Toplumu erilleştiren Medya

- Roni EYLEM
643 views

MANSET-Erdoğan faşizmi memleketin her yanına her şeyine nüfuz etmiş durumda. Cinayet, katliam, hapse attırma, dolandırma, saraylarda zevk sefa içinde yaşama, doğanın canına okuma bu ülkede artık bir yaşam tarzı. En kötü ya da en ölümcül olan da tüm bu yıkımların, çürümüşlüğün normal görülmesi adeta aslolanın yerine konulması. Faşizm; toplumu askeri, anası, kölesi yapmakla yetinmiyor, toplumun bedenini sömürdüğü, parçaladığı kadar ruhunu da korkuyla günbegün eritiyor. Toplumsal yaşamın özü ve varlığına dair her şeyin bu denli dibe vuruşu ve tüm bunların sıradan görülmesi belki de yaşadığımız en korkunç hal.

Bazen soruyorum kendime ve herkese; ruhumuz nasıl dayanıyor ve bu ruhu bedenimiz nasıl taşıyor diye… Yanlış hayatı doğruları kaybettiğimiz için mi kabullendik. Veyahut doğru olana yanlışın karşısında durmakla mı ulaşılıyor. Kabullenmenin kanıksamaya dönüşmesi, çöküşün emaresiyse, o zaman dirilmek için ruhumuzun özgürlükçü tınılarına ses vermeliyiz. Verili olanın girdabından kurtulmanın tek yolu, onun boğucu iklimini aşarak, ötesine geçip iyi-güzel ve doğru olana ulaşmak değil midir? Ses veremezsek, -güya devlet bekası için- daha fazla evlat toprağa gömülecek, ses veremezsek, ülkenin tüm güzel yerlerinde saraylar dikilecek, düşünmeye cesaret edenler hapishaneyi boylayacak, işçiler göçük altında kurban edilecek ve bu karanlığın en kötücül, en korkunç olan yanı kadın katliamları son bulmayacak. Anaların çocuklarının geleceği yaz-boz tahtasına dönen anti-bilimsel eğitim sistemiyle aydınlık olmayacak. Hepsi birer toplum ve yaşam düşmanı olarak yetişecek, yarın onlar da analarını, kardeşlerini ve eşlerini katletmeye devam edecekler. Cehennemi ve zebanilerini görmemize ne hacet var. Deccalın ve karanlığın kendisi faşizm ve diktatörlük…

Faşizm dincilik ve ırkçılıkla soslandırılmış erkek terörüdür

HANDE KADERMemleketteki toplumsal yaşamın bu cinnet haline elbette sıradan ve basit yaklaşılamaz. Erdoğan faşizmi, her gün vatan-millet ve besmele nidalarıyla koyulaştırıyor, gürleştiriyor. Sadece temizliği için milyonlarca dolar ödediği sarayında, muhtarlara ve gözü dönmüş güruhuna kükrediği an sokak daha fazla kırmızıya çalıyor. Öfke, kin ve nefretle dolu olan bu retorik, sürüleştirilmiş toplumu ipini koparmışçasına acımasız hale getiriyor. Kürdistan’da her gün bir çocuğu tankla eziyor, gerillanın kemikleri bile ona kâbus olacak ki yerinden çıkarılıyor, toplumun cebinden çalıp çırpıp terör yaftası adı altında milyarlar dökerek, bitireceğim naralarıyla savaş baronluğu yapılıyor, sokak ortasında çırılçıplak edilen bedenlerin yanında onursuzca vatanın -ağızlarından salya akan- bekçileri resim çekiyor. İşte bu militarist-ırkçı rejim, şiddet sevici hatta tapıcı bir tarzda topluma sirayet ediyor. Baş sarayda kokunca, ulema dalkavuklaşınca, tebaa zıvanadan çıkarcasına çürüyüp saldırganlaşıyor. O yüzdendir ki baba oğlunu kesiyor, oğul anasını dolandırıyor ve kocalar durmadan eşlerini dövüyor, öldürüyor.

Faşizm dincilik ve ırkçılıkla soslandırılmış erkek terörüdür. Faşizm toplumu sürekli bir savaş ve kırım hali içinde tutar. Faşizmin toplumu şiddet sarmalı içinde tutması onun varlık gerekçesidir. Topluma savaş açan bu rejimin toplum tarafından yenilir yutulur hale gelmesi milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik sayesindedir. Sarayda besmeleyle para tokuşturanların, Yahudi ve Arap finansörleriyle yiyip içenlerin kahkahalarının, alttakiler tarafından duyulmaması için sürekli cinnet halinde tutularak, ellerinde bıçak ve silahla sokağa salıverilmeleri gerekir. Yoksa bu devran dönmez, yoksa bu kervan sürülmez…

Biz kadınların daha fazla kahkaha atması ve özgürlüğü çoğaltması gerekir

HELIN PALANDOKENDevlet ve kanla duş yapan adamları eli kanlı oldukları için çocuklara “yardım” vakıflarında tecavüz ediliyor ve bu zulmü unutsun diye Kur-an ezberletiliyor. Ülkenin başbakanı Malta adalarında servet biriktirirken fakir fukara evine ekmek götürmediğinden intihara bel bağlıyor. İstismar edilen çocuk, katledilen kadın, üstüne beton dökülen yeşil alanlar ve adeta diktatörlüğün yaşam kaynağı haline getirilen vatan-millet sakarya edebiyatıyla her gün harlaştırılan savaş, faşizmin gerçek yüzüdür. Ne kadar örtünürse örtünsün, ne kadar sınırsızca işlenen günah üzerine kutsiyet düzerse düzsün, onlar hep toplumların ve kadınların hafızalarında günahkâr ve münafık olacaklardır. Faşizm mattır, donuktur, ölüm sessizliğidir. O yüzden grileşen yaşamı yeşile çalmak için biz kadınların daha fazla kahkaha atması, sokağı renklendirmesi ve özgürlüğü çoğaltması gerekir. ‘Nikâhlanın, evlenin ve çoğalın’ diyene karşı…

Ülke tarihinin en çok bu döneminde kadın katliamlarının yaşanması bir tesadüf değildir. Bu kötücül-ölümcül sonuç erkek egemen sistemle doğrudan bağlantılıdır. Faşizm toplumsal dokudaki bütün gözenekleri nefessiz bırakır ki, kendisi nefes alabilsin. Bundandır ki her yer açık bir cezaevine dönüştürülür. Ayrıksı her sesin, renkli her imgenin, coşku dolu her ezginin üzerine gidilmeli, postalla basılmalı, korku ve dehşet saçarak hayat kontrol altına alınmalıdır. Böylesi bir sistemin en çok denetime almak istediği de kadınlardır. Faşizmin beslendiği en temel ideolojik ve politik argüman cinsiyetçiliktir. Cinsiyetçi politika ve yaşam ölçüleriyle eril sistem, kendini her gün yeniden üretir. Kadınların cinsel, kültürel, siyasal ve ekonomik sefaletlerinin üzerine yükselen bu iktidar sistemi, kadınları farksız bir kitlenin parçaları olarak konumlandırmış ve onları bir özne olarak kabul etmemiştir. Bu sistem de kadına reva görülen ve kutsanan biricik rol doğurganlıktır, anneliktir. Tüm diktatörlere göre erkeklerin dünyası devlet, kadınların dünyası ise evdir. Kadınla erkek arasında kader olarak bellenmiş, genetik hale gelmiş, toplumsal kod olan asimetrik ilişkiden kaynaklı kadın nesnedir ve boyun eğmelidir. O yüzden annelikten imtina eden kadın aslında kadınlığını inkâr eden kadındır. Mussolini de kadının erkekle eşit kabul edilmesinin tabiata aykırı olduğunu söyler. Faşist doktrine göre kadının gerçek yeri aile ocağıdır. Erdoğan da “kadınla erkeği eşit konuma getirmek fıtrata terstir” demişti. Tıpkı kendinden önceki diktaların nakaratları gibi o da kadına anneliği tek kariyer olarak bellemiştir.

Jinefobik diktatörler

HelinGazeteBaslikKolajKadınların toplumsal yaşamın her alanında farklılıklarıyla, kimlikleriyle kendilerini var etmeleri, eril sistemin korkulu rüyasıdır. Bu anlamıyla aslında tüm diktatörler jinefobiktir demek yerindedir. Ulus devletin fetişi olan ailenin korunması ve vatan evlatlarının yetişmesi göreviyle kutsanan çocuk doğurma makinasına biçilen bu rolün dışına çıkmak, iffetsiz kadın olmakla özdeş tutulur. Reis “iş isteyen kadınlara evdeki işler yetmiyor mu” derse hocalar da “kadın çalışarak fuhuşa hazırlık yapar” fetvası verir. Saraydan başlayan bu kadın düşmanı jargonla şekillenen erkeklerin hepsi kesinlikle bir canavara dönüşüyor. O kadar korkunç bir hal alıyorlar ki kadınları çok hunhar işkence yöntemleriyle katletmekten geri durmuyorlar. Bu sapkınlık halini “kahkaha atan, dekolte giyen kadın iffetsizdir” (tahrik olan nasıl iffetli oluyorsa) diyen hükümetin bakanlarından ayrı ele almamak, sağlıklı düşünmemiz için faydalı olacaktır.

Onun için kadın cinayetlerinin bu dönemde yüzde bindörtyüz artışını faşizmden kopuk ele almamak gerekir. Bu cinayetleri fazlalaştıran saraydakinin ve dalkavuklarının savaş tamtamlarıdır. Erdoğan faşizmi, kadın düşmanı söylemlerin ve yasaların çıkarılmasıyla her gün tabanını kemikleştirmekte, muhafazakâr, ırkçı bir toplum oluşturmaktadır. Kadın kocasının karısı, babasının kızı, ağabeyinin kardeşi olmazsa evdeki erkeğe ve saraydakine göre dayağı hak etmektedir. Çıkarılan bunca yasayla faşizm toplumsal bir sisteme dönüştürülmektedir. Bir fikrin, siyasal düşüncenin kültürleşmesi, yaşam tarzı haline gelmesi kesinlikle kadınların toplum içindeki rollerini belirlemekle gerçekleşir. Dipten örülen el ile hem sistem kalıcılaşır hem de sallanır. Bu dalganın rotası sarayı depremle de karşı karşıya bırakma potansiyelini taşır. Nitekim bu gücü çocukların tecavüzcüsüyle evlendirilmesi yasasında gördük ve hepimiz yasanın nasıl çekildiğine tanık olduk. İşi gücü kadınlara çocuk doğurtmak olan bu sistemin en son çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak, kadın cinayetlerine zemin hazırlayacak olan müftülük yasasını kabul etmesi ve boşanmanın önüne geçmek için arabulucu kurumları devreye sokması da içler acısı hadiselerdir.

Medya; tek sesli koro halini almış durumda

muzikholde_kiskanclik_cinayeti_h13693Erkek şiddetinin bu denli gözü kara bir hale gelmesi bu kanunların çıkarılması ve en temelde de elbette medyanın ele alışıyla da birebir bağlantılıdır. “Tecavüze uğrayan kürtaj yapmasın” diyen bir bakanı duyan erkek toplumu, tecavüz kültürünü günü birlik yaşamaktan geri durmayacaktır. Günümüz toplumunda inanılmaz bir güç olan medyanın bu sorunsallığı ne kadar manipüle ettiğini hepimiz görüyoruz. Medyanın çağımız gerçeğinde tartışma götürmez bir şekilde oluşturucu, inşa edici bir rolü var. Medya artık sadece bir izdüşüm ve gölge değildir. Esas ve uzantı bu çağda birbirini içeren bir haldedir.

Artık toplumun nasıl konuşması, giyinmesi ve evlenmesi gerektiği dizilerde belirleniyor. Dizi üstüne dizi yapmakla sadece para kazanılmıyor, bu cezbedici yolla toplum da, iktidarın sahipleri olan mühendisler tarafından şekillendiriliyor. Kime göre, kimin için düşüneceğimizi faşizme göbekten bağlı medya patronları servis ediyor. Havuz medyada toplum anbean erilleştirilerek homojenleştiriliyor. Medya, paşasını alkışlayan şakşakçılara dönmüş durumdadır. Reis her ulusa seslendiğinde tüm kanallar, ajanslar el pençe selama durmaktadır. Seslenişi vermeyen, birazcık burun kıran zinhar tüm memleketi sarayındaki hizmetçiler gibi gören saraylı tarafından kapı dışarı edilmektedir. Köşkün camına kim taş atarsa vatan haini sayıldığı için medya da adeta tek sesli bir koro halini almıştır.  ‘Böyle saça böyle tarak’ diyesi geliyor insanın…

İktidarın kuyruğu haline gelen, benzeşen bir medya gerçeğinin kadın sorunlarını nasıl ele aldığını dizmek için çok fazla argüman ve bilgiye de gerek yok. Hepimiz her gün bunu akşamları televizyonun önünde oturarak izlemekte, telefonlarımızdan nasıl çirkince sunulduğuna tanık olmaktayız. Zaten hemen hemen her gün kadın cinayetlerinin sunum şekli bir çeşit alıştırma, alıştırdığını bu suça teşvik ederek normalleştirmedir. Bir kadının tecavüze uğramasını, katledilmesini ilgi çekici bir haber olarak vermeye çalışan ana akım medyanın kullandığı pornografik ve polisiye dille tek derdinin tiraj ve reytingi yükseltmek olduğu aşikardır.

Temize çıkarılan erkeklik

o-vahset-kiskanclik-cinayeti-ciktiBir defa kadına karşı şiddet haberlerinin veriliş tarzı çok fazlaca sorunludur hatta hastalık üreten cinstedir. Sorunun erkek egemenlikli sistemle ataerkil kültle bağı hiç kurulmamaktadır. Şiddetin münferit değil sistematik olduğu hiçbir şekilde verilmemektedir. Katliamların sistemden kaynağını aldığı ve cinsiyetçi politikalarla günlük üretilmesi sözkonusu bile edilmemektedir. En yaygın veriliş tarzı şiddetin gerekçelendirilerek normalleştirilmesi, adli bir vaka gibi gösterilerek kişiselleştirilmesi, bu şekilde failin masumane gösterilmesidir. Her cinayetin önüne bir sıfatın ya da katilin suçunu hafifleten bir tanımlamanın konulması bundandır. “Yaş farkı cinayeti”, “namus cinayeti”, “kıskançlık cinayeti” gibi nitelemeleri çok safça okumamak gerekir. Haberin bu biçimde örülüşü ve verilmesi şiddeti haklı gösterme çabalarıdır. Zaten yargı aşamasında da bu tarz gerekçeler öne sürülerek haksız tahrik indirimleriyle cezalar kuşa dönüyor. Kadın katliamları için uygulanan bu “haksız tahrik indirim”i yasası da hukuk adına yapılan bir garabettir. Kadın cinayetlerini şüpheli ölüm, hastalık, kaza, intihar süsü vererek, basında işleme de çok fazlasıyla faillerin örtülmesine neden olmaktadır. En son Afyon’da cam silerken düştü denilen Ganimet Başyiğit’in kocası tarafından sert cisimle kafasına vurularak öldürülmesi de yaşanılan bunca örnekten sadece biridir. Bu şekilde hadise görünür kılınırken bile şiddetin kaynağı örtük hale getirilerek, erkek temize çıkarılmaktadır. En son katledilen lise öğrencisi Helin Palandöken cinayetinin “sevgili dehşeti”, “aşk cinayeti” manşetleriyle servis edilmesi gibi.

Mağdur suçlu katil suçsuz 

ekran-alintisi-016Düşünsenize bu ülkede her iki kadından biri şiddet görüyor. Bu şiddetin kaynağı ve sebebi, erkek aklının hüküm sürdüğü erkek medyası tarafından çok rahat bir şekilde hem de yüzleri kızarmadan günlük olarak normalleştirilerek, topluma empoze ediliyor. Kadın kırımı için öne sürülen sudan gerekçeleri saymak bile utancın daniskasını gözler önüne sermektedir. Yemeğin vaktinde hazır olmayışı, kadının babasından, kocasından, sevgilisinden izin almadan işe ya da gezmeye gitmesi, kısa etek giymesi, cep telefonundan üst üste mesaj alması, saçını kızıla boyaması vb. uyduruk erkek kompleksleri ve sapkın hallerden dolayı kadınlar öldürülmektedir. Erkekliğin basitliğini ve acizliğini gösteren çok vahşi örnekler. Patatesli köfte yapmadığı, tuzluk uzatmadığı, otobüste kahkaha attığı için katledilen kadınlar az değildir. Kadın katliamlarının erkek medyası tarafından bu tarzda verilmesi, suçun ortağı olmaktan öte, medyayı bizzat suçu üreten bir duruma sokmaktadır. Medya gücünü algı oluşturmaktan ve algı operasyonlarını yürütmekten alır. Mağduru suçlu, katili suçsuz gösterme şöylesi bir algıya yol açmaktadır. Kadın erkeğe göre olmadığı, onu dinlemediği, ona göre giyinmediği, kararlarını kendisi aldığı için suçludur, öyleyse katledilmeyi de hak etmiştir. Mesaj şiddeti verirken bile kadına erkeğe göre ol yoksa yaşam sana cehennemdir mesajıdır. Çünkü kadınlar seçmezler, sevmezler, sormazlar, onlar seçilir, onlar erkeğe sunulur, onlar sorgulamaz biat eder. Erkek dünyasının “öl öldür, ya sev ya terk et, ya benimsin ya toprağın” tarzındaki firavun kanunları hükmünü böyle icra eder. Nitekim boşanmak isteyen kadınların en çok katledilmesi de kesinlikle bu faşist zihniyetle bağlantılıdır. Faşizm sadece toplumu cendereye almak değildir. Benim olmayan ne kendine ne de kimseye yar olmamalı gibi sapkın bir zihniyetin kendisi de faşizmdir. Medya da bu dille kadınlara şunu söylemektedir; “erkeğinin olmazsan, sözünden çıkarsan, istediğin gibi giyinmezsen, çalışmak istersen, kararlarını kendin alırsan sonun ölüm olacaktır.” Ki kadın sorunsallığı öyle örtük, öyle derin ve öyle acımasız bir sorunsallıktır ki, bunları yapan kadınlar da kesinlikle kocaları tarafından şiddet görmektedir. İş hayatındaki kadınların nasıl kocaları tarafından sürekli sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldıklarını… Yine Hollywood’daki ünlülerin taciz ve tecavüz skandalları… Dünyaya kültür dağıtanların nasıl bir bataklıkta yaşadıkları ortadadır. Özcesi önemli olanın kadın olmaktan kaynaklı yaşanılan şiddetin doğru tanımlanması ve bu sorunun erkek egemen sistem ve zihniyetle bağının kurulmasıdır.

Katliamlar üzerine güzellemelere son vermek için

YinYASAK ASK KUPURUe hastalıklı ele alışlardan biri de kadına yönelik şiddetin bazı kötü, hasta, sapkın, cahil erkeklerin bazı şansız kadınlara uyguladığı şiddet üzerinden kurgulanması; sistematik şiddetin bu şekilde göz ardı edilmesidir. Toplumsal yaşamın en temel problemlerinden birinin böyle bazı sapkın erkekler tanımlarıyla lokalleştirilmesini de erkek aklının medya içinde yürüttüğü operasyonlar olarak görmeliyiz. Demek ki sorun sadece olayın görünür hale getirilmesi değildir. Görünenin nasıl ve hangi mentaliteyle verildiği daha fazla önem arz ediyor. Türkiye’de medya çalışanlarının üçte ikisi erkek, kadınlar karar mekanizmalarında yer almıyorlar. Otuz gazetenin genel yayın yönetiminden yirmi yedisi erkektir. Kadınların ağırlıklı medyanın mutfağında yer almaları ve erkek aklıyla bu işi yürütmeleri de olduğu gibi bu sorunsallığın veriliş biçimine yansıyor. Onun için çağımızın en temel, en stratejik gücü olan medyanın nasıl kullanıldığı ve neyi nasıl verdiği çok fazla önem arz ediyor. Amacın araçla birbirini bu denli bütünlemesi başka hiçbir alanda bu kadar görünür değildir. Hem sorunların hem yaşamın öznesi olan kadının daha objektif verilmesi için erkek aklını aşan özgürlükçü bir kadın düşünüşüne, duygusuna ve pratiğine ihtiyaç var. Bu olmazsa kadınlar daha fazla katledilecek, kalemler de kan üzerine erkekler lehine güzellemeler dizecek.