Yeni eski dünyaları hayal etmek

- Berfin Güneş
452 views

– Jineolojî neden insan geçmişiyle ilgili yeni anlatılar ortaya çıkarabilir?-

Bilimsel bir disiplin olarak arkeoloji, geçmişin birçok ataerkil, sömürge ve kapitalist yorumunu üretmiştir- ancak bu anlatılar, dekolonyal yaklaşımları benimseyen arkeologların yeni araştırma ve teorileriyle sürekli olarak sorgulanmaktadır. Abdullah Öcalan’ın fikirleri ve jineolojînin yöntemleri, ataerkillik ve tahakkümün derin tarihini yeniden yorumlamak için çok önemlidir ve insan geçmişinin araştırılma ve yorumlanma şeklini dönüştürme potansiyeline sahiptir. Geçmişle ilgili fikirler güçlü bir siyasi araç olup tüm toplumun kolektif mülkiyeti haline getirilmelidir. 

Üniversitede arkeoloji öğrencisi olduğum ilk haftalarımda bana, geçmişi yıldızlı bir gökyüzü olarak hayal etmem söylendi; bunların birçoğu bizim için bilinmedik, arkeologlar, insanların geçmişte nasıl yaşadıklarına dair hipotezler ortaya çıkarmak için dünyanın belirli alanlarını küçük iğneli ışıkla kazdılar ve araştırdılar. Çoğunlukla, insanlık tarihinin son yüz bin yılı, kabaca insan türümüzün var olduğu zaman, büyük bir bilinmezliktir.

Ancak, pek çok arkeolog, tarihçi ve antropolog, geçmiş anlayışlarını, üzeri deliklerle dolu ama büyük ölçüde sağlam ve tutarlı bir peynir çarkı olarak sunmayı seçtiler. Son birkaç on yıllık zaman zarfında, bu görüş, akademik dünyalarda sıklıkla marjinalleştirilen insanlar tarafından giderek daha fazla sorgulanmış, yerli bilgi, feminist ve queer etik veya dekolonyal adalet tarafından öncülük edilen yeni arkeoloji alanları, derin geçmişin yeni yorumlarını ortaya çıkarmıştır.

“Bilimsel” gerçekler fetişizmi

Geçmiş hakkında bildiğimiz her şey, çömlek parçaları, yapı kalıntıları ve mikroskobik organik malzeme parçaları temelinde yapılan yorumlamadır. Bu nedenle arkeologların sahip olduğu en önemli becerilerden biri hayal gücü, farklı zamanları, dünyaları, sosyal düzenleri ve insan deneyimlerini hayal etme kapasitesidir. Ancak yaşadığımız dünyayı hayal etme kapasitemiz son derece kısıtlandığından, bu kolay bir iş değil.

Arkeolojik araştırma tarihi, üç yüzyıldan daha kısadır ve bu zamanın çoğu sömürgecilik ve ataerkil güçler tarafından şekillendirilmiştir. Arkeoloji, yaratıcı yorumlan yerine “bilimsel” gerçekler fikrini fetişleştirerek Batı bilgi biçimlerine ayrıcalık tanıdı ve değerli bilgi kaynakları olarak mitoloji, sözlü tarih ve folklor ile ilgili herhangi bir ilişkiyi hızla reddetti. Çömlek parçaları, aletler ve daha yakın zamanda DNA, geniş yorumlamalara dayanak olmak için yeterli olsa da folklor ve sözlü tarihle çalışmak bu alanda hala bilim dışı olarak görülmektedir. Arkeologlar uzman olarak görülmek isterler, ancak bilmediğimizi ne kadar çok kabul edersek, arkeolojik kanıtları bir o kadar fazla gerçekçi yorumlamaya başlayabiliriz.

Akademik dünyanın birbirinden uzak, bireysel rekabet hiyerarşisine gömülü ayrı disiplinler olarak işleyiş biçimi Abdullah Öcalan ve jineolojînin sayısız yapısı tarafından derinlemesine eleştirilmiştir. Bilginin sermaye olarak istiflenmesi ve bunun söylenmeyen kurallara göre oynamaya isteksiz ya da yetersiz olan herhangi birinin bekleyişi ile sonuçlanması, insan geçmişinin sayısız ‘alternatif’ yorumunun sözde bilimsel veya politik açıdan çok fazla eğilimli olduğu anlamına gelir. Bu jineolojîye çok önemli katkıları olan düşünürler söz konusu olduğunda özellikle doğrudur; arkeolog Marija Gimbutas, sosyolog Maria Mies ve feminist -bilimci Silvia Federici, feminist tarih açıklamaları nedeniyle 1990’larda büyük ölçüde reddedilmişlerdi. Bunun aksine, ataerkil iktidar ısrarla doğal, kaçınılmaz ve bu nedenle de insan deneyimi boyunca her yerde mevcut olacağı şeklinde bir çerçeveye oturtulmuştur. Bazen toplumsal cinsiyet arkeolojisi olarak da adlandırılan feminist arkeoloji, kısa tarihi boyunca, nezaketsiz bir ruhla yapılan iç tartışmalarla dikkati dağıtıldı. Akademinin ataerkil rekabet gücü, geçmişle ilgili entelektüel deneylerin tam anlamıyla yürütülebileceği koşulları yaratmaz.

Kolonyal tahakküm ve ‘keşifleri’

Gimbutas ve Federici’nin bazı çalışmaları arkeologlar tarafından geçici olarak yeniden değerlendiriliyor olsa da ana- merkezli toplumları veya devlet öncesi ve kapitalizm öncesi toplumlarda kadınların sosyal rollerini tartışırken “sözde bilimsel” olarak etiketlemek hala çok kolaydır. Ancak, ana-merkezli uygarlık fikirlerinin klasik ataerkil anlatılardan daha az doğru olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur; kadınların toplumsal düzenler üzerindeki etkisini, yalnızca kadınların toplumda halihazırda var olan şu anki konumu ışığında olumsuzlaştırmak, hayal gücünün eksikliğidir. Dahası, toplumsal ifadelerin kapsamı bir yana, insanlık tarihinde toplumsal cinsiyetin muazzam çok çeşitli anlayışlarına işaret eden pek çok kanıt vardır.

Geçmişle ilgili son zamanlarda yazılmış en önemli yazılardan bazıları, kendisini doğrudan ve güçlü bir şekilde kolonyal düşünce geleneklerine ve 20. yüzyılda bilimin bilimcilere ait bir şey olarak kavramsallaştırılmasının her zaman ‘batılı’, genellikle yalnızca ‘erkeklere’ ait olmasına karşı konumlandırıyor. Bu arkeolojik uygulamaların ve teorilerin izleri, geçmişin yaygın anlatılarına hâkim olmaya devam ediyor- örneğin, tarım ve devlet anlayışında.

Orta Doğu, yüzyıllardır üst sınıf Avrupalı ​​ve Kuzey Amerikalı arkeologların oyun alanı olmuştur; yerel toplulukları, arkeolojik kazıların uzmanlık işlerini yürütmek için istihdam ederken, el değmemiş bozulmamış hâkî takımları ile siperin kenarından geçit yaparken, sözde entelektüel yorumlama işini yürüttüler. Birincil uygulama kolonyal tahakkümdü ve onların ‘keşifleri’ derin geçmişi anlamamız için çok önemli olmaya devam etti. Yağma, yalnızca gemilere yüklenen ve Avrupa şehirlerinin büyük müzelerine taşınan nesnelerin ve yapıtların çalınması değil, aynı zamanda yerel bilginin çalınması da bu kolonyal tatbikatın önemli bir parçasıydı. Arkeolojik buluntuların kazılması ve işlenmesiyle ilgilenen insanlar, ancak son zamanlarda uzman olarak kabul edildi; tabiat, sözlü tarih ve gelenek hakkındaki bilgileri, batılı arkeologlar tarafından şiddetle istismar edilmiş ve bir projenin amaçları doğrultusunda bir anlatı oluşturmak için kullanılmış ve yeniden yorumlanmıştır.

Devletsiz ve hiyerarşisiz yaşam

Sömürge arkeoloji mirası, Orta Doğu’nun derin geçmişine dair anlayışımızı etkilemeye devam ediyor. Hikâye şöyle ilerliyor: Küçük gruplar halinde yaşayan insanlar toprağı islemeye başladı. Bu, Neolitik Devrim olarak bilinen şeyi insan yaşamının ve toplumun tam bir dönüşümünü yarattı. Yetiştiricilik, hayvanların evcilleştirilmesine, göçebe toplumlar yerine yerleşik toplumlara ve artı birikime yol açtı. Bu ihtiyaç fazlası, sosyal hiyerarşilerin yaratılmasına yol açtı ve sonuç olarak en eski devletleri- aşırı şiddet içeren, ataerkil güç hiyerarşilerini yarattı. Mezopotamya ve Bereketli Hilal tarihinin bu kavramsallaştırılması, mevcut araştırmaların üzerinde görünmeye devam ediyor. Ancak sömürge, kapitalist, ataerkil bir toplumda yaşayan arkeologların, otoriter ve hiyerarşik bir toplumsal düzen modeli olan devleti tarımın kaçınılmaz bir sonucu olarak algıladıkları gerçeği, arkeologlar tarafından bu anlatının dikkate değer bir komplikasyonu olarak giderek daha fazla görülüyor.

Arkeologlar, Neolitik dönemdeki insan sosyal yaşamının muazzam çeşitliliğine, çok sayıda insanı barındıran ancak güçlü kurumlar veya bireylerle ilişkilendirdiğimiz türden merkezi binalara sahip olmayan ve tarımın yapılmadığı yer olan antik ilk Neolitik şehir Göbekli Tepe’ye işaret ediyorlar. Ya da dünyanın diğer ucunda Avustralyalı yerli yazar Bruce Pascoe’nun çalışmalarına bakabiliriz; kıtayı kapsayan, artı değerin tahakkümüne ve istiflenmesine değildi, kökleri kolektiflik ve dayanışmaya dayanan bir tarım projesini anlatıyor. Bunlar, tarımın ve devletliğin ortaya çıkışına ilişkin bazı temel fikirlere meydan okuyan geniş araştırma yelpazesinin küçük örnekleridir: Hem tarım hem de kentsel yaşamın devlet ve kurumsallaşmış hiyerarşi olmaksızın var olabileceğini öne sürüyorlar.

Kadınlar ilk neolitik bilgi sisteminin kalbinde

Benzer şekilde, büyük binalar ve köyler inşa etmek için gereken bilgiler hakkında düşünmeye olan ilgi de artıyor. Arkeologlar, bunun gerektirdiği matematiksel ve geometrik anlayışın kadınların buluşlarından kaynaklanmış olabileceğini, boncuk işçiliğini ve dokumayı mümkün kılan hesap ve geometrinin daha sonraki anıtsal yapının ilk temelleri olduğunu öne sürmeye başlıyorlar. Bazıları, kadınların gerçekten de ilk Neolitik bilgi sisteminin kalbinde yer aldığını düşünüyor, bu fikir Öcalan ve jineolojî teorilerine aşina olanlar için hiç de yabancı değil.

Doğrusu, geçmişe yönelik bu eleştirel yaklaşımlar, arkeologların Kürt özgürlük hareketinin teorileriyle neredeyse hiç ilişkilenmemelerine rağmen, çoğunlukla Öcalan, jineolojî ve Kürt kadın hareketi ruhu içinde yürütülmektedir.

Öcalan’ın Ortadoğu’nun derin tarihi üzerine yazılarında anlattığı şey, teknoloji ve yıkım sürecidir: Erkeklerin kadınlar ve kadınların bilgi becerisine el koyması ve yeni bir toplumsal düzenin kasıtlı olarak yaratılması, toplumdan özgürlüğün, iş birliğinin ve yaratıcılığın çalınmasıdır. Derin geçmişin bu alternatif açıklamalarında açıkça görebildiğimiz şey, insanların alternatif sosyal yaşam tarzlarını hayal etme konusunda sonsuz bir kapasiteye sahip olduğudur, özellikle devlet olma durumu, sınırlı ve baskıcı bir durumdur. Devletçilik halihazırda özgür bir yaşamı hayal etme kapasitemizi yok ederken, aynı zamanda onun hiç var olmadığını hayal etme yeteneğimizi de sınırlar.

Bu nedenle, derin geçmişi araştırma kapasitesinin akademik kurumların duvarlarının dışına çıkarılması çok önemlidir. Geçmiş anlayışı akademik dünyanın hiyerarşik modellerinin dışında kolektifleştirilir, ele alınır ve tartışılırsa, geçmişin çok çeşitli olası yörüngelerini ve insan deneyiminin tamamını gerçekten anlamaya başlayabiliriz. Burada jineolojî, kökeni kolektif araştırma ve yazıma, kadınların sözlü tarih ve mitlerin toplanmasına dayandığı için öncülük edebilir. Bu çalışmada, kökleri hâlâ geleneklere, sözlü tarihe ve eski masallara dayanan kadınların sosyal dünyaları, çiçek açmayı ve geçmiş hakkında bildiğimizi sandığımız her şeyi dönüştürmeyi bekleyen bir güç.

*İngiltere, Galler ve İskoçya  Jineoloji Komitesi üyesidir. Aynı zamanda kadınların öz savunması ve protesto hareketi mirası üzerine doktora araştırması yapan bir arkeolog ve antropologdur.

*Lida Käyhkö