Hakikate akan bir duru su

- Haskar KIRMIZIGÜL
270 views
Kış mevsimini sevmem oldum olası. İçimi ürperten zemheri ayazını, tüm renklere hüküm süren kar beyazını. Acının ve adaletsizliğin rengi varsa şayet, mutlak kar beyazıdır, zemheri ayazıdır. Zulmün arşa çıktığı ve kar beyazı olarak yeryüzüne indiği bir zaman dilimidir kış. Ve Kürtlerin kışı çok uzundur. Bir önceki erimeden yeniden her şeyin üstünü örten kar gibi yağar üzerine Kürdün kara haberler. Roboski, 19 Aralık, Maraş, Paris, Sur, Cizre, Nusaybin. Derken ikinci Paris… Birinci ve ikinci diye sayılmasının bile insanı kanatan, tanımlara sığmayan dondurucu gerçeğiyle üşüdüğümüz bir mevsimdir kış.

Yeni yıla hazırlık için sokaklara asılan ışıklar, süsler ve yaldızlar değil tanımlara sığmayan gerçeklik gözümüzü kör edercesine aydınlatır. Göğe yükselen sadece havai fişeklerin gürültüsü değildir. Sebat ve direncin kalelerini yıkıp göğe yükselen feryatlarımız, acılarımızdır. Zulmün ve adaletsizliğin beynimizde çakan şimşeklerini örter onların yaldızlı ve ışıklı gerçeğiniz. Sokaklar, meydanlar onları çılgın eğlencelere bizi eyleme ve isyana çağırır. Acıdan kavrulduğumuz, birbirimize tutunduğumuz için zemheri soğuğuna dayanırız. Kime söylüyorum bunları? Gerçeği ışıklarla, yaldızlarla bezeyip hakikat diye sunanlara.  Zulmün, adaletsizliğin üzerindeki karları güneşin bir çırpıda erittiğini görmek istemeyen muktedirlere ve onların gafletine!

Adalet evrenin ruhudur

Sizin bizde çözemediğiniz, çözemeyeceğiniz hakikat şu; biz sizin ‘tepetaklak’ ettiğiniz gerçeği hep tersinden okuduk. Mesela geçen yıl yılbaşı gecesi derneğimizin önünü ışıklarla donattık. Karanlıkta bırakmak istediğiniz hakikati aydınlatmak için. İnadına bir araya geldik yılbaşı gecesinde. Şarkılar söyledik hep birlikte. Yaramızın üzerinden çekip çıkarmadığımız ve iyice acıtsın diye döndürdüğümüz bir hançerdi ezgiler. Kahkahalar atarak değil hıçkırıklarla sarıldık birbirimize. Mesela ‘adalet’ kelimesini bir besmele gibi alıyoruz yıllardır. Bilmiyor muyuz sizin varlığınızın adaletsizliğin üzerine kurulduğunu, elbet biliyoruz. Bu da bir tersinden okuma. Çünkü Ömer Hayyam’ın dediği gibi ‘adalet evrenin ruhudur.’ Ve sizin kudretiniz bu ruhu yok etmeye yetmiyor, yetmez.

Başaramayacaksınız!

Birinci değil bininci de olsa, on değil yüz yıl geçse de başaramayacaksınız. On yıl aradan sonra Sara’yı yok edebildiniz mi, Leyla’yı, Rojbîn’i. Siz üç kadın devrimciyi katlederek bizi yok etmek istediniz ya hani. Ve sonrasında namertliğiniz derinize yapışmışçasına devam ettiniz ya Bakur’da, Rojava’da, Başur’da ve yeniden Paris’te kadın öncülere dönük suikastlere. Bizi yok edemediniz çoğalttınız. Size sadece bir örnekten yola çıkarak anlatacağım. Rojbîn ile yok etmek istediğiniz hakikat, Kürt kadın hareketinin dünya kadınlarına ulaşmak isteyen sesiydi. Öyle mi? Katliamın üzerinden geçen on bir yılda olanları bir düşünün. Ya da ben anlatayım.

O hep aynı Rojbîn’di

Rojbîn Kürt Kadın Hareketi’nin henüz çok tanınmadığı bir zamanda dış ilişki çalışmalarını yürüttü. En küçük bir fırsatı kazanıma dönüştürmede üzerine yoktu. O’nun için büyük küçük işler farketmezdi. Yeri gelir on binlerce imzayı üşenmeden sayar, yeri gelir bir festivalde bir Fransızdan bir imza almak için saatlerce dil döker, yeri gelir bir bakanla görüşüp taleplerini kendinden emin bir şekilde sunardı. Rojbîn için bu işlerin tamamı yürüdüğü yolun taşlarını döşemekti. Koridorlarında yürüdüğü modernite mekanları da, bir sokak etkinliği de aynı değerdeydi. Hepsi gelip geçici mekanlardı. Bol title’ı olan birine yahut title’ı olmayan birine de aynı zarafet, netlik ve güven içinde konuşurdu. Bürokrasinin kasvetli havasını bir gülüşüyle dağıtırdı. Çalışmalarını yakından takip etme şansım oldu. Kendime şunu sorduğumu hatırlıyorum. Bu dengeyi nasıl kurabiliyor ve nasıl hep aynı Rojbîn olmayı başarabiliyor? Nasıl duru bir su gibi akabiliyor birbirine zıt gerçeklik ve mekanlar içinde? Bu sabrın, inceliğin, güvenin ve inancın kaynağı ne? Kendisi farkında mıydı bilemem. Ama ben bu sorunun cevabını şimdi verebiliyorum. Rojbîn’in bu özelliğinin kaynağı temsil ettiği hareketin doğruluğuna, haklılığına gönülden inanmasıydı.

Rojbîn’den geriye kalanlar

Haklıyı ve doğruyu temsil edişi onun en büyük dayanağı ve yol göstericisi idi. Rojbîn her şeyi anlamlı ve değerli görürdü. Ama hiçbir şeyi abartmazdı. Evren ne kadar değerli kılmışsa o kadar; ne eksik ne fazla. Rojbîn mutlu ve umutlu bir kadındı. Mutluluğunun kaynağı yaptıkları, umudunun kaynağı ise yapacaklarıydı. Şimdi düşünüyorum da bir kez olsun yaptığı işten şikayet ettiğini, olmaz dediğini duymadım. İşleri ve kişileri kategorize ettiğini görmedim. Bu yüzden dokunduğu her yerde iz bırakmıştır. Yoksa her gün yüzlerce kişiyle görüşen bir cumhurbaşkanının hafızasında nasıl yer edinsin. Deyim yerindeyse açlık grevi eylemcileri için tatlı diliyle ikna edip “birkaç gün kalacağız” deyip tam 52 gün boyunca mekan tuttuğu, bununla da kalmayıp tüm Avrupa’yı taşıdığı kilisenin papazı ondan niye ‘çok sevecen biriydi’ diye bahsetsin. Neden o dönemde dostluk kurduğu Fransız bir kadın (Slyvie Jann) uzak bir şehirden kalkıp anması için her yıl Paris’e gelsin. Ve birçok eylemde ve bazı tesadüfler eseri bir araya gelmiş olmamıza rağmen ondan bana bu kadar net ve keskin anılar kalsın. Rojbîn’den geriye kalanlar bunlar değil sadece.

En çok kanadığımız yerden

Kürt kadın hareketinin dünya kadınlarıyla buluşmasını Rojava Devrimi ile başlatan kimi analizlere rastlıyorum. Bence bu eksik bir tanımlama. Yalnızlığımız üç kadın devrimciyi katlettikleri o gün sona erdi. Bu büyük acının, bağlılığın, Paris’a akan yüz elli bin insanın bıçak gibi keskin öfkesinin kaynağını öğrenmek isteyenler çoğaldı. Kürt kadınları bu en çok kanadığı yerden konuştu. Komşusuna, arkadaşına anlattı akla ve vicdana sığmayan bu namert saldırıyı. Halk diplomasisi böyle gelişti. Çarşamba günleri (2013-2017)  Avrupa kentlerinde yaptıkları Adalet eylemleriyle üç kadın devrimcinin hikayesini bilmeyen, duymayan kalmasın istediler. Heval Sara ve Rojbîn’in katledilmeden önce gittikleri ülkelerden de bu adaletsizliğe karşı sesler yükseldi. Rojbîn’in çok kısıtlı imkanlarla yürüttüğü diplomasinin artık bir gönüllüler ordusu vardı. O gün ‘kavgadan dönmek yok’ yemini içmiş analar gibi Rojbîn’in çalışma arkadaşları eskisinden daha çok çalışma sözü verdi. Genç kadınlar kendilerini çağıran ama hep duymazlıktan geldikleri o duygunun peşinden gitti. Kaygılar, bağımlılıklar ve zaafların dizginlerini cesaret, toplumsallık ve vicdan aldı. Kürt kadınının içinde küle dönmüş ne kadar acı, istek, ve düş varsa yandı tutuştu.

İzinde bir gönüllüler ordusu yürüyor

Dedim ya biz her şeyi tersinden okuyarak yoktan var olduk. Yoldaşlarımızı gömdüğümüz toprakta kadın devrimi filizlendi. Bize bu acıları yaşatanlar karşısında sevinçlerimiz çoğaldı. Hakikatimiz kanatlandı, kökleri sağlamlaştı. Evrendeki değerini kazandı. Dünyada herkes Kürt kadınlarını, onların cesaretini, ideolojik teorik ve pratik birikimini, yöntemlerini, radikalliklerini ve ulus devlete, ataerkil sisteme karşı direnişini konuştu. Arjantin’den, Hindistan’a, Afrika’dan, Kanada’ya dek Sara, Rojbîn ve Ronahi’nin ismini duymayan kalmadı. Onların hikayelerini anlatan kitaplar yayınlandı. Heval Sara’nın yazdığı kitaplar farklı dillere çevrildi. Oluşan bu gönüllüler ordusu Kürt kadınlarının yürüttüğü varlık savaşını dili döndüğünce, elinden geldiğince anlattı. Rojbîn gibi onlar da adalet arayışlarının doğruluğuna ve haklılığına inandı. Doğru ve haklı olmanın yarattığı özgüven onları beklentilere doğru cevap olmaya, önyargıları kırmaya, kendi çizdiği çerçeveye sığmayan, su gibi akan bir hakikatlerinin olduğunu anlamalarına yardımcı oldu. Rojbîn kadar sabırlı, iddialı, çağın aldatıcılığına kanmadan, ne bir eksik ne fazla, evrendeki her şeye ve herkese evrenin ona bahşettiği değeri veren bir duruş kazandılar.

İnadına yeşerdik, çoğaldık

Rojbîn sevinir, öfkelenir, tepki gösterirdi. Ama hiçbir duygunun esiri olmazdı. Kürt kadınları da kendilerini anlatırken zorluklarla karşılaştılar. Ama bu koşulların esiri olmadılar. Bunları doğru ve haklılıklarına dayanarak bertaraf ettiler. İdeolojik birikimlerini, tarih bilincini bilimsel bir dayanağa, jineolojîye oturttular. Böylece diplomasi alanının sınırları genişledi ve derinleşti. Artık diplomasi ‘maskeli tanrıların çıplak kralların’ deşifre olduğu bir alan. Kürt kadınları beklentiler ve taleplerle kapıları çalan mağdur pozisyonunda değil. Rojbîn’in mikro ölçekte yaptıkları artık makro ölçekte yapılıyor. Rojbîn’in kendisine ilke edindiği çalışma tarzı Kürt kadın hareketinin ilkeleri haline geldi. Bunları bize anlatmadı ya da bir kağıda yazmadı, ardında bir vasiyet de bırakmadı Rojbîn. O, yaşamda su gibi akarken, köklerimiz yeşerdi. Dokunduğu her yerde bıraktığı izler bize öğretici oldu. Yıllarca kendimizi anlattık. Şimdi dinleme sırasındayız. Hep isteyen, talep eden, perspektif sunan değil birbirine güvenen, çoğaltan, birlikte inşa eden, çağın aldatıcılığına kapılmayan bir yürüyüşümüz var. Gücümüzün ve mutluluğumuzun kaynağı Rojbîn’in dayandığı hakikat, doğruluk ve haklılığımız…  Dedim ya hakikatin kudreti karşısında siz yok hükmündesiniz. Hakikatimizi yok edemediniz. Kış bahara döndü artık. Şimdi daha büyük bir iddiamız var; dünya kadın konfederalizmi iddiamızı bir istem olmaktan çıkarıp gerçekleştirmek.