Kuşlar Dağı’nın sakinleri

- Songül ÖMÜRCAN
395 views
Kadim kavramı, tanımladığımız şeye anlam derinliği katan ve kimi boyutlarıyla onu diğer ögelerden farklı kılandır. Bu kavram aynı zamanda sahip olunan köklü bir hafızayı, o hafızanın biriktirdiği değerleri ve bunun anlam gücünden beslenmeyi, buna bağlı olarak bilinçli eylem ve tercihlerde bulunma iradesini   de ifade eder. 

Kadim tarih, kadim kültür ve kadim inançlar vardır. Bunlar insanlık ailesinin kendisinden sonraki nesillere emanet ettiği birikimlerdir. Yaşamın sırlarının kuşaktan kuşağa taşınmasıdır. Bu kadim değerler, kendisini hedef alan tüm kıyımlara karşı inatla direnmiş ve ana damar rolü oynamıştır.  Kültür, dil, kimlik ve üzerinde yaşadığımız, düşünsel, fiziksel emeğimizle beslediğimiz o tanıdık toprak bize yurt olmaz mı? Ve o toprakların havası, çimine düşmüş çiğ damlası, yeşil dallarda ötüşen serçeleri, ‘nan’ın anası sarı başakları, dağları, ovaları, ormanları, vadileri insanın bir parçası haline gelmez mi? Elbette gelir. Zaten jingehler (kadın mekanları) tüm bunların toplamından doğar ve welata, yani ülkeye dönüşür. Görülemediğinde özlem, dokunulamadığında hayal olur, içindeyken cennet, dışındayken cehennemin kavurucu ateşi olup yakar. Bu, insanın hem birey, hem de toplumsal kimlik olarak içinde var olduğu, var ettiği ve geçmişten günümüze taşıdığı tüm kadim değerlerdir. Yurt sevgisidir. Toprakla bir olmak, onun bağrında güvence aramak ve güvende olmaktır. 

Êzidîler Kürtler’in kök hücresidir

Êzidîlik inancı ve Êzidîler çok kadim bir tarih ve kültüre sahiptir. Kürtler’in kök hücresidir. Êzidîlik öğretisi birçok inancı etkileyen derin bir felsefe ve içeriği barındırır. Êzidîlik inancına göre şekillenen yaratılış destanında Melekê Tawus tüm dünyevi işleri yöneten en yüce varlık olarak görülür. Êzidîler’e göre Melekê Tawus maddi dünyanın yaratıcısıydı. Dünyayı önceden kendi ruhunu içine yerleştirdiği, kozmik bir yumurtanın veya incinin darmadağın duran parçalarından meydana getirmişti. Başlangıçta Tanrı (Kürtçe Xweda) kendisinin en kıymetli özünden beyaz inci yarattı ve o ‘Anfar’ isimli bir kuş yarattı. (Bu kuş diğer inançlarda ‘Anka’ veya ‘Simurg’ olarak da tanımlanır.) İnciyi onun sırtına koydu, kırk bin yıl orada durdu. Birinci günde (Pazar) bir melek yarattı ve ona ‘Azazil’ dedi. Bu meleklerin başı Melekê Tawus’tu. Êzidîler´in kutsal kitabı Mishefa Reş’te yaratılış böyle anlatılıyor. Bu yaratılış öyküsü başta olmak üzere Êzidî inancında cennet ve meleklere ilişkin dile getirilen birçok husus Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık inançlarına geçmiştir. Birçok kaynakta yer alan bu anlatım, istenilirse derinliğine araştırılabilir. Burada esas amacım, Êzidî inancının taşıdığı kimlik, inanç ve kültürle ne denli kadim bir yapıya sahip olduğunu anlatma ve dile getirmedir. 

“72 millete aynı nazardan bakarız”

Bu söylem Êzidîlik öğretisinin temel ilkelerinden biridir. Aleviler de bu söylemi çokça ifade ederler. İnsanlar arasında ayrıştırıcı-parçalayıcı söylem ve eylemlere karşı birleştirici ve bütünleyen bir bakış açısını taşır. Êzidîlik felsefesinde insanın tahakküm ve sömürüye tabi kılınmadan doğa ve toplumla uyum içinde yaşayabileceği temel bir söylemdir. Toplumların da birlikte barış ve güven içinde yaşayabileceğine ilişkin bu hatırlatma egemenleri saldırganlığa iten temel bir etken olmuştur. Araştırmacı yazar Andrew Collins, ‘Meleklerin Küllerinden’ adlı kitabında Êzidîlerin bu öğretisini şöyle ifade etmekte:  “Yezidilerin (Êzidîler) çok eski oldukları kendileri tarafından da üstüne basa basa söylenilmektedir. Çünkü onlar dünyanın yaşını hesaplamak için çok uzun saatler harcamışlardır. Her biri bir öncekinden daha kusursuz olan ve her biri 10 bin yıl yaşayan 72 farklı Adem olduğunu söylerler. Her bir Adem’in 10 bin yıllık yaşama süreleri arasında dünyada hiç kimse yaşamıyordu. Yezidiler, şu anda dünyada yaşayan ırkın bu 72 Adem’den sonuncusunun ürünü olduğuna inanırlar. Böylece en fazla 1.440.000 yıllık bir dünya yaşı elde ederler. Böyle kesin hesaplamalar anlamsızdır; ama bununla birlikte böyle rakamlar havadan gelmemiştir. Tam aksine, çok eski zamanlardan kalma astronomik zaman devirleriyle ilişkilidirler, tüm dünyadaki mitoloji ve efsanelerde olan evrensel sayı bilgilerini temsil ederler.”

Şengal DağıCebel-i Sincar 

Êzidîler, bazı kaynaklarda “Kuşların Dağı” olarak da tanımlanan Şengal Dağı’nda (Cebel-i Sincar) nasıl izole edilerek her türlü kötülük ve katliamla yüz yüze bırakıldılar? Kuş cıvıltılarının eksik olmadığı o dağda ocaklar nasıl söndürüldü, kara islerle kaplı bir gökyüzü nasıl yaratıldı? Direnişin ve ihanetin birlikte gezdiği diyarlarda belki de Êzidî gerçekliğinin en trajik yönü ve kördüğümün oluştuğu temel halka, bunun içte işbirlikçi çizgi, dışta ise devletçi mantığa dayalı tekçi yaklaşımlar sonucu karşı karşıya kaldığı din, kimlik, kültür ve inanç bazlı dayatmalardır. Bu anlamda Sünni egemenlik tarafından kuşatmaya alınan bir adacık olma özelliğiyle kendilerini korumak, ayakta tutmak için sürekli bir mücadele ve direniş içinde olmalarıdır. Şengal Dağı’nın en yüksek tepelerine sığınarak sistemin kirli, çıkarcı ve ikiyüzlü yaşamına bulaşmamalarıdır. Bu durum onları ‘medeniyet’ denilen canavardan korumakla birlikte, medeniyetin entrika ve komplolarına karşı da donanımsız bırakmıştır. Bu risk, sınıflı uygarlık ve iktidar dışı kalmış toplumların yaşadığı ortak bir sorundur. Êzidîlerin düşmanları tarafından 73 kez ‘katli vaciptir’ fermanına maruz kalmaları, daha örgütlü durmalarını, öz savunma oluşturmalarını ve Laleş etrafında inançlarını güçlü savunma ve korumayı beraberinde getirdi. Çünkü Laleş olmazsa Êzidîlik de sönümlenir. Êzidî inancı kutsal mabet Laleş etrafında canlanmıştır. Laleş, ‘sen kimsin’ sorusuna aranan doğru yanıt ve bu yolun hakikatine işaret eden çıra olmuştur. Bu nedenle Laleş’e hem mürşit olarak ziyarette bulunmak hem de Laleş’in içinde hizmet sunmak Şengal’e hizmettir,  Êzidî Kürtlüğüne hizmettir. Her Êzidî Kürdün bunun farkında olması ve bu sorumlulukla geleceğini örmesi, kutsallığın namertliğe karşı verdiği mücadelede tek güvencedir.

Cehennem zebanileri meleklerin peşine düşer

3 Ağustos 2014’te Şengal yine bir fermandan geçti. Fermanı yapanlar günümüzün kara giysili zebanileriydi. Ortadoğu’nun Jitem’i DAİŞ, kök hücreye saldırarak cennet ütopyasını insanlığa kazandıran Êzidî Kürtler’e cehennemi yaşatmak istedi. DAİŞ hafızayı silme, belleği bulandırma ve karartma saldırılarıyla Êzidîleri hedefleyerek tarihten silmek, çöle gömmek istedi. Tarih bilinci anı, yani şimdiyi ve geleceği şekillendiren bir kalp atışıdır, beyin gücüdür. Bu nedenle DAİŞ nereye saldırıp işgal ettiyse önce tarihi hedef aldı, maddi ve manevi değerleri yok etti. Bu saldırı, barbarların cehalet kafasıyla öylesine yapılan ani bir saldırı değildi. Aksine egemenliklerini tesis etmede girişilen karanlık erkek zamanının halklara, inançlara ve kültürlere karşı soykırım girişimiydi. Bu soykırımın ilk hedefi Êzidî halkı ve Êzidî inancı olmuştur. Çünkü Êzidîler, Muaviye çizgisinin katliam ve soykırımlarına rağmen 1400 yıldır bir vaha içinde tek başına kendi kimlikleri ve inançlarıyla yaşama tutunmayı başardı. Onlar insanlığa ve dünyaya farklılıkları, çeşitlilikleri ve zenginlikleri hatırlattılar. DAİŞ’in tekçi faşist zihniyeti çöldeki bu vahayı bir tehdit olarak görerek, soykırımla bertaraf etmek istedi. Elbette Şengal’in jeopolitik ve jeostratejik önemi göz ardı edilemez. Şengal’in işgaline, Irak ve Suriye’de egemenlik kurmak ve iktidar oluşturmak için de başvuruldu. DAİŞ’in yönünün Şengal’e verilmesinin arkasında elbette ulus devletçi güçlerin emelleri yatmakta. Ama DAİŞ bir zihniyet olarak gerçektir ve Muaviye çizgisinin kültürel İslama karşı hortlatılmasıdır. DAİŞ piyon iken, giriştiği işgal ve dehşet yöntemleriyle kendisini aktör haline getirmeye çalıştı. Kafa kesme, türlü işkenceler, çocukları canlı bomba olarak kullanma, kadınları pazarlarda, kafeslerde satışa çıkartma, esir aldıklarını kafeslerde canlı canlı yakma gibi birçok insanlık dışı uygulamayla, gelmiş-geçmiş en büyük korku imparatorluğunu kurarak kendisi ulaşmadan adeta gölgesiyle halkları teslim almak istedi. Jitem’in şok doktriniyle insanları aptallaştırma, kaosa sürükleme yöntemlerini Ortadoğu’nun mazlum halkları ve inançlarına karşı bir soykırım gücü olarak yoğunca kullandı. DAİŞ bir projeydi. Bu projenin garantörleri, finansörleri, akıl hocaları ve bizatihi içinde yer alanları vardı. Bunlar Ortadoğu ve kadim merkezlerinden olan Şengal’den başlayarak ne yapmak istediler? Neden ilk etapta Kürtler ve Kürt Êzidî inancına saldırdılar? Ortadoğu’nun kadim halkını ve inancını neden tarihten silmek istediler? Katliamdan sonraki süreçte bunun nedenleri önemli oranda açığa çıksa da gizli kalan yönler de bulunmakta. Bu gerçekleri devam eden soykırımdan, saldırılardan, yeni komplo ve entrikalardan anlıyoruz. 

Geleceği bilgece örme zamanı

Acıları güce dönüştürmenin büyük iradesi ve bilinciyle yeni saldırı riskine karşı örgütlenme, öz savunma ve özerk Şengal idaresinde ısrar ederek mücadele yürütmek Kürt halkı ve kadınları olarak hepimizin görevidir. DAİŞ’in Şengal’e yönelttiği fermanın 8. yılında hakikati arayan her birey ve toplumun bu tarihsel gerçeklikleri görerek, anlamlandırarak yaklaşması elzemdir. Şengal’in özerk örgütlendirilmesi ve özerk savunma ile güvenceye alınması için öz örgütlenmenin gerçekleştirilmesi tarihi bir misyon olarak ele alınmalıdır. Laleş’in kapısına varıldığında sağda çizilmiş olan siyah yılan motifinin bilgelik sembolü olduğunu unutmadan, sahte çağların cilalanmış medeniyetlerine kanmadan, geçmişimizin gözcüleri olan analarımız ve atalarımızın ruhu ile şimdiyi ve geleceği bilgece örme zamanı.