Gecenin ilerleyen saatlerine doğru çatışma ortamı daha da kızışırken Avrêl yan yana çatıştığı Çiya’nın yarasını bağlamaya çabalıyordu.
-“Heval seni hemen arkadaşların yanına götürmem gerek, çok kan kaybediyorsun.”
Çiya, Avrêl’in sözünü tamamlamasına bile izin vermeden
–“Gerek yok. Ayağımı iyi bağlaman yeterli. Kan durur. Hem ben hala çatışacak durumdayım. Benim daha iyi nişan alacağım bir pozisyon almama yardımcı ol, tamam. Bende kan çok. Kolay kolay bitmez. Umarım öyle olmaz ama gün gelir kana ihtiyacın olursa sana bile verecek kadar kan depolamışım alyuvarlarıma.”
Avrêl’in “olmaz heval Çiya. Arkadaşlara haber vermem lazım” demesine rağmen Çiya ısrarla çatışmak istiyordu.
-“Arkadaşlara bir şey söyleme, benim daha yapacaklarım var. Hadi şimdi bana yardım et de pozisyonumu alayım. Unutma ben senden eskiyim. Hem kurşunu yiyen bacağım, elim değil. Bacağımla tetiğe basmayacağıma göre, hala çatışa bilirim.”
-“Bence sen öyle bir durumda onu bile yaparsın ya neyse” dedi Avrêl.
Çiya’yı ikna edemeyeceğini anlamıştı Avrêl. Hele bir de inatçılığı tuttu mu kimsenin onunla baş edemeyeceğini iyi biliyordu. Ne de olsa bir yıl aynı alanda kalmışlardı. Gerçi ilk kez bir eyleme birlikte
katılıyorlardı ama birçok göreve birlikte gitmiş, değişik pratik işleri birlikte yürütmüşlerdi. Huyunu suyunu biraz tanımıştı. Ama bu sefer onu dinlemeyecekti. Kurşunların yoğunluğuna rağmen bir fırsatını yakalayıp arkadaşlara durumu iletecek, gelip Çiya’yı götürmelerini söyleyecekti. Öyle de yaptı. Elindeki olanaklarla yarasına iyi bir müdahale etmeyi de sürdürüyordu. Sonunda Çiya’nın pozisyonunu düzeltmesine yardımcı olurken, sinekler gibi havada uçuşan kurşunlardan biri Avrêl’in yüzünün yan tarafından bir çizgi gibi geçti. Başının milimlik hareketi onu kıl payı kurtarmıştı.
Çiya’ya “az kalsın senin bana kan vermene bile gerek kalmayacaktı” dedi Avrêl. Çiya sessizce Avrêl’in yüzüne baktı.
Dakikalar ilerliyor ikisi de
çatışmaya devam ediyordu. Avrêl fırsat buldukça Çiya’nın yarasını kontrol ediyor, Çiya ise sanki o paslı kurşun ona hiç değmemiş gibi çatışıyordu. Daha önceden de b
irçok kez yara almıştı Çiya. Her gerilla gibi Avrêl de büyük bir saygı duyuyordu ona. Zaten saygı gerillanın ahlaki ve içsel bir yaklaşımıydı. İki gerilla gelip
Çiya’nın tüm itirazlarına rağmen onu daha emniyetli bir yere götürdüler. Hemen ardından Avrêl’in yanına Sena geçti. İkisi yeniden yan yanaydılar. Birbirlerine gülümsemeyi hiç bir zaman eksiltmiyorlar
dı. Her koşul altında gülümsemeyi kendilerine umut bellemişlerdi.
Çatışmanın kapsamı giderek daha da genişlemiş, karşı tarafın çok kayıp verdikleri bilgisini almışlardı.
Saat gecenin ikisi olmuştu. İki taraftan da mermiler durmak bilmiyor, çatışmalar daha da genişliyordu. Bütün gruplar rollerini çok iyi oynuyorlardı. Avrêl ve Sena da gece boyu durmadan çatışmışlardı. Tüm arkadaşları gibi Avrêl de büyük bir çaba sarf ediyor, her zamanınkinden daha hızlı çatışıyordu. Yoğun çatışmalı gece kendisini yavaş yavaş sabaha bırakırken, yıldızlar parlaklıklarından hiçbir şey kaybetmeden sabahı çağırıyorlardı. Hele seher yıldızı ne de narin gülümsüyordu güne.
Mermiler etrafta uçuşmaya devam ederken Avrêl’in burnuna yeniden keskin bir yağmur kokusu gelip yerleşti. Ama dupduruydu gökyüzü. Önceki güne ait tüm bulutlar dağılıp kaybolmuşlardı.
Güne doğru durmadan ilerliyordu saatler. Vücudu yanıyordu. Yaşadığı senelerin sıcaklığı ısısını gözlerine sızdırır gibiydi. Bir anda hayatının toplamını göğsünün orta yerinde hissetti. Ellerini göğsüne uzatsa hepsi kendini tek tek avuçlarına bırakacaktı. Göğsündekilerin ellerine düşmesini değil de, tüm bedenine akmasını istiyordu. Bu yüzden uzatmadı ellerini. Şimdi nedendi bu duygu anlam veremedi, titredi, sendeleyerek olduğu yere çömelircesine düştü ve Sena’nın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Gökyüzünde birkaç saniye içerisinde dağınık dağınık bulutlar görünmeye başlamıştı. Yağmur kokusu o kadar güzel gelmişti ki burnuna, çocukluğundan kalma bir gülümsemeyle tereddütsüz “yağmur yağacak biliyorum” dedi.
Bir esinti yüzüne çarpıp geçti Avrêl’in.
“Yüzüme çarpan bu rüzgârı tanıyorum” diyerek, küçük akarsuyun başındayken gördüğü rüya geldi aklına.
“Bu o” dedi usulca.
Rüyasının gerçeklik kapısını açması karşısında büyük bir şaşkınlığa kapılsa da, Avrêl heyecanlanmıştı. Gördüğü rüya peşine takılmış gelip buluşmak istemişti onunla.
Avrêl’i tutmak için hemen atıldı Sena ve onu kucakladı. Şaşkın bir ifadeyle Avrêl’in yüzüne ve sol tarafından, kalbe yakın yerden aldığı yarasına bakıyordu. Öğrendiğince bir şeyler yapmaya çabalıyor hem de avazı çıktığı kadar arkadaşlarına sesleniyordu Sena.
Tekrardan zorlukla Avrêl “yağmur yağacak Sena” dedi.
İşte, o an başını gökyüzüne doğru kaldırmasını uman bir şey varmış hissini bu sefer gözkapaklarının açıklığında, kirpiklerine yansıyarak yaşadı Avrêl. Şimdi onu neyin beklediğini iyi biliyordu. Rüya denen mucize gerçeğe akıyordu. Sena, Avrêl’de daha önce hiç görmediği net bakışı ile dudaklarındaki gülümsemeyi fark etti.
Avrêl, Sena’nın kucağında hafifçe göğe kaldırdı başını. Ne olduysa o an oldu. Nisan ayının ilk yağmur damlası bir buluttan koptu ve Avrêl’in alnına süzülerek gelip değdi ve parçalara ayrılarak tenine karıştı.
Gözleri hiç bu kadar ışımamıştı Avrêl’in. Alnına dokunmak istedi. Kolunu yavaşça kaldırmaya çalıştı.
Sena “olmaz, kolunu oynatma” dedi.
Avrêl zorlukla, “bırak ben alnıma dokunmak istiyorum” deyince Sena’nın yardımıyla Avrêl parmak uçlarını alnına, damlanın düştüğü yere dokundurdu. Bir-iki götürüp getirirken parmak uçlarını, kol dirseğine doğru sızan kandan bir damla kayıp toprağa aktı. O an dünyanın tüm güzelliğini yaşıyordu sanki. Büyük bir rahatlık vardı Avrêl’in yüzünde. Belliydi. Düşünceleri çok huzurluydu.
Alnına düşen damla aldığı kurşun yarasının acısını vücudundan yıkayıp temizlemiş gibiydi.
“Avrêl kucağımdaydı. Yeryüzü ise etrafımızda dolanan boş mermi kovanlarıyla dolar gibiydi. Arkadaşlara seslenmiştim. Yarasından akan kanı durdurmaya çalışıyordum. Ama ne yaptıysam durmadı kan. Parmakları alnında donup kalmıştı. Kolunu düzelttim ve yüzümü Avrêl’in yüzüne yanaştırdım. Nefesini hep yüzümde hissetmek istiyordum.
Damlalar ise ardı ardına toprağa koşarcasına düşmeye başlamışlardı. Avrêl’in dediği olmuş, yağmur yağmaya başlamıştı. Islak toprak kokusu ise gelecek mevsimlere emanet bir kez daha kendisini koklatmıştı. Ne Avrêl yağmursuz ne de yağmur onsuzdu. Bir bütündüler. Hani derler ya “hayat suyu” ikisi öyleydi işte. Biri hayat biri su.
Evet.
Özgürlük için alıp verdiği her nefeste inancı daha da büyüyordu. Katıldığı onca eylemden sonra ilk kez yara almıştı Avrêl. Ve ilk yaralanmasını da bu biçimiyle bir Nisan ayında yaşamıştı.
Yani, o an acının mı payıydı bilmiyorum ama Nisan’a yeni bir anı ve anlam daha eklenmişti.
Ben ve Avrêl o dakikalardan sonra birbirimizi hiç görmedik.
Acil bir müdahaleyle kurtulmuş olduğunu duydum Avrêl’in. Çok sevinmiştim. Sonrasındaysa o ayrı bir alana geçmiş, bens de kaldığım alanda değişik yerlerde dolaşıp durmuştum. Arkadaşlardan durumunu hep öğrenmeye çalıştım. Kendisi de bana iyice iyileştiğini ve hatta farklı farklı eylemlere katıldığını bile yazmıştı.”
Avrêl’i özlüyordu Sena, hem de çok.
“Avrêl Nisan yağmurunda bir damla, öncesi ve sonrası tüm aylarda ise içimde damlalarla hep ince bir yağmur olarak kaldı” demişti Sena.
Evet.
Yeni gelmiştim özgür dağlara ve ilk olarak Avrêl’in hikâyesini dinlemiştim, gördüğüm ilk kadın gerilla Sena’dan.
“Dağlara atmış olduğun ilk adımla sen de hikâyelerinin başlangıçlarını yazmaya başladın” demişti bana.
Öyle ya, bu bana anlatılan yüzlerce hikâyeden biri sadece.
Bir damla
Avrêl’in öyküsü.
Nisan Damlası III. bölüm