Tecrit AİHS ile bağdaşıyor mu?

- Havin GÜNEŞER
182 views
9 Kasım’da Avrupa Konseyi’nde Rêber Apo ile ilgili çok olağanüstü ve daha önce görülmemiş bir gelişme oldu: 46 Dışişleri Bakanı basit bir soruya cevap veremedi: Tecrit Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile bağdaşıyor mu bağdaşmıyor mu? Senatör Laura Castel, 22 Haziran’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne iki soru önergesi sundu. Senatör Castel Katalonya Parlamentosu tarafından İspanya senatosuna atanan bir senatör. Aynı zamanda, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki Birleşik Avrupa Solu Grubu’nun da başkan yardımcılarından.

Hazırladığı iki soru önergesinden birinde Rêber Apo’nun savunma hakkı ve diğer tüm haklarının son 24 yıldır, ancak 27 Temmuz 2011’den bu yana daha da ağır bir şekilde ihlal edildiğini dile getirmiş. “Sağlık durumları, tedavileri ve tecrit koşulları hakkında ciddi şüpheler bulunmaktadır” dedikten sonra da şu soruyu sormuştur:  “Bakanlar Komitesi, Abdullah Öcalan ve İmralı Adası Cezaevi’ndeki diğer üç mahkûmun 25 Mart 2021’den bu yana aileleri, avukatları ve dış dünya ile hiçbir şekilde temas kuramamış olmalarını, bir mahkûmun böylesine katı bir tecrit rejimine tabi tutulmasını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali anlamına geldiğini göz önünde bulundurarak nasıl değerlendirmektedir?”

BK hangi girişimlerde bulundu?

Diğer soru önergesinde ise, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası üzerinde durmaktadır. 2014 yılında, AİHM’in şartlı tahliye imkanı olmayan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının, işkenceyi yasaklayan 3. Maddenin ihlalini teşkil ettiği kararı hatırlatmış ve şu soruyu yöneltmişti: “Mahkemenin kararından bu yana geçen dokuz yıl boyunca Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin AİHM kararlarına uymasını sağlamak için hangi girişimlerde bulundu?” Laura Castel bu soruları sormadan önce bir delegasyonla beraber durumu yerinde incelemek için bu yılın Mayıs ayında üç günlüğüne İstanbul’a gitmişti. Sorularını sorduğu konular hakkında çeşitli muhataplarla görüşmüş, araştırma ve inceleme gerçekleştirmişti. Pekala, bu sorular neden bu kadar önemli olmaktadır? Bu durumun bir yönü soruların sorulduğu mercidir. Bu merci Bakanlar Komitesi’dir. Bakanlar Komitesi üye ülkelerin Dışişleri Bakanları’ndan oluşmakta ve Bakanlar Komitesi Başkanlığı ise her altı ayda bir başka üye devlete devredilmektedir. Şu anki başkanlığı ise Kasım 2023-Mayıs 2024 arası Liechtenstein yürütmek üzere devraldı. Bu yanıt ise Latviya’nın dönemsel başkanlığında verildi. Bundan da önemlisi Bakanlar Komitesi’nin yürüttüğü görevdir. Bu Komite, Avrupa Konseyi’nin karar alma organıdır. Hem Avrupa sorunlarının tartışıldığı bir organ, hem de bu sorunlara ortak yanıtlar bulunmasına yönelik bir forumdur. Parlamenterler Meclisi ile birlikte Konsey’in temel değerlerinin koruyucusudur ve üye devletlerin taahhütlerine uyup uymadıklarını izler. Bütün bunları hangi temelde yaptıkları tartışmalıdır fakat en azından kendilerini böyle tarif etmekteler. Bunu söyledikten sonra ve Bakanlar Komitesi’nin karar alma organı ve özellikle de AİHM kararlarının uygulanmasını gözeten merci olduğunu kavradıktan sonra görüyoruz ki asıl önemli olan boyut soruların önemi kadar, bu sorulara verilen daha doğrusu verilemeyen yanıtlardır.

Avrupa Konseyi taraf olarak yaklaşmakta

Ortada iki skandal var. Birincisi; her iki yazılı soru önergesine temel teşkil eden mevcut durumun kendisi, yani hem Rêber Apo ve diğer politik tutsakların durumu ve bu durumun kaynağında yatan Kürdistan’nın sömürgeleştirilmesi ve yok sayılması. Bu duruma Avrupa Konseyi tüm organları ile yetersiz yaklaşımdan öteye taraf olarak yaklaşmakta,  Türkiye devlet ve hükümetinin pratiğini ekonomik ve siyasi çıkarlar temelinde ele almaktadır. Ama Konsey’in temel değerlerinin koruyucusu Parlamenterler Meclisi ve Bakanlar Komitesi’dir. Buna rağmen tüm bu ihlaller olurken ve AİHM kararları uygulanmaz iken Bakanlar Komitesi hiçbir şey yokmuş gibi sessizliğini korumaktaydı. Ta ki Senatör Laura Castel bu iki soru önergesini sorana dek. Bizler durumun vahametini şüphesiz biliyorduk, fakat verilen cevap ile Bakanlar Komitesi kendi durumunu ve asıl skandalı ortaya serdi: Bakanlar Komitesi, Parlamenter Meclisi üyelerinden birinin yazılı sorusuna oybirliğiyle bir cevap hazırlamanın mümkün olmadığı durumlarda, kendi kurallarına göre Dönem Başkanı tarafından Meclis Başkanı’na oybirliği sağlanamaması nedeniyle bir cevap verebilmenin mümkün olmadığını bildirmesi gerekir. 9 Kasım’da yapılan da tam olarak bu oldu. İşte skandal tam da burada… Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Haziran ayından Kasım ayının başına kadar geçen sürede Senatör Laura Castel’in iki basit sorusuna hemfikir olup bir cevap veremedi. Yani tecrit Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile bağdaşıyor mu bağdaşmıyor mu? Ve Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin AİHM kararlarına uymasını sağlamak için hangi girişimlerde bulundu?” Bu her iki husus normalde çok basit bir şekilde cevaplanabilir, Bakanlar Komitesi mutlaka Türkiye’nin AİHM kararını uygulamak için hangi girişimlerde bulunduğunu biliyordur, yoksa?

AK, temel değerlerinden uzaklaşmakta

Bu, Bakanlar Komitesi’nin ilk skandalı değil. Hatta böylesi bir kararla eski skandallarından acaba sıyrılmak için bir iç mücadele mi var diye sorası geliyor insanın. Çünkü hatırlarsak, AİHM’in adil yargılama olmadığına ilişkin kararını uygulamaktan sorumlu merci de Bakanlar Komitesi’ydi. Ama bunu yapmak yerine Türkiye’nin hiçbir hukuka sığmayan trajikomik “dosyayı açtım baktım ve yine yargılasam yine aynı karar çıkar, o nedenle görevimi yerine getirdim” minvalindeki yaklaşımını da AİHM kararının uygulanması olarak kabul etmişti. Acaba üye ülkeler arasında hangi konularda bir anlaşmazlık var? Gerçekten Bakanlar Komitesi içerisinde kendi Sözleşmeleri ve Mahkeme’nin kararlarına doğru sahip çıkmak isteyenler kimlerdir? Avrupa Konseyi uluslararası bir örgüt ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü desteklemek amacıyla kuruldu. Kendini demokrasi evi olarak tanımlar. 2023 yılı itibariyle 46 üye ülkesi var ve yıllık bütçesi yaklaşık 500 milyon avro. Doğrusu öyle anlaşılıyor ki, iki dünya savaşında ortaya çıkan tecrübeler ardından kurulan ve yaşanan büyük mücadeleler ve acılar sonucu ortaya çıkan bu örgüt geçmişini unutmuşa benziyor. Her defasında kendisini demokrasinin evi olarak tanımlayan böylesi bir kurum, kendi tanımına layık kararları nasıl alacak veya buna nasıl teşvik edileceği konusu önemli bir soru olarak durmakt!? Uzun bir süredir tüm üye ülkelerin sağcıları ve çürümüş dinamikleri gittikçe Avrupa Konseyi’ni en temel değerlerinden uzaklaştırmakta. Konsey, özellikle büyük ülkelerin kendi politikalarını sürdürdüğü ve kendi çıkarlarını dayattığı bir zemin haline getirilmektedir. Her yerde olduğu gibi burada da çok değerli ve tarihsel ve insanlığa dair sorumlulukla yaklaşan Senatör Laura Castel gibi milletvekilleri de şüphesiz var. AİHM’in aldığı kararlara ve az da olsa verilen olumlu kararların bile uygulanmasından imtina edildiğine, Türkiye’nin sadece Bakur’da değil, aynı zamanda Rojava’ya yönelik işgal ve sistematik dron saldırılarına, yine Güney Kürdistan’da sayıları 40’ı aşan Türk ordusunun askeri üsleri ve işgali, yasaklı ya da yasaklanması gereken silahların kullanımına rağmen, yine Azerbaycan’ın Artsak işgaline yaklaşımlarına baktığımızda, bu kurumun kendini tariflediği üzere bir insan hakları evi olmak yerine farklı devletlerin kendi savaş suçlarını meşrulaştırdığı bir ev haline getirilmeye çalışıldığını görmek hiç de zor olmayacaktır. İşte bu skandal cevapsızlık aslında kendi sözleşmelerini kendi elleriye tehlikeye attıklarının tescili olmaktadır.