Tecride karşı seferber olma zamanı

- Sitî Jiyan Mak
159 views
Tecrit kelime anlamı olarak ayrı bir yerde tutma, ayırma anlamına gelir. Felsefik bir terim olarak da soyutlamaya tekabül eder. Daha geniş ifadeyle izolasyon veya hiçleştirme, bir insanın dış dünyadan koparılarak kendi haline bırakılması olayıdır. İlişkide bulunduğu topluluktan çıkarma, sosyal ve kültürel olarak yalnızlığa terk etme halidir. Tüm bu tanımların ortak paydası bir bireyi tek başına bırakmak, yalnızlaştırmaktır.

İmralı adasındaki mutlak tecrit, bu tanımların da çok çok ötesinde, derin, geliştirilmiş ve kapsamlıdır. İnsanın akıl sınırlarına bile sığmayacak düzeyde bir zulüm düzenidir. Peki neden ağırlaştırılmış tecrit? Neden Önder Apo böyle bir uygulama? Faşist Türk devlet rejimi tecrit durumuna meşruluk kazandırmak için bu sorulara birçok neden ileri sürerek cevap veriyor.  Hukuk ve insan haklarına sığmayan gerekçelerle tecride kılıflar uyduruyor. Ama asıl neden Önder Apo’nun düşünsel, felsefik ve ideolojik gücünden duyulan korkudur.

Mutlak tecride alışmamalıyız

Mutlak tecrit ile hedeflenen mutlak yalnızlıktır. Önder Apo gerçeğinde ise, faşist sömürgeci Türk devletinin asla anlayamayacağı bir derinlik var. Üstün bir irade ve düşünce gücüne sahip olanların dış dünya ile bağlarını kesemezler. Toplumsallıktan soyutlayamazlar. Her şeyden önemlisi düşüncelerini tutsak alamazlar. Önder Apo daima üreten ve yaratan bir önderliksel gerçeğe sahip. Fakat gerçeklik böyledir diye, 24 yıldır devam eden tecrit durumunu kabullenmemiz mi gerekiyor? Bu insanlık dışı uygulamalara, zulüm düzenine alışmamız mı gerekiyor? Elbette hayır, bu duruma alışmak ve kabullenmek faşist sömürgeci Türk devlet rejiminin dayattığı teslimiyet koşullarına rıza göstermek olur. Dolayısıyla bu zulüm ve işkence düzenine karşı hep birlikte daha fazla direnmemizi gerektirecek birçok nedenimiz var; özellikle de biz kadınların.

Kadınlar daha çok sahiplenmeli

Devletli tarih boyunca kadın sürekli ötekileştirilen, üzerinde her türlü sömürü hakkı reva görülen, varlığı bir birey olarak anlamsız görülüp sürekli perdelenmeye çalışılan bir varlık. Dünyanın neresine giderseniz gidin biçimleri farklı olsa da özünde yaşatılan bu. Elbette kadınlar tarih boyunca mücadele ettiler, sürekli bir şeyler yapmaya, seslerini duyurmaya çalıştılar. Kadınların bu mücadelesine zaman zaman dışarıdan kimi destekler olsa da tarihte hiçbir önder -Rêber Apo dışında- bugüne kadar kadın mücadelesini halkların temel mücadelesi olarak tanımlamadı. Halkların özgürlüğünün kadın özgürlüğünden geçtiğine bu denli vurgu yapmadı. Özgür bir toplumun özgür kadınla sağlanacağını stratejik bir amaç olarak belirlemedi. Hiç kimse Önder Öcalan kadar kadınlara dost ve yoldaş olamadı. Hiç kimse 300 bin yıllık insanlık tarihinin öncüsünün kadın olduğunu ve kurnaz erkeğin ihaneti, hileleri ve kurnazlığıyla kadından bu öncülüğün nasıl çalındığını bu kadar sade, anlaşılır bir şekilde ortaya koymadı.

Örgütlenme ağı daha da güçlenmeli

Bu yönüyle Önder Apo, dünyanın en iyi tarih yorumcularından biridir. Kaleme aldığı kitapları, savunmaları bunun en somut kanıtıdır. Kadını tarihsel toplum gerçekliği içerisinde dili, kimliği ve kültürüyle oldukça güçlü tanımlamış, kadının yaşam ile bağını jineolojiyle ifade etmiştir. Varlığımızı, hayatımızı bir bütünen bizi tutsak almaya çalışan bu erkek egemen düzene karşı nasıl ayakta kalmamız, direnmemiz ve başarmamız gerektiğini öğreten Önder Apo 25 yıldır ağırlaştırılmış tecrit koşulları içerisinde. İmralı işkence ve tecrit sistemini yıkmak için son 25 yıldır kuşkusuz birçok eylem ve etkinlik de gerçekleştirildi. Önder Apo’nun paradigmasını okuyan, Önder Apo hakikatine temas eden dünyanın birçok ülkesinden insanlar da tecrit sisteminin yıkılması için alanlardaydı. Dayanışma ve ortak eylemsellik içerisindeydi. Ancak gelinen aşamada bunun yetmediği ve mücadelenin daha da yükseltilmesi gerektiği açığa çıkmaktadır. Bunun için yapılması gerekenler düşünülünce, dayanışma ve örgütlenme ağının daha da güçlendirilmesi gerektiğine dikkatleri çekmek yerinde olacaktır.

Uygulanan tecrit kişiye özel

TC devleti Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza atan devletler arasında yer alıyor. Dolayısıyla bu sözleşmenin tüm maddelerini uygulamaktan sorumludur. Aynı biçimde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına da uymak durumundadır. Bir kez daha altını çizmekte fayda var ki, Önder Apo’ya uygulanan tecrit sadece kişiye özel, hiçbir hukuksal karşılığı olmayan uygulamalardır. TC devleti bu kişiye özel uygulamayla suç işlediği gibi AİHM, AİHM’i denetleyen Avrupa Konseyi ve İşkenceyi Önleme Komitesi CPT de, hiçbir şey yapmadıkları için bu suça ortaktırlar. Örneğin; AİHM kararlarına göre, 25 yılını doldurmuş ağırlaştırılmış ceza alan hükümlülerin yeniden yargılanmasına dair umut hakkı yasası olmasına rağmen, TC devleti Rêber Apo’yu bunun dışında tutmaktadır. Üstelik Rêber Apo sıradan bir tutsak değildir, bir halk önderidir. Dolayısıyla uygulanan tecridin siyasi karşılığı bir halkın tecrit altına alınmasına tekabül eder. Yani tüm dünyanın gözü önünde bir halk önderine tecrit uygulanırken, sözde uluslararası alanda hukuksuzlukların önüne geçmek için oluşturulan yasalar hiçe sayılmaktadır. Sadece Önder Apo’ya özel bir tecrit ve kanunsuzluk uygulanmaktadır. Burada salt bir kişi değil, bir halkın hakları, varlığı hiçe sayılmaktadır.

Duyarlı kesimler harekete geçmeli

Bir halkın varlığını, yaşadığı ülke sınırları belirlemez. Dil, kültür ve kimlik tanımı esastır. Bunca yıllık mücadeleden sonra 40 milyonun üzerinde nüfusuyla, coğrafyasıyla varlığı ve ülkesi tartışılmazdır. Bu halk aynı zamanda kendisine Önder olarak Abdullah Öcalan’ı görmektedir. Yine bu halka destek veren dünyanın birçok ülkesinden birçok aydın, yazar akademisyen, işçi örgütleri, demokratik halk kitleleri hatta ülkeler vardır. Bu kadar çıplak bir gerçeklik görmezden gelinemez. Bir halkın iradesine tarihte görülmemiş tecrit uygulamaları dayatılamaz. Tarihte bazı süreçlerin telafisi olamaz, bu nedenle geç kalmamak önemlidir. Önder Apo fiziki koşulları açısından da oldukça zorlu olan İmralı adasında tutulurken, sağlık durumuna dair de kamuoyunun bir bilgisi yoktur. Rêber Apo daha önce yazar Rıfat Ilgaz’ın “en değme adam bile burada altı aydan fazla duramaz” dediği bir yerde tutulduğuna dikkat çekmişti. 25 yıldır da bu koşullara direnmektedir. Şüphesiz onu ayakta tutan toplumsallığı, dili, kültürü ve varlığı ile yok sayılmaya çalışılan halk gerçekliğine bağlılığıdır. Bu halk için direnerek nefes almaya çalışmaktadır. Karşılıklı bir gerçek olarak bu halk da Önder Apo’yu varlık gerekçesi olarak görmektedir. Bu nedenle İmralı’daki uygulamalar ve Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele varlık mücadelemiz olmaktadır. Mücadeleyi büyütmeli; başta AİHM, Avrupa Konseyi ve CPT olmak üzere uluslararası kuruluşların bu insanlık dışı uygulama karşısında görevlerini yerine getirmesi için çaba göstermeli ve daha çok baskı oluşturmalıyız.

Seferberlik ruhuyla mücadele edilmeli

Önder Apo’ya inanan herkesin bu gerçeğin yakıcılığıyla harekete geçmesi, aynı zamanda vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur. Hukuki, siyasi, askeri alanda, demokratik kitle eylemleri dahil her açıdan kesintisiz mücadele etmek ve bunun için örgütlenme ağlarını daha da büyüterek ilgili tüm kurumların görevlerini yerine getirmelerini sağlamak gerekir. Çünkü esasen burada Kürtlere karşı yürütülen bir soykırım savaşı vardır. Dolayısıyla bu mücadeleyi Önder Apo şahsında yürütülen bir onur savaşı olarak görmek ve müdahil olmak herkesin görevi. Önder Apo 3. yol olarak mevcut düzene alternatif üretirken, İmralı tecridi ile mücadele de 3. Yolun muhatapları olarak tüm antifaşist kesimlerin sorumluluğundadır. Hem mevcut yasaların iddia ettikleri gibi uygulanmasını sağlatmak, ama aynı zamanda sokağın yükselen sesi ile gerçek adaleti sağlamak bugün demokratik özgür bir yaşamdan yana olan başta kadınlar olmak üzere hepimizin temel sorumluluğudur, görevidir.