‘Deneyimler ilham verici olabilir’

- Müge TUZCUOĞLU
624 views

MANSETDemokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Merkezi (DEMOS), “Kadınların Barış Mücadelelerinde Dünya Deneyimleri” adıyla bir çalışmaya imza attı. Türkiye’nin içinden geçtiği söz söyleyememe, fikir üretememe zamanlarında, biraz “dışarıya” bakmak, yazarları açısından da “nefes aldırıcı” bir etki yaratmış. Okurken de aynı etkiyi alıyorsunuz! Kadınların yeryüzünde, hiç bitmeyen bir “yaşam” mücadelesi içinde olduğunu tekrar tekrar fark ediyorsunuz.

Sırbistan, Kosova, Sri Lanka ve Suriye deneyimlerine odaklanan çalışmanın danışmanlığını Ulrike Flader üstleniyor. Yürütücüleri ise geçiş dönemi adaleti, Kürt sorunu konularında kafa yoran Güneş Daşlı ve Nisan Alıcı. Bu çalışmanın ardından, dünya deneyimlerinin yer aldığı bir kütüphane çalışması ve Arap Baharı’nda kadınların rolü üzerine farklı çalışmalar hedefliyorlar. Aynı zamanda deneyimlerine tanıklık ettikleri kadınlar ve Türkiye’deki kadınlarla İstanbul’da bir araya gelmeyi de planlıyorlar. Güneş ve Nisan ile yayınları, deneyimleri ve önerileri üzerine söyleştik.

Bu kitap fikri nereden çıktı? 

Güneş: Türkiye’deki çözüm sürecine paralel süreçlerde oluştu. O zaman bir süreç vardı ve o sürece biz nasıl dahil edebiliriz diye tartışıyorduk ama savaş başladıktan sonra “dünyada kadınlar savaşı nasıl durdurmuşlar, nasıl bir aktivizm yürütmüşler” gibi bir odağa kaydı. Kitapta sadece bu yok. Sırbistan’da mesela savaş sonrası kadınların mücadelesini de içeriyor.

Nisan: Yakınımızda da birçok örnek var. Kadınların aktivizmi ve barış süreci üzerinden. Biz Türkiye’den baktığımızda birkaç örnek biliyoruz. Latin Amerika ve İrlanda’yı çokça tartışıyoruz ama daha yakınımızda belki çok başka ortaklıkların olduğu süreçleri çok tartışmamışız. Onlara bakmak da ilham verici olabilir gibi gelmişti. Devam edeceğini umduğumuz bir süreç vardı, sonrasında değişti ama belki de bu süreçte böyle bir çalışma yapmak daha kıymetli bir hale geldi.

Bakış açımız hep Batı ile sınırlı, akademide de siyasette de. Katılır mısınız?

Nisan: Evet. OrtaGUNES VE NISANdoğu’da neler olup bittiğine de bakmak istiyoruz. Hem geçiş dönemi adaleti, hem çatışma çözümü açısından çünkü çatışma çözümünden anladığımız devletler düzeyinde gerçekleştirilen girişimler değil. Aktivistler, kadınların, toplumsal aktörlerin pek çok girişimi var. Kafkasya da öyle. Şu çok şaşırtıcı oluyor, bir şekilde komşumuz olan ülkelerde neler olup bittiğine dair ya çok bakmıyoruz, ya merakımız yok, ya genel trend orada olmadığı için ilgimizi çekmiyor. Halbuki belki çok daha fazla ortaklık bulmak mümkün. O yüzden bence de bu farklı örneklere bakmak önemli aslında.

Kitabın oluştuğu 2016 yılı, sözün, yazının geri plana itildiği de bir yıldı. Böyle bir zamanda bu çalışmayı yapmak nasıl hissettirdi size?

Güneş: Bizim için de zorlayıcı oldu. Yazın biz görüşmeleri yapabildik. Oradaki görüşmelerdeki hissiyatımız çok bambaşka oldu. Riskleri bilerek gittik. Kosova’da konuşurken benzer bir şekilde orada savaş süreci ve büyük bir kadın örgütlülüğü var, sonrasında kazanımlar kaybedilmiş. Aynı korkuyu biz Türkiye için hissetmeye başladık. Bu bizim için zorlayıcıydı, yazarken de zorlayıcı. Ama bir süre sonra nefes alıyor gibi hissettik biraz esasında. Ortak dertlerin olduğu başka başka coğrafyalarda onu görmek, aynı zamanda ortak dertlere ilişkin farklı kadınların pek çok güç veren mücadeleleri de var. Bitmiyor esasında bu süreç. Sri Lanka mesela devlet neredeyse bütün Tamil halkını katliamdan geçiriyor ama bitmemiş. Hala orada kadınlar o yaraları sarmaya çalışıyor. Daha demokratik bir rejime geçmek için mücadele veriyorlar. Bitmeyen zorlu bir süreç olduğunu da fark ediyoruz deneyimlere bakınca.

Nisan: Hem zorlayıcı, hem de bir o kadar güçlendirici bir şey olmuş oldu. Çok küçük bir şey ama oturup buna dair yazabilmek iyi geliyor. Çok sıkıştırılmış ama deneyimleri görmek açısından iyi geliyor. Bu durum, başka yerlerde, başka zamanlarda yaşanmış; kadınlar bir yerden kanallar bulmuş. Bunu görmek güzel, hem de işin ucundan tutma hissi.

Kadınlar uluslar arası desteğin önemini çok vurguluyorlar? Ne dersiniz?

Güneş: Uluslararası kadın dayanışması büyük bir katkı sunmuş. Bir tek Suriye’de kısmen farklılaşan bir durum vardı. Uluslararası desteğin bir şekilde politik bir yön verme olarak gördükleri için yerelde kalmak istiyorlardı. Bu da anlaşılır bir durum. Suriye inanılmaz politikleşmiş ve toplumsal olanı hiç konuşmadığımız, sadece sahada savaşan aktörleri konuştuğumuz bir yere dönmüş durumda. Diğer örneklerin hepsinde ve kısmen Suriye’yi de katabiliriz uluslar arası kadın ağlarından destek ve dahil almak çok çok destekleyici ve güçlü bir şey oluyor.

Siyahlı kadınlar gibi çok önemli uluslararası deneyimler, destekler var. Ortadoğu’da da çok kıymetli deneyimler ve kadın ağları var. Veya Hindistan, Nepal gibi oradaki kadınların deneyimlerinden faydalanılabilecek ağlara dahil olmak güçlendirici bir şey oluyor. Bazen burada söz üretmenin tıkandığı yerde, dışarıdan gelecek olan bir destek baskı, buradan alan açabiliyor.

Savaş süreci de barış süreci de biçim olarak nasıl yürütüldüğü de önemli. Kadınların buradaki rolü ne oluyor?GUNES DASLI

Güneş: Çok önemli. Çalışmayı yaparken bunu çok fark ettik. Bazen müzakere masasına ve somut barış anlaşmasına çok odaklanabiliyoruz. Tabi çok kıymetli olan ve en resmi olan kısım olduğu için oraya dahil olmak, oradaki masada kadın temsilcisinin olması çok önemli. Ama oraya kadar gelen süreç de çok önemli ya da orada olmakla birlikte alternatif belki daha gayri resmi mekanizmalar kurup oralarda kadınların var olması… Şu an Kolombiya’da çok gördüğümüz, pek çok kadın örgütlerinin, kurban veya mağdur kadınların birlikte olduğu ağlar var. Bunlar resmi değil ama toplumsal aktörler olarak çok şeyi değiştiriyor.

Kadınların bu görüşmelere dahil olmaları daha çok maruz kaldıklarıyla alakalı oluyor. Sizce kadınların rolü ne?

Nisan: Özellikle uluslararası aktörlerin bu süreçlere katılımı, kadınları mağdur sıfatına hapseden bir şey. Öyle bile aldığında en azından mağdurun adalet talebini karşılarsın, tazminat verirsin. O bile tam gerçekleşmiyor. Mesela Kosova’da kadınlar fiziksel olarak savaşın içinde de aktif, lider pozisyonlarda da bulunuyorlar, sessizlik hali varken, politik mobilizasyonu sağlayan kadınların öncülüğü. Çatışma bittiğinde ise bütün mekanizmaların dışında bırakılmaya çalışılmış kadınlar. Resmi görüşmeler, siyasi elitlerin arasında giden süreçlere bir şekilde kendilerini dahil etmişler.

Mağdurlar da aktörler de aslında kadınlar. Mağdurluk meselesini cinsel şiddet üzerinden kullanabiliyoruz kadınlar için. Bu doğru bir şey. Az da konuşuyoruz belki ama bundan daha az konuştuğumuz erkeklerin uğradığı cinsel şiddet var çatışma dönemlerinde. Onlar mağdur erkek diye bile geçmiyor. Kadınlar eğer bir şekilde konu edileceklerse, buradaki mağdurlukları üzerinden bahsediliyor. Üzerinden hak talebi gelecekse kadınların mağduriyetlerini gündeme getirmekte sakınca yok ama bununla da sınırlı değil elbette.

Ayrıca eve ekmek getiren erkek çatışmada öldüğü için, yerinden edildiği için yoksullaşan kadınlara kanuni düzenlemelerde, hakikat komisyonlarda yer verilmiyor. Bu kesimlere yer veren yine kadın örgütleri oluyor.

Güneş: Kadının bütün bu savaş ve çatışma ile ilişkisi ya da içindeki rolleri çok karmaşık şeyler. Savaşın en ağır yükünü çeken kadınlar, mağdur onlar. Deneyim onlarda. Savaşta eşi, çocuğu öldüğü zaman hayatı yeniden üreten kadınlar. Sonrası için demokratik toplum istiyorsak, nüfusun yarısı olan kadınların dahil olması lazım.

Peki doğrudan savaşın içinde özne olan, savaşan kadınların talepleri nasıl oluyor, özel istekleri oluyor mu?

Güneş: Çok doğrudan buna odaklanmadık ama Sri Lanka’daki görüşmemizde bundan bahsedilmişti.  Tamil kadın gerillaları kadın özgürlükçü bir yerden mücadele etmişlerdi ama 2009’da katliamla sorunun bastırılması sürecinden sonra kadın gerillalar geri döndüklerinde büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Evinin kadını olma gibi bir şeyle karşılaşıyorlar. Eski kadın gerillaları destekleyecek mekanizmaları devlet yok sayıyor. Kadınların taleplerinden biri de buydu. Eski kadın gerillaların bir şekilde, toplumsal çalışma veya eğitim gibi alanlarda dahil olabilecekleri destek mekanizmalarının kurulması.

Sri Lanka’da kadın gerillaların savaşırken kadın hareketleri ve sendikalardaki işçi kadınlarla ilişkileri sonraki süreçte iyi bir destekleyici mekanizma da oluyor. Devletin yapmadığı kısmı kendi içlerindeki dayanışmayla yapmaya çalışıyorlar. Küçük deneyimleri var. Eski kadın gerillalara tarım alanları bulup üretim yapmaları için destekler veriyor. Bunu da kadın örgütleri yapıyor.

Kadınların görüşmelere katılımı, görüşmenin seyrini ne kadar değiştiriyor? 

Güneş: Bu sürecin toplumsallaşmasını kadınlar yürütüyor. Kadınların barışçıl ve demokratik olduğunu düşünmek de bir hata esasında. Orada örgütlü olmak ve geçmişteki deneyim çok kıymetli oluyor. Sri Lanka, evet, başarılı bir deneyim değil, bize “nasıl barış olunmazı” gösteren bir deneyim. Türkiye’de de dikkat ederseniz hep devlet karşımıza bu modeli çıkardı. Orada mesela bir şekilde katliam öncesinde 2002-2003’te Norveç aracılığıyla başlayan süreçte, kadınların baskısıyla toplumsal cinsiyet alt komisyonu kuruluyor. Böylece müzakere masasında olmayan yerinden edilme, toprak sorunu gibi sorunlar gündeme getiriliyor. Toprak sorunu Sri Lanka’da çok önemli bir sorun. Bunu kadınlar taşıyor. Erkekler biraz istikrar, anayasa daha üst siyasette olan şeylere barış süreçlerinde odaklanıyor ama kadınlar dahil olduğu zaman daha somut sorunlara cevap olabiliyorlar.

Suriye’de yaşadığımız Cenevre görüşmesinde kadınların dahiliyetini çok az tartışıyoruz. Çok da başarılı gitmiyor elbette ama en son görüşmede kayıp yakını anneler, kadınlar; “peki kayıplar ne olacak” diye sordular. Bunu söyleyen yine kadınlar oldu.

Nisan: Kadınların yürüttüğü mücadele sadece kadın konusunda olmuyor. Sadece barış mücadelesi, barış çağrısı üzerinden gitmiyor. Sırbistan’dan aklıma gelen hafıza mücadelesi veren kadın aktivistler, LGBT örgütleri ile birlikte çalışıyor. Daha genel anlamda toplumuNISAN ALICIn demokratikleşmesi ve eşit hale gelmesi için uğraşıyorlar. Mesela mülteci ve göçmen meselesi ile de kadın örgütleri çalışıyor. Daha üst siyasetten, ekonomi den tartışmasıyla negatif barış diyebileceğimiz şekilde seyrederken, kadınların müdahaleleriyle daha toplumsallaşan bir süreç haline geliyor.

Genel olarak yeni bir sözden ziyade var olanın, birikmiş olanın nasıl yürütüldüğü, nasıl uygulandığı meselesi anladığım kadarıyla. 

Nisan: Evet, bunlar uzun süreçli mücadeleler. Keşke bir şey olsa baksak görsek! Aksine hiç bitmeyen, çok küçük adım gibi görünen şeylerle… Kosova’da 20 yıl olmuş savaş biteli, kadınlar yeni yeni kazanımlar sağlıyor. Zamana yayılan, kadının sabırla ve pek çok zorlukla devam ettiği süreçler olduğu için baktığımız hiçbir örnekte mükemmel olduğu dediğimiz bir şey yok. Sadece kadınlar mücadele etmekten hiç vazgeçmemiş, örgütlenmeye devam etmiş ve böylelikle kazanımlar elde etmiş.

Bizim de hiç konuşmadığımız cinsel suçlarla ilgili Türkiye’ye baktığınızda neler söyleyebilirsiniz?

Nisan: O kadar zor bir konu ki! Bunu yaşayan kadının, erkeğin verdiği tepkiler de çok farklı. Medica Kosova ile yaptığımız görüşmelerde, sosyal çalışmacı kadın şunu dedi, “biz hiçbir kadını ‘travmanla yüzleş’ diye zorlamıyoruz. Bizim tek yaptığımız bu konuda bir şey yapmak isterlerse böyle bir alanlarının olduğunu bilmelerini sağlamak. Güvende hissetmelerini sağlamak.” İşin çok boyutlu kısımları olduğu için tek bir çözüm önermek pek doğru değil. İlla konuşmak lazım da, çok doğru değil. Üstü örtülmemeli bu kesin. Üzerinde nasıl bir adalet mekanizmasıyla çalışmak meselesi çok boyutlu.

Güneş: Bütün deneyimlerde gördüğümüz militarizm, devlet terörü bütün cinsiyetçiliği ile geliyor. Bütün çatışma ve savaş süreçlerinde bu cinsel suçlar var. Türkiye’de de görüyoruz ama çetrefilli ve zor konular. Örneğin bir kısmını çok da dışarıda konuşulmadan, yereldeki küçük kadın örgütlenmeleri ile toplumsal değerleri ile iyileştiriyor olabilir, bir kısmı sessiz kalmak da olabilir. Bunu kısmen ortaya çıkarmak ama çıkartırken iyi mekanizmalar kurmak lazım. Bu süreçte gözaltına alınan özellikle siyasi kadınların hepsi tacize uğruyor. Bu bile bize bir gösterge.

Bütün bu deneyimler ile tekrar dönüp baktığınızda, Türkiye’deki son müzakereleri nasıl değerlendirirsiniz?

Güneş: Türkiye’deki barış sürecine baktığımızda, Kürt hareketinden oluşturulan heyette kadın temsiliyeti var, bu da kadınların kazandığı bir şeydi. Eşit temsili her yerde uygulama ilkesinin öncesinden beri yürütülüyor olması, müzakere sürecine de yansıdı. Belki bu süreçte geç kalındı, sürecin ortasına doğru oldu.

Çok küçük zorluğunu söylemek gerekirse; buradaki süreç Rojava ve Suriye dolayısıyla Ortadoğu üzerinden ilerledi. Bu bize bazı dezavantajlar da getirdi. Çok büyük avantajlarını biliyoruz. Kendi iç meselemizi kendi sorunlarımızla konuşmaktan ziyade birazcık daha Rojava’ya kilitlenen gündemin oradan döndüğü haklı gerekçelerle dış politika, dış bağlam üzerinden gitti. Tabii dört parça Kürdistan üzerinden kurgulasak da Türkiye bağlamında tartışmaktan eksik kaldık gibi geliyor. Bu çok çok anlaşılır bir şey. Rojava’da çok önemli bir mücadele vardı. Haliyle buraya sıçrıyor. Belki yeni bir süreç başlarsa bunu tekrar düşünmek önemli olur. Türkiye’deki süreci nasıl götüreceğizi mi tartışacağız, yoksa dört parça Kürdistan üzerinden mi tartışacağız. Çünkü dahil ettikçe zorlaşan bir yere de gidiyor. Bunu da görmek lazım esasında.