Tuvalete zincirlenen Melek’in ruhu…

- Müjgan HALİS
1K views

Melek Karaaslan’ı hatırlar mısınız? 2012’nin Temmuz ayında açlıktan 30 kiloya düşmüş, sürekli bağlanmaktan vücudunun bir tarafı çürümüş, çürüyen yaraları kurtlanmış bir şekilde Ağrı’da bir hastaneye götürüldü. Gelen bir telefonla varlığından haberdar olduğumda, Melek henüz yaşıyordu. O sırada yaşadığım İstanbul, Ağrı’ya o kadar uzaktı ki, onun için elimden gelen tek şey vardı: Öyküsünü yazmak ve bu öykünün Türk devletinin ilgililerinin dikkatini çekmesini sağlamak. Onu yaşatabilmek için yapılması gereken ilk şey, tedavi görmesine yardım etmekti. Haber o sırada bulunduğum yayın grubunun internet sitesinde ivedi bir şekilde yayınlandıktan kısa bir süre sonra Melek, Ankara’da tam teşekküllü bir hastaneye kaldırıldı. Ancak sağlık emekçilerinin bütün çabalarına rağmen onu ancak bir hafta hayatta tutabildik. Melek, uçtu gitti bu dünyadan. BütüMelek Karaaslann hücreleriyle aç, bütün yaraları açık ve aklı onu terk etmiş halde. Ona bunu yapanlar; 8 yıl önce evlendiği ‘kocası’, o ‘kocanın’ annesi, babası, kız kardeşi, erkek kardeşiydi. Anneleri aylarca tuvalette bağlıyken, küçük iki çocuğuna da bu işkenceyi izletmişlerdi. Melek’in aylar boyunca; 5 yaşındaki oğlunun zaman zaman gizlice verdiği ekmek dışında hiçbir şey yemediğini, onu toprağa verdikten sonra öğrendim. Melek; başlık parası karşılığında 8 yıl önce zorla evlendirilmişti. (Bu detayın önemi makalenin ilerleyen satırlarında dikkatinizi çekecektir, ancak ben yine de bu ayrıntının altını çizmek için bu parantezi açtım.)

Kadınların ruhundan korkuyorlar

Bir gazeteci olarak daha önce de pek çok cinayet haberini yazmak zorunda kalmış, pek çok bireysel ve toplumsal şiddete tanıklık etmiştim. Ama o güne kadar bu denli zalimini, hiçbir Hollywood senaristinin dahi hayal edemeyeceğini düşündüğümü hatırlıyorum. Ta ki Ortadoğu’yu kasıp kavuran DAİŞ çeteleri bölgemizi bir kadın cehennemine çevirinceye kadar. Melek’e aylarca işkence yapanları mahkemede izlerken, ruhlarının hasta olduğuna ikna olmuştum. Cezalandırılırsa, toplumdan yalıtılırlarsa hepimizin hayrına olacaktı. Melek’in katilleri hak ettikleri cezayı almadılar. Melek’ten sonra onlarca kadın cinayete kurban gitti. Bu satırları yazarken, bu kez İstanbul Ümraniye’de Hülya Çadırcı adlı bir kadın boşanmak istediği için sokak ortasında bıçaklanarak katledilmişti.

Onların ruhunu ele geçiren kötülük, şimdi bütün Ortadoğu’yu ve bölgemizin kadınlarını tıpkı Melek gibi yok etmeyi planlıyor. Bir virüs gibi yayıldıkları coğrafyamızda, en çok kadına düşmanlık etmeleri elbette boşuna değil, bunu biliyoruz. Çünkü en çok kadından korkuyorlar, kadının aklından, kadının ruhundan, kadının cesaretinden, kadının direncinden ve kadının dünyayı dönüştürmeye tek aday olan yaratıcılığından.

  Melek’in öyküsüne benzer binlerce öykü…

Savaşlarda önce toprak işgal edilir, ardından kadın bedeni. Faşist ve sapkın DAİŞ çetecileri, bu anlamda tam da savaşın ruhuna göre davranıyor ve bunu itiraf etmekten de kaçınmıyor.

Çeteler, Musul’u işgal eder etmez önce kadın düşmanı yasaları yürürlüğe koydular:

Kadınların, yanlarında ‘kocaları’, babaları, abileri olmadan sokağa çıkmaları ve başı açık gezmeleri yasaklandı. Çocukların evlendirilmesinin önü açıldı ve belli bir yaştan sonra bütün kadınlara evlilik zorunlu kılındı. Sadece bunlar mı? Elbette değil. Kadınlara sigara içememek, bisiklete binmemek gibi saçma sapan yasaklar getirildi.

Günlük hayattaki bütün özgürlükleri yok eden çeteler, kadın ticaretini ise dergilerinde yazacak kadar pervasız olduklarını bütün dünyaya ilan etti. Bölgeden insan hakları savunucuları, halen 4 bin 500 Êzîdî kadının DAİŞ’in elinde esir olduğunu vurguluyor. Çetelere ait İngilizce dergi DAPIQ’da yayınlanan bir makale, Êzîdî kadın ve çocukların şeriata göre bölüştürüldüğünü anlatıyordu. Dergide, kadın kırımının İslami teolojiye uygun olduğu öne sürülüyordu.

Irak’ta insan hakları alanında çalışmalar yürüten Hanna Eduard, yazının başında anlattığım Melek Karaaslan’ın öyküsüne benzer binlerce öykünün halen yaşandığını şu sözlerle anlatıyor: “Musul, DAİŞ’in denetimi altına girdikten sonra ergenlik çağına girmemiş Hıristiyan ve Êzîdî kadınlar kaçırılisidkadinmaya başladı. Bunların köle olarak satıldığını tespit ettik. Köle ticaretini resmen kaydetme çabası içindeyiz. Ama bu ticaret açıkça yapılmıyor. Genellikle grup elebaşları kaçırdıkları kadınları, kendi mensuplarına satıyor.”

Ailelerin ve gönüllülerin çeteden kızlarını para karşılığında geri aldıklarını anlatan Eduard, izlenimlerini şöyle sürdürüyor: “Ama kurtarılmış kızların rehabilitasyonu ciddi bir sorun. Çünkü çoğu cinsel tacize uğradı. Kızlardan biri her 18 günde bir erkekler arasında el değiştirdiğini anlattı. Üstelik kölelikten aileleri tarafından kurtarılan pek çok kız, anne-babaları tarafından öldürüldü. Çünkü onlar da kızları ‘yüzkarası’ olarak görüyor.” Eduard, DAİŞ çetesinin kaçırdığı kadınları Baduş Cezaevi’yle, Suriye sınırına yakın El-Baac ile Rakka’ya götürdüğünü söylüyor.

DAİŞ vahşeti ve katledilen ruhlar

Melek Karaaslan ailesi tarafından para karşılığında satıldığı bir yabancı evde, aylarca ağır ağır öldürülmüştü. Onun yaşadığı kentten çok da uzak olmayan Şengal’de, Rakka’da, Musul’da yaşayan hemcinsleri ise, bireysel zindanlarda değil toplu zindanlarda ruhen ve bedenen katlediliyor. Melek’in adını biliyoruz, hemcinsleri ise bizim için şu anda sadece (binlerce diye ifade edebildiğimiz) birer rakam. DAİŞ’ten kurtarılan ya da kaçan kadınların ise kaçının hayatta kalacağını, kaçının uğradığı fiziksel-cinsel-psikolojik saldırıları atlatıp sağlıklı bir hayat yaşayacağını bilemiyoruz.

Kadınların umut ateşi

DAİŞ’in kara bayrağını yok edecek

YPJ 4Evet; Ortadoğu toprağında kolayca filiz bulan kadın düşmanlığı tohumu, DAİŞ’le başlamadı. Bu çete, kadın kırımını en uygun zeminde uyguladığını elbette biliyor. Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’nin bölge kadınlarının dünyasında yarattığı umudun önünü kesmeye yönelik bu saldırının, kadınların özsavunma güçlerini yarattığı alanlarda başlatılması elbette tesadüf değil.

YJA STAR ve YPG’nin yarattığı umudun ateşi, DAİŞ’ın kapkara bayrağını yakıp yok edecektir. Ancak daha fazla kadının köleleştirilmemesi, Melek’lerin tuvaletlere zincirlenmemesi, kadınların sokak ortasında bıçaklanmaması için dayanışma içinde bir özsavunma bugünden yarına ertelenemez bir görevdir artık.