‘Sözün bittiği yer’ diye bir cümle kurarlar. Bunu ancak gerçekle yüzleşip hakikate ulaşmaktan vazgeçenler, acıyı güce dönüştüremeyenler, anlamın gücüne sığınacak bilinçten yoksun olanlar söyler. Bir de sözüne sahip çıkacak iradeyi gösteremeyenler…
Sözlerle kandıranlar ve sözlere kananlar yanılıyorlar. Söz, insanın en büyük sınavıdır. Bilinç, yürek ve ruhun aynasıdır. Söz sahibini mutlaka ele verir. Kiminin ağzında bir türkü kiminin ağzında küfre dönüşür.
Aynada görüleni anlatmak
Bizler sözün gereğini yapmanın yaşamla sınandığı bir toprağın, topluluğun bir parçasıyız. ‘Sözün bittiği yer’ diye bir şey yok bizim ülkemizde. Yapılması gereken; bilince, yüreğe, ruha tutulan aynada görüleni anlatmaktır. Ben de öyle yapacağım… Ekim şehitlerini anlatmak için masa başına oturduğumda bir an ‘söylenecek her şey söylenmiş, anlatılmış’ deme gafletine düştüm. Ve sonra bilinç, yürek ve ruhun rehberliğinde doğru kelimeleri bulacağıma inandım.
Bir direnç ayıdır Ekim
Ekim hüzne bulanmış bir direnç ayıdır. Karanlık gecelerde size sevinç ve ürpertiyi aynı anda yaşattıran yıldızlar kadar; evrenin sırlarını size fısıldayacakmış gibi dönüp duran her biri biricik olan yapraklar kadar çok, devrimci kadınları yitirdiğimiz bir aydır. Tüm mevsimlerin soluğunu bize taşıyan; baharın neşesini, yazın hoyratlığını ve kışın ayazını hissettiren, özleten rüzgarların estiği bir aydır. Ekim rüzgarları insanı daldığı derin uykulardan, umutsuzluklardan çekip çıkarır. Vicdanın, sorumluluğun, inancın ve direnmenin gereğini yapmak gerektiğini hatırlatan şefkatli bir o kadar da keskin rüzgarlar değer yüzünüze Ekim’de.. Bir direnç ayıdır Ekim. Düşen yapraklar gibi solarken yeşeren, düşerken tutunan, kırıldıkça köklere uzanan yitirmeler, yitirdiğinizi sandığınızda varlığınızla bütünleşmiş gidişler toplamıdır.
Öğreneceğimiz çok şey var
Kadın zamanının başlangıcı ve sonudur Ekim. İnsanda dile gelen evrenin sırlarını keşfetmeye en yakınlaştığımız; çok hatırladığımız, kanadığımız, özlediğimiz ve öğrendiğimiz zamandır. Sözün gücüne itaat ettiğimiz, kutsallığı karşısında secdeye durduğumuz yaratımların zenginliğidir. Kürt Kadın Hareketi tarihinin özetidir Ekim ayı. Bêrîtan’ın (Gülnaz Karataş) savaşarak güzelleşmesinden, Meryem’in keskin kararlılığını incelten naifliğinden, Zeynep’in (Gurbetelli Ersöz) toplumsal gerilikler karşısında bilinciyle dizginleyebildiği öfkesinden, Azime’nin (Mihriban Saran) askeri disiplininden, Sarya’nın (Nursel İnce) yaşamı estetikle ören yaratıcılığından, Rojbîn’in (Fatma Özen) yüzyıla damgasını vuracak öngörüsünden, Ronahî’nin (Andrea Wolf) kapitalist sisteme karşı sade ve yaşanılır bir toprak parçası arayışından, Aynur Artan ve Selamet Menteş’in komploculara karşı Rêber Apo’ya bedenlerini siper etmesinden,
Canda’nın (Sanem Bertan) kendi halkının özgürlüğünü Kürt halkının özgürlüğünden geçtiğini söyleyerek sömürgeciliğin kodlarını yerle bir etmesinden, Avrupa’da doğup büyüyen Tîjda (Fatma Yağmur) ve Tekoşîn’in (Aylin Helin Işık) katmerleşmiş yabancılığa karşı bir Kürt kadını olarak onu dağlara taşıyan kimlik arayışından öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki…
Tüm hayatlar bedellerin izleriyle dolu
Kürdün soluduğu tüm zamanlar, geçtiği tüm mekanlar, dokunduğu tüm hayatlar devrim uğruna verilen bedellerin izleriyle dolu. Gazete ilanlarına baksanız, özgür basında çıkan haberleri okusanız, devrimin ortaya çıkardığı külliyatı tanısanız, yurtseverlerin evlerini ziyaret etseniz mutlaka bir şehidin hikayesini duyarsınız… Bunun en sağlam öğrenme biçimi olduğundan zerre kuşkum yok. Söz tükendiğinden değil. Bu yıldız yağmuru altında çok ıslanan biri olarak sözü incitmek istemediğimden, bana ayrılan sayfalar buna yetmeyeceğinden… Bu çabayı süreklileştirmek ve yaygınlaştırmak baki kalacak. Ve ben Ekim ayının hareketin gelişim diyalektiğindeki yerini anlatmaya çalışacağım.
Direnişi belirleyen zihniyet
Ekim ayı şehitlerinin bize öğrettiği hakikatin birçok yönü var. Her şeyden önce hareketin mücadele tarzında ikircikliğe, kaygıya, gerekçeye yer olmadığını netleştirmiştir bu şehadetler. Koşullar, imkanlar ne olursa olsun direniş çizgisine gölge düşürmemişlerdir. Direnişi ve katılımı belirleyenin koşullar değil, zihniyet olduğunu çok açık göstermişlerdir. Uçurumlarda yeşeren hakikat şunu kanıtlamıştır; tarihe iz bırakanlar ancak ve ancak anın gerektirdiği devrimci tutumu sergileyenlerdir. Teslimiyeti en çıplak ve örtülü haliyle bu hareketin diyalektiğinden ebediyen silmişlerdir. Kürt özgürlük mücadelesinde kadın kimliğiyle yer almak, ‘xwebûn’ olmak zorlu mücadeleler, ağır bedeller sonucu gelişti. Kadının savaşabileceğine, gerilla komutanı olabileceğine, eğitebileceğine, savaşçılarını gerektiğinde canı pahasına koruyabileceğine dair basma kalıp algıları tersine çevirdi. Bu hakikat uğruna yaşamını yitiren kadın öncülerin ideolojik derinliği, yoldaşlık gücü, çizgi savunuculuğu şimdi kadın devriminin dayanaklarını oluşturuyor. Kadının mücadele içindeki ilkeleri ve prensipleri bu öncüler sayesinde hiçbir muğlaklığa izin vermeyecek kadar netleşti. Bu direnişler, geride kalanları bu ilkeler ve yaşam duruşunu büyütmek ve derinleştirmekten, en asgari düzeyde korumaktan sorumlu kıldı.
Tehlikeyi ilk kadınlar gördü
Bu şehadetler, Kürt kadınlarının Rêber Apo’nun devrimimizdeki kader belirleyici rolünü derinlikli kavrayanlar olduğunu gösterdi. Uluslararası komplonun başlangıcında ilk tutum koyanlar kadınlar oldu; Rêber Aposuz bir mücadelenin risklerini onlar gördü, en radikal tutumu onlar aldı. Nerede çizgi dışı bir yaşam, sistem saldırısı, mücadelenin önünde bir tehdit varsa bunu ilk gören ve ateşle sınanmak pahasına önüne geçen kadınlar oldu.
Enternasyonal devrimciler
Mücadelemizin enternasyonal karakterini de Ekim şehitleri gerçeğinde okuyabiliriz. PKK’nin salt bir ulusun değil tüm halkların ve ‘bir cins, sınıf ve ulus olarak’ tüm kadınların kurtuluşu olduğu hakikatini erkenden anlayan enternasyonal yoldaşlar bu hakikati bize öğretti. Hiçbir ayrıcalık, tolerans beklemeden devrimci yaşama hesapsız katılan, bizden biri olan bu kadın yoldaşların bize öğrettiği hakikat şu oldu: Değer görmek için tek şart devrimci yaşama hesapsız, karşılık beklemeden katılmaktır.
Rêber Apo, bu şehadetlerin ortaya çıkardığı hakikati -özellikle 1997-1998 yılları arasında- ‘Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin ilkelerine dönüştürdü. Bu şehadetlerin açığa çıkardığı hakikati toplumsallaştırarak kalıcılaştırdı.
Açtıkları yolun neresindeyiz?
Çeyrek asırdan bu yana her Ekim ayında sorguluyoruz; şimdi yaşasalardı her biri kadın devrimi inşacısı olacak kadın öncülerin açığa çıkardığı hakikati toplumsallaştırma çabamız sürüyor. Bu hakikate eklenen, çoğalan, derinleşen yeni anlamlar ve değerleri kalıcılaştırabiliyor muyuz? Gülnaz Karataş’la başlayıp Nagehan Akarsel’le süren anlam arayışımızda ısrarcı mıyız? Ekim şehitleri hakkında yazı yazıp, onların öğreticiliğine sığınan bir kadın komutanın da yine bir Ekim ayında şehit düşmesini sadece acı bir tesadüf olarak mı okuyoruz? Çoğalan, büyüyen bu değerleri koruyacak, toplumsallaştıracak iradeyi oluşturabiliyor muyuz? Kadın öncülerin yolunu açtığı kadın devriminin inşasında neredeyiz? Onların bedenlerini, genç ömürlerini, gülüşlerini feda ederek yarattıkları bu inancı ‘toplumu dönüştürecek’ bir kadın kimliği yaratarak sürdürebiliyor muyuz? Bu soruları bu kavga sayesinde tattığımız özgürlüğün, kazandığımız mevzilerin, soluduğumuz yaşamın hatırına kendimize sormalıyız. Sözle kandıran ve söze kanan olmamak için bilinç, yürek ve ruhumuza bir ayna tutarak, sözü tüketmeden incitmeden cevaplamalıyız.