Adalet arayışı küreselleşmeli

- Rûşen Samsat
212 views
Ursula K. Le Guin “Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir” der. Devrimin ve devrimciliğin tanımı günümüz dünyasında çok köklü bir aşınmayı yaşamaktadır. Modernite; kendi alternatifini anlamsızlaştırma, kendine mal etme ve kullanmanın yol ve yöntemlerini geliştirme konusunda oldukça tecrübe kazanmış durumdadır. Buna bir de devrim deneyimlerinin ve devrimcilik pratiklerinin günümüzde kendisini yeni yüzyıla ve içerdiği hakikate uyarlayamama, kendi köklerinden kopmadan -hatta kökleri ile daha fazla buluşarak- kendini ideolojik ve yeni yaşam tasavvuru olarak yenileyememe durumu eklendiğinde, çok ciddi bir sistemiçileşme, marjinal ve tanımsız, kendini tam olarak çözümleyemeyen, iradeyi analitik kategorileştirmelerle parçaladıkça parçalayan bir devrim ve devrimcilik gerçeği karşımıza çıkar.

Sara hiç bitmeyen devrimin adıdır

Oysa devrim ve devrimcilik süreklileşen bir inşa ve arayış durumudur. Arayış ve inşanın durduğu yerde, devrimcilik dondurulmuştur. Devrimcilik bu anlamda sürekli arayış içerisinde olan ve kendini tekrar tekrar inşa eden bir ruhtur. Bireyde başlar, kendi toplumsallığını inşa eder. Aynı biçimde devrimin bitişi veya başkalaşımı, sapması da yine bireyde başlar. PKK ve PAJK’ın öncü ve kurucu kadrolarından Sakine Cansız’ın (Sara) “Hep Kavgaydı Yaşamım” tanımı devrimciliğin esasta insanın ruhunda olduğunu ifade etmektedir. Hiç bitmeyen, hep canlı ve ilkeli bir kavga durumudur. Sara, tepeden tırnağa süreklileşen-bitmeyen bir devrim ve devrimin de özü olan bir kadın devrimidir. Kadının olmadığı, devrime kalkmadığı ve kendisini devrim haline getirmediği hiçbir güç, devrim gücü olamaz. Bunu Sara şahsında PKK’nin bir kadın partisi ve kadın devrimi olma gerçekliğinde en çarpıcı şekilde görmekteyiz. “Hiçbir devrim kadınsız olmaz” deyiminden “hiçbir devrim kadın devrimi olmadan olmaz”a ya da “her devrim kadın devrimidir”e ulaştıran PKK’nin ve Önderi Abdullah Öcalan’ın, en fazla buradan vurulmaya çalışılmasının anlamı oldukça derindir.

Mücadelenin zirveye ulaştığı dönemler

Mücadelenin en zirveye ulaştığı dönemeçlerde sömürgeci-faşist düşman ve uluslararası hegemon güçler, hep devrimin öncü kadınlarına yönelmiştir. Saldırı devrimin özüne yapılmaktadır; oradaki özgürlüğe yürüyen devrimci kadın ruhuna… Bunu, 9 Ocak 2013’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i hedef alan birinci Paris katliamında çok açık görmekteyiz. Yine ikinci Paris katliamı olarak ifade edilen 23 Aralık 2022 tarihinde yine Paris’te 34 yıllık devrimci emeği olan, yine Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’nin öncü kadrolarından Evîn Goyî, Mîr Perwer ve Abdurrahman Kızıl’ın katledilmesinde de… Tıpkı Berîvan Zilan, Raperîn Amed, Nagehan Akarsel’in Güney Kürdistan’da katledilmesi, yine Rojava’da DAİŞ ile mücadeleye öncülük eden YPJ komutanı Jiyan Tolhildan’ın bizzat sömürgeci-faşist TC eliyle katledilmesi; 6 Ocak 2016’da Silopi öz yönetim direnişlerine öncülük eden Sevê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyarlar’ın katledilmesi gibi. Hepsi de özel olarak Kadın Özgürlük Mücadelesi’ni ve onun şahsında Kürt Özgürlük Hareketi’ni hedef alan planlı ve uluslararası nitelikteki saldırılardır.

’70’lerdeki Condor operasyonuna benziyor

Her iki Paris katliamının da sömürgeci-faşist TC ile uluslararası işbirliği, yine Güney Kürdistan’daki MİT eliyle gerçekleştirilen katliamların da işbirlikçi-ihanetçi Kürt güçleri ile ortaklık temelinde gerçekleştirildiği ortadadır. Genel olarak Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’ne ve onun şahsında Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik bir uluslararası konseptin devrede olduğu aşikârdır. Nasıl ki ’70’li yıllarda ABD Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığını yapmış olan Henry Kissinger’in öncülük ettiği ve “yasadışı olanı yapıyoruz, meşru olan vakit alıyor” deyimiyle tanımladığı ve en gerici faşist rejimlerle, Amerika-Avrupa devletlerinin ortaklaşa gerçekleştirdiği Condor (Akbaba) operasyonu ile Latin-Amerika’nın devrimci öncülerine yönelik kontra saldırılar gerçekleştirildiyse, günümüzde de Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve özellikle kadın öncülerine yönelik benzer operasyonlar gerçekleştirilmektedir. O dönemler Latin Amerika’da altmış bine yakın devrimci, aydın ve kanaat önderinin katledildiği, cesetlerinin sahillere vurduğu bilinmekte. 

Uluslararası bir konsept

Paris katliamlarının gerçekleştirilme biçimi ve sonuçları göz önüne alındığında bunu sadece sömürgeci faşist TC’nin ve istihbaratının gerçekleştirmiş olması düşünülemez. MİT’in Avrupa’nın bütün devletlerinde Kürt avını gerçekleştirmek için özel örgütlenmeler yaptığı doğru. Aynısını şimdi Ortadoğu ülkelerinde ve Kürdistan’ın neredeyse bütün parçalarında geliştirmeye ve örgütlemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla tamamen uluslararası bir konsept ve süreklileşen bir operasyon durumu var. Katliamlar sonrası davalar neredeyse adli vakalar olarak ele alınıp çok belirgin bir cezasızlık politikası izlenmektedir. Tetikçilerin bağlantıları, yine devlet istihbaratlarına ve kontra güçlerine uzanan ilişkileri hiçbir şekilde dava konusu yapılmamakta. Bizzat MİT yöneticilerinin itirafları ortada iken, Fransa’daki bağlantıları açığa çıkmış iken, bunların hiçbir şekilde gündeme alınıp hukuki ve resmi bir işleme bile tabi tutulmaması, planlı ve uluslararası bir işbirliğine dayalı bir saldırı olduğunu zaten ortaya koymaktadır.

Adalet arayışı küreselleşmeli

Hukuki olarak bu davalarda cezasızlık politikasının ve davaları zamana yayan, adeta tetikçinin ölmesini (ya da bizzat MİT eliyle öldürülmesini), bağlantıların belirsiz hale gelmesini bekleyen tutum, kesinlikle aktif/pasif bir işbirliği olduğunu ortaya koymaktadır. Mevcut durumda neredeyse her kıtada ve özelde de Avrupa’da faşist-milliyetçi iktidarların giderek yükselişe geçtiği de göz önüne alındığında önümüzdeki süreçte bu tip operasyon ve saldırıların daha fazla gelişme ihtimali vardır. Dolayısıyla her iki Paris katliamında da adalet mücadelesini daha da geliştirmek ve bunu Kürt halkının meşru özgürlük mücadelesinin önemli bir parçası olarak ele almak oldukça önemli olacaktır. Kürt halkının adalet mücadelesi kapsamında sorunun dar ve kapalı mahkeme duvarları arasında kalmaması, özellikle başta Fransa olmak üzere diğer Avrupa ülkelerindeki devrimci-demokrat hukukçu ve insan hakları savunucusu bütün kesimlerin davayı sahiplenmesinin sağlanması, en geniş kesimleri bu adalet mücadelesine seferber edecek araç ve imkanları mutlaka yaratmak elzemdir. Bu aynı zamanda ısrarla Kürt halkının özgürlük mücadelesini terörize, kriminalize ve tecrit etmeye çalışan, herkesi ondan uzaklaştırmayı hedefleyen kapitalist hegemon sistemin her türlü operasyonlarına karşı mücadelenin önemli bir zemini haline gelmeyi ifade eder. Hegemon sistemin en fazla korktuğu şey, Kürt Özgürlük Hareketi’nin toplumsal ve küresel sahiplenilmesidir. Bu anlamda adalet mücadelesini başlı başına bir mücadele ve aynı zamanda daha fazla meşruiyet kazanmanın bir alanı olarak görmeliyiz. Bu mücadele alanını daha örgütlü ve küresel kılmak, dünyanın neresinde olursa olsun hegemon sistemin bu tür operasyonlarına ve siyasi amaçlı suikastlarına karşı kadınların, halkların ve devrimci güçlerin bir dayanışma ve ortak mücadele platformuna dönüştürmek; bulunulan her ülkede söz konusu devletlerde parlamentolarda, mahkemelerde ciddi  bir muhalefet ile baskılamak; bunun için özellikle hukukçular ve uluslararası hukuk ve insan hakları kurumları ile ortaklaşmak gerekiyor. Bu mücadele alanını bir sistem karşıtı mücadele zeminine dönüştürebilir, olabildiğince geniş ağlara kavuşturabiliriz.

Sadece protestolar yetmez

Diğer önemli bir nokta ise; bu mücadelenin dönemsel, geçici ve olaylara dayalı bir şekilde değil de, giderek süreklileşmesi ve genişleyerek bir adalet mücadelesi ağına dönüşmesidir. Dolayısıyla hem Kürt mücadelesine karşı katliam ve uluslararası operasyonlar konusunda ve hem de dünyanın her yerindeki hegemonik sistemin siyasi ve ideolojik amaçlı saldırılarına ve suikast türü operasyonlarına karşı, halkların ortak mücadelesinin bir yol haritasına kavuşturulması için yoğun bir tartışma ve örgütlenme ağlarına dönüştürülmesi, bütün dünyadaki özgürlük mücadelelerine ve devrimci yapılara toplumsal meşruiyet ve dayanışma kazandıracaktır. Bu alanda yürütülecek mücadele konusunda hem yol haritasını ortak belirleme ve hem de bu mücadeleye havuz oluşturabilecek araçları ortaklaştırmak ciddi çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Artık sadece toplumsal eylemsellikler ve protestolarla sınırlandırmamak, esasta bu mücadeleyi toplumsallaştıracak ve somut ağlara ve platformlara kavuşturacak çalışmaların artarak geliştirilmesi önem kazanacaktır. Dolayısıyla her bir saldırı, daha fazla devrimci çalışma ve mücadele gerekçesi haline dönüşmelidir, dönüşmektedir de…

Paris bir kilometre taşıdır

Sara yoldaşın şehadeti, kadın özgürlük mücadelesini ve PKK/PAJK gerçekliğini hızla uluslararası alana ulaştırdı. O’nun devrimci yaşamı ve kişiliği bütün dünyadaki devrimci güçleri ve devrimcileri derinden etkiledi; ortak mücadele, yeni arayış ve devrimci inşaların gelişiminde belli başlı bir kilometre taşı haline geldi. Dolayısıyla başta Paris katliamları olmak üzere uğradığımız her bir saldırıyı, devrimci arayış ve inşanın yollarını görmenin ve hızla bu yolları döşemenin, dünyada devrim ruhunu yükseltmenin gerekçesi yapalım.