Ah biz kadınlar!

- KAKTÜS
632 views

Ah biz kadınlar, ahhh!.. Ne de çabuk aldanırız şu cicili, bicili sözlere… Ne çok isteriz karşımızdaki hödüğün bir gün değişerek insan olacağına. Üstelik de bizim sevgimizin onu değiştireceğine nasıl da inanırız, kanarız yapmacık davranışlarına… Ama odun işte, doğrasan kereste, ufaltsan talaş…

Ah biz kadınlar, ah…  Ah ki, ne ahhh! Acısı sonradan gelip oturur yüreğe de kalkıp gitmesini bilmez. Böylesi zamanlarda tutar yakasından pencereden atarsın da o yine bacadan girer. Zaten kapıyı kullanan yoktur. Gerçi kapıyı tercih eden acıda yoktur. Lakin acının kapısı da yoktur. Kimi acılar tepeden dalar, yakar sinirlerini. Bedenin buz kesilir, kafan ise atomlarına kadar yanar. Sinir uçların yanmaktan hassaslaşır, hatta haşlanmış gibidir… Kimi acılar ise direk karşıdan yapılan atışlarla en direk saplanır yüreğe… Çıkar çıkarabilirsen artık terbiyesizi evden… Sanırsın gönül evine gelmiş de yerleşmiş, kültürsüz…

Kültürsüz ki ne kültürsüz, şort giydi diye bir kadını tekmeleyen adama kimse müdahale etmedi. Sebep? “karısı zannettik.” Eee bu daha kötü. ‘Karısıdır’ diye “tekmelenebilir”, “dövülebilir”, “hakaret edilebilir”, “öldürülebilir” gibi bir mantığa sahip olmanın kendisi başlı başına bir sorun. Sapkınca! Bu sapkınlık durumu sadece kişiye has değil, toplumsal bir algı. Eğer öyle olmasa, “karısı zannettik” denilerek şiddet meşru görülür mü? İzahat kabahatten büyük… Hele tipe bak, ettiği lafa bak; “tekme değil de önünde mırıldanarak rahatsızlığını belli edebilirdir.” Bu da başka bir izahatlı savunma biçimi. İşte asıl tehlikeli olanda bu. Kadına aşağılanmayı reva gören mantık: “önünde mırıldanabilirmiş.” Hay senin çözüm mantığını kafanla birlikte tekmelesinler. Fillerin ayağına denk gelip, asfalta yapışasın. Seni yerden sökemeyeler, üstüne beton dökerler inşallah… Kadınların laneti üstünüze ola!

Ah kadınlar, ah biz kadınlar. Şu yufka yüreklerimize bir söz geçiremedik. Hep insan olurla diye bekledik, bekliyoruz. Galiba böyle giderse ayarları bekleme moduna alacağız. Çünkü daha uyum sağlayan program bulunamadı. O yüzden “lütfen cihazınızı kapatmayın ve bekleyeniz” şıkkındayız. Zaten en acılı şık da bu; BEKLEMEK. Beklemek kadar insana ızdırap veren bir şey yoktur. Sebep? Sebep, ilk tekmenin, ilk tokadın, ilk öldürücü darbenin ne zaman ve nereden geleceğini bilememektir. O gelse, bir download yapacağız eril zihniyete. Hemi de full…

Tabi olay böyle olunca, adam durumdan vazife çıkarıyor. Aldatıcı ve bir kadını yoldan çıkaracak, kendine bağlayacak sözleri en “masumane” hayliyle sarf ediyor. Amaç; karşısındakini sonsuz bağlılığa çekmek, onu güzel sözlerde eritip muma dönüştürmek. Sonrası kolay. Muma biçim vermek zor değildir. İşte ilk yanıltıcı sözler:  “çok güzelsin.” Dikkat! Bu söz karşısında nefes alamazsın haberin olsun. Erime başlıyor. Hem de mum gibi… Hele şu; “çok zekisin. Ben zeki kadınları severim.” “Allah, bana zeki dedi” diye ayaklarımız yerden kesilir, ne yapacağımızı bilemeyiz. Yüzümüze bir kızarıklık gelir, utanırız, sıkılırız, yüzüne bakamayız adamın.  Ya şu sözler; “benim aradığım kadın bilgili olacak, ağır başlı, şöyle kendini bilen, güçlü bir kadın. Sen de güçlü bir kadınsın.” Üf, üfff…  Ma adam daha ne desin. Sana bilgili demiş,  ağır başlı, güçlü demiş. Şimdi sırtımız yere gelir mi? Bir de üstüne, “sen benimsin, biz birbirimize aitiz” demişse bırak mumu, buzullar erir.

Yani şimdi bu sözler yalan olabilir mi? Kandırılmış olabilir miyiz? Bir insan nasıl bu kadar yalan söyleyebilir ki? Oysa en büyük yalan kadını yeniden kazanmak için sarf edilen sözdedir: “sen benim içimde var olan sızısın. Ne zaman senden uzak olsam hep içim sızlıyor.” Yaaa… Bu daha kadını alt edemediğinin bir işareti. Ne edip, edip kadının yüreğine bir daha sızması gerek. O yüzden sızlıyor içi, “ya kandıramazsam” diye. Yani mutlak anlamda kadının yenilmesi lazım. Yoksa başka türlü erkeklik rahat uyuyamaz. Alt ettiği zaman da kedinin ciğere yaptığını yapacak; “MURDAR!..”

Bir de anlayışlı tipler vardır. Sanki kararı kadına bırakıyormuş gibi davranır: “Bu konuyu daha sonra konuşup ortak bir karar almamız daha iyi olmaz mı?” “Wııışşşş, nezaketsiz kalasın inşallah! Olur konuşuruz, konuşuruz. Gölge etme, eve başka İHSAN istemez” diyesi geliyor insan kızının… Bu kadar kibarlığın altında yatan olgu tamamıyla işin içinden çıkamama durumudur. Erkek kadını ikna edememiştir. Dediğini yaptırmak için zaman kazanıyordur. Yoksa “reis” ya da toplumsal tanımıyla “direk” hep tektir. Asla ortaklaşmaz. Hele onların aldığı karar hiç olmaz. Çünkü karar kolektiftir, emir ise tek… Sonra çıkıp, “sana her şekilde inanıyorum, sana sonsuz güveniyorum” gibi ruhunu söküp alan sözler vardır. Bir de üstüne “seni seviyorum”lar gelir… Bu sözden sonra, biz bizde değil de, sanki etrafta bir yerdeyiz. Varlıkla-yokluk arası bir noktada. Mutluluktan konacak dal bulamayız. Çırpınır dururuz havada. Bir süre sonra kendimize geliriz, düşmemek için çırpınırız. Lakin sevgiyle dolu bir gönül bulamayız. Ve düşüp, ölürüz…

Ah biz kadınlar, ah! Ne de çabuk inanırız bu sözlere. İsteriz ki, onlarda kendi söylediklerine inansın ve değiştirsinler şu kafalarını. Ama… Aması şu; bu kadar söze inanan kadın bir gün bunların yalan olduğunu öğrenirse ne olur? Yani hayal dünyasından uyandığında artık mum gibi erimediğinde ne olur? Söyleyeyim mi? Bunca yalana kanan kadın, o erkeği kara bir lastik ayakkabının lime lime yakılması gibi yakar. Nasıl ki, kara lastikten geriye siyah bir duman izi kalıyorsa, hayatta bıraktığı iz de o kadar kalır. Hatta daha silik… Tüm bunları neden mi anlatıyorum? Siz hiç hayal dünyasından uyanıp, kandırılmışlığın farkına varan, hakikatle yüzleşen kadının öfkesiyle tanıştınız mı? Sanırım ben tanıştım. Ve “kara bir lastik ayakkabının” nasıl lime lime edilip yakılacağının kroki çizimlerini gördüm. Proje çok büyük. İmkansız değil, sadece vakit ister. Bir de acının bilenmesini… Keskin acının tadı damakta kalır, bunu biliyor muydunuz? Ah biz kadınlar ah! Şu yufka yüreğimiz olmasa var ya  bunlar yaşayacak yurt bulamazdı amma… İşte, gel de şu yüreğe bir sor, içinde barındırdığı dünyaya bir bak… Evren mi kadın, kadın mı evren ayırt edemezsin. Makro ve mikro gibiler. Bilinmez bir gizemleri var. İkisi de yaratıcı ve ikisi de öldürücü. İhaneti, yalanı, dolanı ikisinin de tabiatı kabul etmez. Fark ederlerse ikisi de yakar. İlkine afet, diğerine ise trajedi denir. Nasıl yanacağınızı ise zaman gösterir. Ama böyle de olmayabilir…