraklarda kadın devrimine duydukları öfkenin acziyeti ile öç almaya çalıştılar.
İşgalcilere karşı savaşırken yaşamını yitiren YPJ savaşçısı Amara Rênas’ın bedenine yapılan işkence ile verilmek istenen mesaj da aynı anlamı taşıyordu. Sürüler halinde üniforması değiştirilerek cepheye sürülmüş erkek iktidarının bekçileri, cansız bedenlerden dahi korktuklarını gizlemeye çalıştılar.
13 Ekim’de bu defa Grê Spî’de üniforma değiştirmiş Türk çeteleri, yaralılara müdahale için giden ambulansta buluna kadın sağlıkçılar Sozgîn Efrîn, Medya Xelîl İsa’yı katletti ve cenazesine yaptıkları işkencenin fotoğraflarını sosyal medyada paylaştı. Sozgîn ve Medya, kadın devriminin iki emekçisiydi ve verilmek istenen netti.
Son söz direnen kadınlarındır
Kuzey Doğu Suriye’de daha birçok örnek verilebilir; erkek egemen sistemin Ortadoğu’daki bekçilerinden faşist ulus devletin korumaya aldığı çetelerin yenilgisi algı operasyonu ile yengiye çevrilmek istendi.
Verilmek istenen mesaj; Baxoz’da sıra halinde Kürt kadınları tarafından esir alınan, erkek egemen sistemin bekçilerinin ‘intikam’ını almak ve Rojava’da kadınların canı pahasına doğurduğu devrimin gücünün dünyadaki yarattığı etkiyi tersine çevirmek.
Tarihi kendi lehine yazmak egemenlerin klişesidir… Bu kez olmadı tutmadı. Kıta kıta yeryüzünün her yanından kadınlar “Rojava bizim devrimimizdir” diye sahiplendi, destek oldu ve el verdi Kadın Devrimi’ne… Tarih başka türlü yazıldı bugünden kadınların hanesine…
Ve işgale karşı direnin kadınlar… Elbette ki son söz onların. Serêkaniye’de, Girê Spî’de ve Kuzey Doğu Suriye’nin bir bütününde; cephe cephe devrimi/yaşamı/geleceği savunan kadınların her biri aslında neyle ve kime karşı savaştıklarını çok iyi biliyor.
Kürt, Arap, Türkmen, Asuri/Süryani, Ermeni, Çerkes yani her dilden her ırktan kadın ulusu, kadın mekanı olan coğrafyada, “Bi berxwedaniya Hevrînan emê dagirkerî û faşîzmê têkbibin/Hevrin’lerin direnişiyle faşizmi ve sömürgeciliği yeneceğiz” diyor.