“Ortadoğu ve Emperyalizm” konulu bir söyleşideydi, Fikret Başkaya, geçenlerde. Ortadoğu, Kafkasya, Afrika ülkeleri, sömürgecilik, emperyalizm, kapitalizm, savaş başlıklı sunumunun bana göre can alıcı özeti ve geleceğe denk düşen yanı; “artık hiç kimse çocuklarının kendinden daha iyi bir hayat yaşayacağını düşünmüyor” cümlesiydi.
Son iki üç kuşağa kadar; “ben okumadım çocuğum okusun”, “şu işte çıraklık yapsın da ustası olsun” gibi kurgular üzerinden mesleki, politik, ekonomik yönlendirmeler çocuğun hayatını oturaklı bir şekilde kurmasını sağlayabiliyordu. Ancak bundan sonraki kuşaklar için sadece savaşların-çatışmaların olduğu bölgeler değil, tüm dünya ülkelerinde gelecek kaygısı belirmekte. Dünyanın dört bir köşesinde artık herkes, yaşadığı mekanın ekolojik olarak, “güvenlik” olarak, ekonomik olarak bugünden kötüye gittiğini düşünüyor. Hem dünya hem de daha çok, çocuklarımız için kaygılanıyoruz.
Yine geçtiğimiz hafta; özel bir şirketin kendi iş alanında (oyunca sektörü) bir araştırmada ortaya çıkan başka bir gerçeklik de; annelerin yüzde 60’ından fazlasının çocuklarını dışarıya, sokağa oynamaya göndermek istemediği idi. Dışarıda oynayamayacak olan çocuklar…
O yüzden bir kez daha çocuk politikasının çok önemli olduğunu vurgulamak ve hatırlatmak, yeniden yeniden hatırlatmak gerek. “Emperyalizm, savaşlar, kapitalizm yenildiğinde çocuklarımız için yaşanabilir bir dünya kuracağız” hayalinden öte bir şeyden bahsediyorum. Veya oyuncaklarla, iyi meslek-akademik dünya kazandıran okullarla, “güvenli” yaşam alanlarıyla oluşturduğumuz kurgunun da ötesinden bir şeyden bahsediyorum. Tamamen çocuklukla alakalı bir şey! Çocukluk sürecine denk gelen; hem bir insan ömrü, hem de dünyanın yarısına nüfus olarak sahip olan bir süreç tam da kastettiğim.
Mesela taş atan çocuklarımız neredeler! Kürt illerinde ve metropollerdeki mahallelerinde eylemlere katılan çocuklar neredeler?
Pozantı’daki çocuklar? Yüksekova, Cizre, Bağlar, Fiskaya’daki çocuklar, “ertesi gün” ne yapıyorlar!
Bunlar bir şekilde siyasette tutabileceğimiz, politik aktörleşebilen çocuklar…
Peki bunlardan daha fazlası? Yani bu politik dünyanın uzağındaki çocuklar..!
Daha önce de bu sayfalarda yazmıştım; savaş dönemindeki adi suç oranları, siyaset ile belirli ölçüde sınırlandırılabilse de (devlet güçleri tarafından desteklenmekle birlikte, topluma yayılabilmesinden bahsediyorum) barış zamanlarında bu oranlarda kat be kat artış görülür.
HDP, bize bir siyasi hareketin sunabileceği en güzel şeyi vaat ediyor: Barış!
Ve tabii ki daha fazlasını istiyoruz! Barış sürecinde ve barıştan sonra nasıl yaşayacağız? Mesela bir çocuk politikası var mı? Silahların sustuğu bir barış ortamı kuşkusuz çocuklar için en insani olanı; peki bu ortamın koşullarında hangi alanları açabileceğiz çocuklara!
Hep hayal etmişimdir, bir çocuk politikacıyı… Meclis sıralarında, kravatlı yetişkin toplantılarında, “çok önemli” görüşmelerde… Bir çocuğun tüm çocukluğu ve kafa açıklığı, kaygısızlığı veya tüm kaygısı iyi bir yaşam olan düşüyle oralarda olması!
Bu durumu; çocuğa bir yük, rol, sorumluk yüklemekle alakalı kurmadan düşünelim. Çocuğa zaten yoksulluksa yoksulluk, çatışmaysa çatışma, ölüm, cezaevi işkenceye dair her neyse hepimiz fazlasıyla yaşatıyoruz.
Bu yetişkin alanı; nasıl ki kadınların varlığıyla, emek ile, barış ile ve en başta bir dil ile kırabiliyorsak, çocuk ile neler yapabileceğine dair bir hayal! Bir merak!
Bu düş; çocuklar gibi, yoksullar gibi, köylüler gibi, kadınlar gibi politikanın, duruşlarıyla yaşamın merkezinde olan ancak siyasetin etkin alanlarında yer almayan, alamayan bütün kesimlere yöneliktir aynı zamanda! HDP’nin yönetici siyasetinde bu kesimlere ve özellikle çocuklara ne kadar yer verdiğiyle ve vermesi gerektiğiyle ilgili bir düş!
Çocuklarımız bizden daha iyi bir hayat yaşasın diye!